Yabandomuzu ve Avcılık
Bu yazımda, özellikle ülkemizde yoğun ölçüde yapılan "ölçüsüz" "yabandomuzu avcılığı" hakkında, kişisel görüşlerimi ifade etmek istiyorum.
Buna "Neden gerek duyduğum" sorulabilir!..
Zannedersem aklıma ilk gelen cevap "Bilgiyi paylaşmak" olurdu.
Ama bundan daha da önemlisi; örneğin 50 veya 100 sene sonra, bu ülkede yaşayacak avcılarının, geçmişe bakıp
-bizleri kastederek- "Bunlar nasıl avcılarmış?" "Bunlar nasıl insanlarmış?" şeklinde, başlayan ve ağır itham içeren soruları karşısında "şimdiden cevap verme hakkımı kulanabilmektir" diye düşünüyorum.
Çünkü, içinde bulunduğumuz zaman dilimi içinde "Avcılık" adına olabildiğince yanlışlık yapılmaktadır. Bunun sorumluları içinde bizler, yani "avcılar" da var "idare" de var. İdareden kastım, çok geniş bir alanı kapsıyor. Başta Çevre ve Orman Bakanlığı olmak üzere bu alana dolaylı da olsa müdahale yetkisi olan tüm kurum ve kuruluşları kastediyorum.
Gelecek kuşaklar bu yanlışları muhakkak sorgulayacaktır.
Ben, gelecek kuşaklara yaşanan yanlışlıkların nereden kaynaklandığını anlatarak bir iz bırakmak istiyorum.
Belge bırakmak istiyorum.
Belki!..
Belki o zaman (!) "düzelir" diye düşünüyorum.
Olabilir mi?
-!..
Bu mantık çerçevesi içinde, neredeyse kronik bir hal almış olan bir yanlışlığı, yani "yabandomuzu avcılığı"nda yaşananları -geriye dönük 70 sene içinde- sebepleri ile ortaya koymaya çalışacağım.
Neden son 70 sene içinde? diye sorabilirsiniz.
Çünkü, erişebildiğim belgeler bu yıllar ile sınırlı.
Şimdi;
Düzeyli bir tartışmanın olabilmesi için öncelikle;
"Tarafsız bir dünya görüşüne,"
"Evrensel değerleri, ölçüt olarak kullanmayı becerebilmeye,"
"Ortak bir bilgi seviyesine,"
ve
"Önyargısız düşününebilme becerisine sahip olmak lazım," diye düşünüyorum.
Siz, bu yönde olmak kaydı ile çok daha farklı kriterleri sayabilirsiniz. Benim buna bir itirazım olmaz.
Önce bilgileri paylaşalım. Lütfen aşağıdaki alıntıyı okur musunuz?
" Açıkcası usdışı olan besin alışkanlıklarının örneklerini herkes bilir. Çinliler köpek etini severler ama inek sütünden hiç hoşlanmazlar. Biz inek sütünü severiz ama köpekleri yemeyiz. Brezilya'daki bazı kabileler karıncaları lezeztli bulurlar ama geyik etinden hoşlanmazlar...
Ve dünyanın her yerinde bu böyle sürüp gider.
Milyonlarca Yahudi ve yüzmilyonlarca Müslüman domuzu iğrenç bir nesne olarak görür. Oysa domuz başka herhangi bir hayvandan daha verimli biçimde tahıl tanelerini ve kök yumruları üstün kaliteli yağ ve proteine dönüştürür....
Biz Yahudilerin ve Müslümanların domuz etini reddetmeleri konusunda yapılan ilk doğalcı açıklamayı, onikinci yüzyılda Mısır'da Kahirede, Salahaddin Eyyubi'nin saray hekimliğini yapan Moses Maimnuni'ye borçluyuz.
Maimnuni'nin dediğine göre Tanrı, domuz eti üzerindeki yasağı bir halk sağlığı önlemi olarak düşünmüştü...
Haham domuz eti "vücut üzerinde kötü ve zaralı bir etki yapar"diye yazdı...
19.yüzyılın ortalarında trişinozun, az pişirilmiş domuz eti yemekten kaynaklandığının bulgulanması Maimnuni'nin bilgeliğinin kesin kanıtı olarak yorumlandı...
Domuz insana hastalık bulaştıran bir taşıyıcıdır, doğru ama Müslümanlar ve Yahudicilerce bol bol tüketilen öteki evcil hayvanlar da öyledir. Örneğin az pişirilmiş sığır eti parazitlerin, özellikle de şeritlerin bir kaynağıdır...
Sığırlar, keçiler ve koyunlar da azgelişmiş ülkelerde ateş, titreme, halsizlik, acı ve ağrılarla seyreden bakteri kökenli yaygın bir hastalık olan malta hummasını (brucellosis) bulaştıran hayvanlardır...
Nihayet domuzlardan değil ama sığırlar, koyunlar, keçiler, atlar, katırlardan geçen bir şarbon hastalığı vardır...
Şarbon çoğu kez vücut çıbanları ile başlayıp, hızla ilerler ve kan zehirlenmesi nedeniyle ölümle sonuçlanır. İncil'in ve Kuran'ın domuzu mahkum etmesinin nedeni sanırım domuz çiftliklerinin Orta Doğu 'daki temel kültürel ve doğal (ekosistemlerin) bütünlüğüne yönelik bir tehdit oluşturmasıdır...
Bunu temel nedeni şudur: Yeryüzünün çobansal göçebeliğe uygun düşen alanları çok çoraklıktan dolayı sulu tarıma hiç elverişli olmayan ve kolaylıkla sulanamayan ormansız kıtlıklar ve tepelerdir. Bu tür yerlere en iyi uyarlanan evcil hayvanlar geviş getirenler, sığırlar, koyunlar, ve keçilerdir...
Ama, domuz aslında ormanları ve gölgeli ırmak kıyılarını arayan bir yaratıktır...
Her ne kadar o her şeyi yese de, onun en sevdiği besin selülozu az olan besinler-kabuklu yemişler, meyveler, yumru kökler, ve özellikle tahıl taneleridir, ki bu onu insanın doğrudan rakibi haline getirir...
Domuzun bir başka sakıncası da uygun süt kaynağı olmaması ve uzun mesafeler boyunca güdülmesinin herkesce bilinen güçlüğüdür...
Hepsinden önemlisi, termodinamik açıdan domuz, Necef'in Ürdün Vadisi'nin ve İncil ve Kuran'nın yayıldığı öteki toprakların sıcak kuru iklimine uyarlanamaz...
Sığırlar, keçiler ve koyunlarla karşılaştırıldığında domuzun vücut ısısını düzenleme dizgesi yetersizdir. "Domuz gibi terlemek" deyimine karşın, son zamanlarda ispatlanmış bulunmaktadır ki domuzlar hiç terleyemezler...
Ahırlara kapatılan domuzlar, 29 santigrat altında dışkılarını uyuyup beslendikleri yerlerin uzağına çıkarırlar. Oysa 29 santigrat üzerinde ahırın her yanına dışkılarını gelişi güzel bırakırlar. Isı ne denli yükselirse onlarda o denli "pis"leşirler.
O halde domuzun dinsel kirliliğini, gerçek fiziksel kirliliğe dayandıran kuramda bir doğruluk payı vardır.. Ancak her yerde kirli olmak domuzun doğasında var olan bir şey değildir; tersine domuzun kendi dışkısının serinletici etkisine en yüksek düzeyde bağımlı kalmasına yol açan etken, Orta Doğu'nun doğal yaşam ortamının sıcak ve kuru olmasıdır."
Yukarıdaki yazılar Marvin Harris'in "İNEKLER, DOMUZLAR, SAVAŞLAR ve CADILAR" adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır. İmge Kitapevi / 1995 1. Baskı S.35
Bu kısa bilgiden sonra, bir alıntı daha yapalım.
Bazı dinlere göre eti günah kabul edilmesine ve sık sık pis hayvanlar olarak nitelendirilmelerine rağmen domuzlar, dünyanın birçok bölgesinde evcil hayvanlar arasında önemli bir yere sahip. Evcil domuzların atası yabandomuzu (Sus scrofa L.) çoğunlukla Avrasya'da yaşıyor.
Dünyada evcil domuz türleri ile ilgili yapılan son DNA çalışmaları Avrupalı ve Doğu Asyalı domuzların iki ayrı kökenden türediğini ortaya koydu. Bunun anlamı doğuda ve batıda domuzların birbirinden bağımsız yabandomuzu alttürlerinden evcilleştiği yönünde. Avrupa'daki domuzun kökeni, uzun süreden beri ilk domuz evcilleştirmesinin gerçekleştiği Güneydoğu Anadolu olarak düşünülüyor. Ancak yabandomuzunun evcilleştirilmesiyle ilgili "ne zaman" ve özellikle "nasıl" sorularının yanıtlanması oldukça zor.
Diyarbakır'ın 40 kilometre kadar kuzeybatısında bulunan Çayönü Tepesi domuzun evcilleşme süreciyle ilgili önemli kanıtlar sağlayan Neolitik Çağ yerleşmelerinden biri. Toros Dağları'nın eteğinde, Dicle Nehri'nin bir kolu üzerine kurulu yerleşmede ilk kanıtlara H. R. Stampfli'nin 1964 kazısında bulunan hayvan kalıntılarıyla ilgili hazırladığı raporda rastlanıyor.
Stampfli, yabandomuzlarının evcilleştirilmesinin en erken İÖ 10'bininci yılda başladığını belirtiyor.
Stampfli'nin önermesi toplanan domuz kalıntılarının daha fazla olmasına ve kemik yapısına ilişkin verilerin modern Avrupa yabandomuzlarıyla karşılaştırmasına dayanır. Daha sonraki yıllarda Çayönü domuzlarına yönelik çalışmaları sürdüren arkeozoolog Berrin Kuşatman ise evcil domuzlara Çanak Çömleksiz Neolitik Çağ katmanlarında rastlandığını öne sürüyor. Bütün bu çalışmalar domuzun evcilleştirildiği kesin tarihi ortaya koymasa da bu sürecin Çanak Çömleksiz Neolitik Çağ'da, 2 bin 500 yıllık bir zaman diliminde gerçekleştiğini ortaya koyar.
Çayönü'nde Çanak Çömleksiz Neolitik dönem dolguları İÖ 10 bin 200 ile 8 bin yılları arasına tarihleniyor. Yerleşimde bu süreci Çanak Çömlekli Neolitik (İÖ 8 bin -7 bin 500) dönem takip eder. Çayönü'nde 3 bin yıllık bir dönemi kapsayan bu yerleşim sürecinde bugün de var olan koyun, keçi, sığır ve domuz gibi belli başlı çiftlik hayvanlarının yaşadığı biliniyor. Bu nedenle buradaki hayvan kalıntıları evcilleştirme sürecinde insan-hayvan ilişkilerinin nasıl değiştiğini göstermesi bakımından büyük önem taşır.
Çayönü yerleşiminin çevresi olasılıkla meşe, fıstık ve badem ağaçlarından oluşan açık bir ormanla çevriliydi. Ayrıca yerleşimin kuzeyini kısmen çevreleyen bir akarsu ve bataklık alanlar bulunuyordu. Yaban domuzları için ideal bir ortam oluşturan bu çevre koşulları insanlar için de bereketli alanlar sunuyordu
Yerleşimin erken dönemlerinden beri burada yaşayanlar lezzetli et ve yağlı hayvan kaynakları bakımından avantajlıydılar. Çayönü insanı tarımın gelişmeye başlamasıyla, yabandomuzlarını, ürünlerini korumak için de avlamaya başlamıştı. Yerleşimdeki Çanak Çömleksiz Neolitik dönemin tüm alt devreleri boyunca avlanan hayvanlar arasındaki en yaygın tür domuzlardı.
Bulunan hayvan kalıntıları içinde domuzlara ait kemik ve dişlerin oranı yüzde 35-40 arasındaydı. Başlangıçta koyun ve keçilerin oranı sadece yüzde 5 iken bu oran kademeli artarak Çanak Çömleksiz Neolitik dönemin sonuna doğru yüzde 20'ye ulaşmış, sığırların oranı yüzde 10 ila 20 arasında kalmıştı. Yerleşmedeki diğer hayvan kalıntıları arasında ayı, atgiller, kızılgeyik, ceylan, köpek, yabani tavşan, tilki ve diğer küçük memelilere rastlanıyordu.
Bunlarla birlikte domuz, Çanak Çömleksiz Neolitik dönemde Çayönü halkının günlük beslenmesinde önemli bir yer tutuyordu.
Evcilleştirmenin önemli göstergelerinden biri, hayvan büyüklüğündeki değişimlerdir ve evcilleştirmenin erken dönemlerinde hayvanların giderek küçüldüğü görülür. Domuzların evcilleştirilmeleriyle birlikte yüzleri küçülüyor, bu da dişlerde küçülmeye neden oluyordu. Evcilleştirmeye yönelik diğer bir gösterge ise hayvanların yaşam süresidir ve genellikle evcil domuzlar avlanan yabani domuzlardan daha genç yaşta öldürülüyordu.
Çayönü'nde de Çanak Çömlekli Neolitik Çağ'a doğru domuzların boyutlarında sürekli bir küçülmenin yaşandığı anlaşılıyor. Domuzların ölüm yaşlarına baktığımızda ise sadece az sayıda hayvanın yetişkin yaşa kadar yaşadığı görülür. Nitekim bulgular Çayönü'nde Çanak Çömleksiz Neolitik Çağ'ın alt evrelerinde domuzların yüzde 50 ila 70 arasındaki büyük bir bölümünün 1 yaşına kadar hayatta kaldığını gösteriyor. Yetişkinlerde ise 36-42 ay arasında değişen yaşama oranı başlangıçta yüzde 60 iken bu oran Çanak Çömleksiz Neolitik Çağ'ın sonlarında yüzde 25'e düşer.
Bütün bu verilere rağmen Çayönü'ndeki domuzların evcil, yarı evcil ya da yabani olduklarına dair kesin bir tanımlama yapabilmiş değiliz. Ancak bulgular, bu türün evcilleşmesinin en erken İÖ 9 binli yıllarda başladığını ve bunun uzun bir dönemde kademeli olarak gerçekleştiğini söyleyebiliyoruz.
Belki Çayönü'nün artan nüfusu, yabandomuzunun değişmesini etkilemiş ve diğer yabandomuzlarından ayrılmasına neden olmuştu. Diğer yabanıllarla karşılaştırıldığında yaşam alanı insanların etkinlik alanları ile çakışan bu türe ilişkin yanıtlanmayan diğer bir soru da hangi insan davranışlarının Çayönü'ndeki yabani domuz nüfusunu yerleşmeye getirebildiği ve bunu bilinçli olarak yapıp yapmadıklarıdır.
(*)Hitomi Hongo, Arkeozoolog, Kyoto Ü., Japonya
Atlas Dergisi Sayı 119 / Şubat 2003
Özde, araştırmaların ortaya koyduğu bir gerçek var. Yabandomuzu 10 bin senedir bu topraklarda yaşıyor.
Bizler yokken o varmış.
Şimdi sizlere 1935 yılında yazılmış bir kitaptan alıntılar sunacağım. Çünkü bugünkü çarpık yapının altında, yıllar boyu süren bir yanlışlıklar dizisi var.
Bu yanlışlıklar bugünde devam ediyor.
Benim tezim de zaten bu.
Kitabın adı "Yaban Domuzları ve Avcılık". Yazar ise Şevket TUNÇOK. Kitap İstanbul'da Ülkü Matbaası tarafından basılmış. Yazar, o zaman Ziraat İşleri Umum Müdürlüğü Mütehassısı ve Mücadele Seksiyonu Müdürü sıfatı ile görev yapıyormuş.
Kitabın 43'üncü sayfasında "MÜCADELE" diye bir başlık var. Bunun altında yabandomuzu ile nasıl mücadele edilmesi gerektiğini anlatıyor.
Okuyalım mı?
"Ziraate pek zararlı olan bu yaban domuzlarını öldürmek için bir çok usuller mevcuttur. Bunlardan:
1- Avlamak
2- Kesici alat
3- Zehirli mevad
4- Bulaşıcı hastalık mikropları istimal eylemek gibi şekilleri başlıcalarıdır." demektedir.
Aynı kitabın 47'inci sayfasında ise;
"Muayyen mevsimlerde ve usulü dairesinde ve müsait olan yerlerde yapılacak sürek avlarında azami semereler elde edileceğinden hiç şüphe yoktur.
Her ne şekilde domuz avcılığı yapılacak olursa olsun malzeme ve vesaitin tasarrufu ve ayni zamanda azami dercede muaffakiyet temini noktai nazarından domuzların gebe bulundukları zamanlara inhisar ettirilmesi daha muvakıftır.
Esasen bu zamanlarda dişi domuzların harekatı bittabi ağırlaşacağından avlanmalarıda hiç şüphesiz kolaylaşır.....
Hükümet 933 senesinde 27.566'sı Karadeniz vilayetlerine ait olmak üzere 53.755
ve
1934 senesinde de 54.310 domuzu mükellefiyet sureti ile öldürmüştür." denmektedir.
"2 mart 934 tarihinde Samsun avcılar birliğinin bir sürek avında öldürdüğü domuzlar"
Yine aynı kitabın 49-50-51-ve 52 sayfalarında yabandomuz ile mücadele yöntemleri yazılmıştır. Özellikle 50'inci sayfada "Hayati Mücadele" başlığı altındaki "Hastalık bulaştırma" düşüncesi son derece dikkat çekicidir.
Şimdi, elimde fotokopi de olsa başka bir belge var. Bu da çok ilginç. Dönemin bir siyasi partisi, avcılıkla ilgili bir talimatname yayınlamış.
Engin sabrınıza güvenerek sizden rica ediyorum. Lütfen bunu da okuyalım.
1935 ve 1936 yılında yayınlanan belgelerden anlaşılacağı üzere yabandomuzu mutlaka öldürülmesi gereken bir hayvandır. Bunun için de gebelik dönemi dahil, her türlü yol da tabir-i caiz ise meşrudur.
Peki, içinde bulunduğumuz zaman dilimde bizlerin yaklaşımı hangi yöndedir?
-!..
Bunun için İst. Orman Fakültesi'nde Yaban Hayatı ile ilgili okunan bir kitaba göz atmak ister misiniz?
Görüldüğü gibi karacanın avlanabilmesi , için en uygun zaman onun çiftleşme mevsimi imiş!..
Onun neslini sürdürme çabası, soyunu gelecek kuşaklara aktarması için sarfettiği çabanın, bu kitaba göre hiç de önemi yok.
Avla da nasıl istersen avla!...
Çiftleşme mevsiminde, reflekslerinin minumuma indiği, yani doğal bir zafiyet yaşadığı an "avlanmak için en uygun zamanmış"!..
Bu, karaca için verilmiş bir ölüm emri!..
Yabandomuzunun hiç şansı olabilir mi?
Yüzünüzün kızardığını ben buradan görüyorum. Ama, birilerinin yüzü hiç kızarmıyor.
"Ders kitabı" olarak okutulan bu kitaptaki yanlışlıklar bununla kalsa öpün de başınıza koyun.
"Daha neler var?" derseniz benim sizden bir ricam olacak.
Bu sitede "Yazılarım" başlığı altında, "Diğer yazılarım" alt başlığı içinde 34'üncü sıradaki "ULU GEYİK" başlıklı yazımı okumanızı öneririm.
İşin vahim tarafı, bu eğitimi alan "Orman Mühendisleri" görev aldıklarında ve karaca avına "üreme zamanı" izin verirlerse onları suçlayabilir misiniz?
-!..
Yabanhayatındaki bu yanlış gidişi önlemek için İst. Orman Fakültesi'nde 2003 yılında 2 yıllık bir yüksek okul açıldı. Amaç, çok özel bir alan olan "Yabanhayatı İdaresi" için özel yetişmiş elaman ihtiyacını karşılamaktı.
15 Kasım 2005 günü Milli Parklar'ın Söğütözü'ndeki binasına gittim. Sn. Nihat Aksu'nun çalışma odasında Sn. Teslime Gökbelen ile tanışma fırsatını da bu suretle buldum. Sn. Gökbelen bu okulun ilk mezunlarındanmış. Anlattığına göre bu bölüme "kontenjandan" (!) girmiş. "30 kişi başladık, 15 kişi devam etti 10 arkadaş mezun olduk." dedikten sonra "Hepimiz evimize döndük, çünkü çalışma alanı yok" diyerek sözlerini bitirdi. Aynı kitabı okuyorlarmış.
-!..
Bu yüreğimi parça parça eden ifadeden sonra "Sizin bir fotoğrafınızı çekebilir miyim?" dediğim anda, Sn. Gökbelen korkudan az daha kendini camdan dışarı atacak sandım.
Neyin korkusu bu?
-!..
Biz yine ana konumuza dönelim.
Tarafsız bir gözlem yapacaksak bilinmelidir ki, bir dönemi mercek altına alırken o dönemin şartlarını da gözardı etmemek lazım.
Ben sadece yaklaşık 70 sene evvelki anlayışı, belgeleri ile sergilemeye çalışıyorum.
Davranış biçimlerini tasvip etmesem de, gerçek o dönemim gerçeğidir.
Bunu bilelim yeter.
Sorgulanması gereken, şimdi ne yaptığımızdır.
İdare ne yapıyor?
Avcılar ne yapıyor?
Yeni Kara Avcılığı Kanunu "her vakit avlanabilen yabanhayvanları" kavramını ortadan kaldırmış, tüm canlıların yaşama haklarının tartışılmazlığını seslendirmiştir.
Kağıt üzerinde var olan budur.
Ama gerçek bu değildir.
Yeni Ceza Yasası'nın ilgili maddeleri, avcıların arabalarını görüldüğü yerde kontrol etmeye izin vermiyor. Bunun yapılabilmesi için "mahkeme kararı" olması gerekmektedir. Yani muhafaza memurları, yasa dışı av yaptığından şüphe ettikleri bir grubun aracını arayabilmesi için en yakın ilçe savcısına müracaat ederek suç duyurusu yapacak, savcı da mahkemeden arama kararı almak sureti ile muhafaza memurunun önünü açacaktır.
Arama, ancak bu şartlarda yapılabiliyor.
Nasıl beğendiniz mi?
Bu şartlar altında yabanhayatı korunabilir mi?
Ülke düzeyinde sayıları son derece sınırlı, düzenli ve düzeyli av yapan avcı kardeşlerim sakın bu yazdıklarımdan üzerlerine herhangi bir şey almasınlar. Onları tenzih ederim. Onların daha keyifli vakit geçirebilmeleri, ancak yasa dışı av yapan -avcı demiyorum- şahışların sistemden çıkarılması ile mümkün olabilecektir.
Söz konusu olan "yasa dışı avcılık" özellikle yabandomuzuna münhasır olunca yapılanları kolaylıkla "katliam" olarak sıfatlandırabilirsiniz. Bu davranışın kökeninde geçmişte edinilen "yanlış bilgilerin" büyük bir payı vardır.
Etini yemiyorsun!..
Postunu işlemiyorsun!...
O zama ne işin var orada?
Avcıların çok büyük bir kısmı, yabandomuz avına sadece "öldürme" duygusunu ön plana alan bir tavır ile katılırlar.
Hatta, yavrulu bir yabandomuzunu öldürmekten çekinmedikleri gibi, bunun fotoğrafını çekerek masalarında sergilerler.
Veya bir başkaları, 25 tanesini bir günde öldürmek sureti ile çirkin yüzlerini (!) gösterirler.
Bu yavruların öldürülmeleri için, nasıl bir gerekçe yaratabilirsiniz?
Halbuki avcılar,
Katıldığım yabandomuzu avı, bölgede yapılan envanterin zorunlu bir sonucu mudur?
Benim, avcılık bağlamında 21'ci yüzyılın başında asli görevim nedir?
Yabandomuzunu niçin (öldürmeliyim!..) avlamalıyım?...
Ve benzeri soruları sıkça kendilerine sormalıdırlar.
Aksi halde, bu mantık dizisinden uzaklaşan avcıların ortaya koyduğu manzara aşağıdaki gibi olur.
Sizler görmeseniz de, durduk yere vurulup bir kenara atılan binlerce yabandomuzunun akibeti budur?
Neden?
Niçin?
Hangi gerekçe ile?
Hangi hakla?
Bu eğitimsiz avcıları çok sıkıştırırsanız "Yabandomuzları çifçilere zarar veriyor. Biz onlara yarım etmek istiyoruz" der ve işin içinden çıktıklarını sanırlar.
Çünkü, "Yarın tarlada çapa yapılacakmış, çiftçilere yardım eder misiniz? " şeklindeki bir soruya da pişkin pişkin gülerler. Tabi buna gülmek denebilirse!..
Halbuki içinde bulunduğumuz zaman diliminde, tarlaları yabandomuzundan korumak zannedildiğinden çok daha kolay.
Ekili tarlalara, gücünü güneş enerjisinden alan bir sistem kurulduğunda, sıkıntı bitiyor.
Bir güç kaynağının üzerine bağlanan yansıtıcı gün boyu aküye enerjiyi topluyor.
Geceler de aküye emanet.
Bu sistemi, Çevre ve Orman Bakanlığı'nın Fransa'ya yapmış olduğu bir eğitim gezisine katılmış olmamdan ötürü görebilmiştim. Alp Dağlar'ında yabandomuzuna karşı tarlalar bu yöntem ile korunuyor.
Yabandomuzu "ormanların olmazsa olmazı" yani bir ormanda yabandomuz yoksa o ormanda gelişme sınırlı kalıyor. Yabandomuzlarının, beslenmek amacı ile toprağı kazma alışkanlıkları, ormanın gelişmesine katkı oluyor. Çünkü sonbaharın gelmesi ile ağaçlardan dökülen tohumların pek çoğu, yaprakların üzerinde kalıyor. Bu da tohumların çürümesine sebep oluyor.
Tohumun toprağa kavuşması, yabandomuzu sayesinde oluyor. Azı dişleri ve sert burnu vasıtası ile toprak altındaki yumruları bulmak için toprağı karıştırması, ormanların gelişmesine sebep oluyor. Pek çok orman mühendisi yabandomuzları için "ormanların ücretsiz işçisi" sıfatını kullanıyor.
Yukarıdaki fotoğrafı Sorgun Göleti'nde çektim. Dinlenme alanı içindeki ölü zemin insanın içini karartıyor.
Sahanın içinde, su getirme çalışması yapılınca, zorunlu olarak toprağı kazmak gerekmiş. Ağaç diplerinden geçen dağıtım hattı boyunca toprak kazıldığı için, onlarca çam sürgünü kendiliğinden ortaya fışkırırcasına çıkmış.
İşte burada insanın yapmış olduğu eylemi, doğada yabandomuzları üstleniyor.
Bu fotoğrafta su hattının, ölü zemin içinden geçerken çevresini nasıl değiştirdiği çok daha açık görülüyor. Bu yeşerme,toprağın sulanmasından değil, kazılmasından kaynaklanmıştır.
Yabandomuzlarının "keyf" için öldürülmesi, akansuların rengini kan rengine çevirirken...
Onların ayak izleri, insanlık alemine yeni fidanlar armağan ediyor.
Çam fidanının yanındaki "eşinme izleri" yabandomuzları tarafından yapılmıştır.
Çevre ve Orman Bakanlığı'ndan envanter sonucu alınan izinle yapılan bir yabandomuzu avını,
her şekli ile anlayabiliyorum.
Avcılar yabandomuzunu ister trofesi, isterlerse eti için avlamış olsunlar. Bu durumda, doğal kaynaklarımızdan bir değer eksiltmiş olurlar. Bunun bedelinin Çevre ve Orman Bakanlığı'na ödenmesinden daha doğal hiçbir şey olamaz. Avcılar, hiçbir akılcı dayanağı olmayan ve kökleri çok eskilere dayanan yanlış alışkanlıklarını terk etmek zorundadırlar.
Üzülerek ifade etmek isterim ki bazı avcılar, kendilerince "dini bir gerekçe yaratarak" yabandomuzunu neredeyse hasım gibi görüyorlar. İçlerinde yaşattıkları ve bastıramadıkları "dürtüleri"ne bu yönde gerekçe arayışı içinde olmaları, onların sadece eğitimsiz olduklarının delilidir.
Konuya açıklık getirmek için yıllar önce bu konularda tek otorite olan Diyanet İşlerine bağlı Din İşleri Yüksek Kurulu'na bir dilekçe vermiştim.
Dilekçe içinde yer alan sorular.
1-Yüce kitabımız Kur'an-ı Kerim'in Bakara suresi'nin 173'üncü ayetinde "Fakat darda kalanın başkasının payına el atmamak kaydı ve zaruret miktarını aşmamak üzere günah sayılmaz" cümlesi içindeki "darda kalan" şartı ne demektir?
2- Bu şartın oluşup oluşmadığının objektif kriteri nedir?
3-Bu kriteri kim tespit edecektir?
4- Sn. Dr. Turhan Timuçin'in "Domuz eti yiyelim ama neden?" başlıklı yazısı ne derecede haklıdır?
5-Yüce kitabımız Kur'an-ı Kerim'in içerisinde "domuz nerede ve ne zaman görülürse görülsün öldürülmesine" dair bir emir var mıdır?
6-Etinin yenmesi şartlara bağlı olan domuzun "üreme mevsiminde öldürülmesi" günah mıdır? Değil midir?
7- Bu konu ile ilgili ayetlerin ve surelerin tamamının isimleri nelerdir?
8- Hayvanlara karşı merhametli olmamızın gerektiğini ifade eden ayetler hangileridir?
9- Hayvanlara zulm etmenin günah sayıldığı ayetler hangileridir?
10- İslam dünyası ve Hırıstiyan alemi Tanrı'nın tek olduğunu konusunda birleştiğine göre; aynı yüce Yaratıcı'nın birisi için yenmesinde mahzurlu kıldığı bir eti, diğeri için "yenebilir" olarak tanımlamasının bilimsel olarak açıklanması mümkün müdür?
11- Zaman içinde (örneğin 1000 sen sonra) kitabımız Kur'an-ı Kerim'in farklı tefsirleri olabilir mi?
14 Nisan 1997 / ANKARA
Din İşleri Yüksek Kurulu uzmanı Sn.Mustafa Varlı'nın ve yine bu kurulun üyesi olan Hasan Şakir Sancaktar'ın imzaları ile gelen cevap yazısı.
Yaklaşık olarak 3 ay evvel özel bir işim için İstanbul'a gitmiştim. Sn. Dr. Hasan Güler ile tanışma fırsatını da bu vesile ile buldum. Kendisi Tıp Fakültesi mezunu. Ama Kanlıca Camii'nde imamlık yapıyor. Entellektüel boyutu olan bir din adamı olarak İstanbullulara hizmet veriyor. "Fırsat bu fırsattır" diyerek aynı konuyu bir kere de Sn.Dr.Hasan Güler'e soruyorum.
Yabandomuzunun, görüldüğü yerde öldürülmesi yönünde, yüce kitabımız Kuran'da herhangi bir ayet var mı?
Sn. Dr. Hasan Güler, son derece sakin bir ifade ile; Kuran'da "öldür" kelimesi bir kere geçer.
O da "nefsini öldür" anlamındadır diyor.
Ne kadar güzel değil mi!..
Buna sadece tesadüf denebilir!.. Yakın bir zamanda Sabah Gazetesi'nde Sn.Yılmaz ÖZDİL imzası ile yayınlanan bir köşe yazısı çıktı, konu ile dolaylı da olsa bir ilinti içinde olduğundan buraya almayı uygun buldum.
Bu yazıda, bir satır da olsa yanlış var mı?
Bu yazı bizi anlatmıyor mu?
-!..
Okuyalım mı?
Fırınlarda fareler cirit atıyor, pastanelerde hamamböcekleri...
Tuvalette dondurma yapılıyor.
Baklavaya fıstık yerine ezilmiş bezelye koyuyor adam...
Kırmızı biberde kiremit tozu, zeytinde ayakkabı boyası var.
Bayat tavuk beyaz görünsün diye klora batırılıyor, kurtlanmış ceviz beyaz görünsün diye çamaşır suyuna...
Küflenmiş peyniri jel ile harmanlayıp, taze kaşar diye kakalıyorlar.
Lahmacun yağ külünden...
Sucuk desen, kıyılmış tavuk ayağından...
Kemik öğütüp, salam yapılıyor.
Sosis, horoz ibiğinden... Süt, sulu.
Dönerde bağırsak var; tavuk dönerinde deri.
Baharatta, ot sap.
Anguttan bozma işçiler mutfakta yatıyor.
Kazanlar leş.
Hal'i pek görmüyoruz ama, pazarları görüyoruz. Sebze meyve yerlerde... Yer, zaten çamur içinde.
Kimi açık helvayı mıncıklıyor, kimi peyniri parmaklıyor...
"Gavur" dediğimiz milletler, köpek mamasını bile açıkta satmıyor.
Türkiye'nin yüzde 99'u Müslüman.
Esnafın da...
Üreticinin de...
Zabıtanın da...
Peki TSE ne yapıyor?
Helal Gıda Standardı çıkarıyor.
Neden?
Domuz haram çünkü...
HELAL OLSUN HEPİNİZE,
HEPİMİZE...
Sabah Gazetesi / Yılmaz Özdil
2105 yılında yaşayacak olan avcı kardeşlerim!..
10 bin yıldır beraber yaşadığımız bu hayvanlara şimdilerde dünyayı dar ediyoruz!..
Sebeplerini gördünüz.
Dilerim ki o yıllarda bu sorunlar çözülmüş olsun.
Olmazsa, siz de 2210 'a benim gibi mektup yazın!..
Olur mu?
Hoşca kalın...