Kars /Gezi Notları


21 Temmuz 2005 tarihinde vakfımızın kurucu üyelerinden Doç.Dr. Demokan Erol ve değerli arkadaşım Erinç Orkun ile birlikte 4 günlük bir gezi için Kars-Artvin ve Erzurum'a gittik. Biz, bu tür kısa gezileri 2 seneden bu yana Erinç Orkun ile zaten yapıyoruz. İşinden gezmeye fazla vakit bulamayan Demokan Erol kardeşimin bu sefer bize katılma arzusu ikimizi de fazlası ile sevindirdi.
Uçakla gidip, gittiğimiz ilden araç kiralamak ve dönüş noktasında arabayı bırakmak artık işimize gelmeye başladı. Yolu kısaltıp, gezme süresini uzatıyoruz.
Perşembe sabahı Ankara Esenboğa'dan 09:45 de kalkacak Kars uçağına binmek için evlerimizden 07:30 da çıktık. Bu zamanlama, biraz benim acüllüğümden kaynaklanıyor. Tüm yaşamım boyunca, zamana bağlı eylemlerde hiçbir zaman rahat bir tavır sergileyemedim. İster otobüs olsun, ister tren veya uçak ben arzulanan normal süreden en az 1-2 saat önce orada olmalıyım. Telefon faturasının son ödeme tarihine 20 gün varmış!.. Ben hemen yatırmalıyım. Neye yetişmeye çalışıyorum? Halâ anlamış değilim. Bu gezide de aynı tavrı sergiliyorum.

Soldan sağa- Doç.Dr.Demokan Erol – Erinç Orkun

08:15 de Esenboğa Havaalanı'na varıyoruz. Uçağın kalkmasına daha 1.5 saat var. Bavullarımızı kargoya verdik. Arkadaşlarım pek bana katılmasa (!) da bence “huzurlu bir ortam var.” Bekleme süresini gazete okuyup çay içerek geçiriyoruz. Bir saat sonra çağrı yapılıyor. Didik didik bir arama işleminin sonunda uçağa alınıp yerlerimize oturuyoruz. Top yine bende, klastrofobia gibi tedavi kabul etmez bir rahatsızlığım var. Aklımdan başka şeyler geçirip kendimi avutmaya çalışıyorum.


Bir söyleyip iki gülüyoruz. Bu işime geliyor. Yoksa, kendimi kutuya girmiş gibi hissediyorum. Hemen okuyacak bir şeyler bulmalıyım. Yanımdaki haritayı açıp Piri Reis modunda, harita üzerinden ertesi gün başlayacak yolculuğumuzun olası rotasını tespite çalışıyorum.


Sorunsuzca kalkar kalkmaz başımı bir yandan pencereye dayarken bir yandan da fotoğraf çekiyorum. Amacım seyahat sonunda kaleme almayı düşündüğüm gezi notlarını destekleyecek, okumayı kolaylaştıracak bir fotoğraf arşivi oluşturmak.

Kulakları çınlasın büyük yazar, büyük üstad, Çetin Altan bir yazısında “Bir Türk'e eziyet edeceksen, önüne bir kağıt bir de kalem koyup ‘yaz bakalım' diyeceksiniz” demişti…

Bence bunun tam tersi de geçerli. Biri bize “Oku” derse, neredeyse “Öl” gibi algılıyoruz.

Kendimce yazılarımı resimli romana çevirmeye çalışıyorum!.. Hani, olur ya belki!..

Bu arada hostes bir çağrı yaparak uçakta doktor olup olmadığını soruyor. Demokan elini kaldırarak kimlik gösteriyor. Önce hostes tarafından sanki bir talebi varmış gibi algılanan bu davranış, daha sonra doğru anlam kazanıyor. Demokan, hastanın yanına giderken ben uzaktan teşhisimi yapıyorum. “Hasta, büyük bir ihtimalle Demokan'ın ihtisas alanına giren rahatsızlıklardan birinden muzdariptir”. Erinç “Yok canım daha neler” diyerek bana katılmadığını söylüyor. Ben kazanıyorum. Yeni prostat ameliyatı geçirmiş hastanın tansiyonu düşmüş. Demokan hastanın yanına oturuyor ve ona kendi tabîri ile şefkat gösteriyor.

Bir insanın acısını dindirmekten onu paylaşmaktan daha güzel ne olabilir ki?
Ne hoş meslektir bu doktorluk!.. En azından dışarıdan böyle görünüyor.

1 saat 45 dakika kadar sürecek yolculuk sırasında yeri geldikçe fotoğraf çekip farklı düşüncelere dalıyorum.

Yeryüzünden binlerce metre yükseklerden bakınca, insanın geometrik varlığının dünya ölçeğinde ne kadar küçük bir yeri işgal ettiğini daha iyi görebiliyor ve daha iyi anlayabiliyorum.

O insan ki, zaman zaman bu dünyanın kaderini tek başına olsa bile değiştirebiliyor.

Thomas Edison'u hatırlasanıza..

Hayat aslında üç aşağı beş yukarı 25.000 günden ibaret…

Ki bu, ülkemiz için ortalama ömürden daha yüksek bir tahmin.

Yaşamın, aslında bir oyun olduğu bir kere daha beynime çakılıyor.

Ne olursanız olun, bu oyunun sonunda şah da piyon da aynı kutuya konuyor!..

Ne yapılabilir?

Tek bir yol var. Sizden sonra bu oyuna devam edecek insanların işini kolaylaştırmak.

Eğer bir şey yapılacak ise bence hedef bu olmalı.

Ben böyle düşünüyorum.

Bu tespitimin doğrusu da yanlışı da benim.

Gökyüzünde, içimdekileri seslendiriyorum.

Yaklaşık 2 saatlik bir uçuştan sonra Kars Havaalanı'na iniyoruz. Aşağıda varış anını tespit edecek bir fotoğrafı çekeceğimi düşünüyorum. Ama buna izin vermiyorlar. İyi ki bu fotoğrafı uçaktan çekmişim.

Ne oluyor!.. Bir türlü bunu anlayamıyorum.
Ne olacak ben bir fotoğraf çekersem? Terör, fotoğraf çekildiği için mi var?

Neyse, işimiz bu değil. Bizi karşılamaya Demokan'ın Kars Devlet Hastanesi'nin Başhekimi olan arkadaşının, arkadaşı gelecekmiş. Kendisi, Kars dışında olduğu için arkadaşından bunu rica etmiş. Kısa bir süre sonra onu elinde bir kağıtla bizi beklerken buluyoruz. Psikolog Cengiz Şıklı ile ilk tanışmamız bu şekilde oluyor.

Psikolog. Cengiz Şıklı

Kısa bir seremoniden sonra, kiraladığımız arabanın sahibinden aracımızı teslim alıp Cengiz kardeşimizin peşine düşüyoruz. İstikamet, bir gece konaklayacağımız otelimiz.

Arkadaşlarım resepsiyonda otele giriş işlemlerini yaparken ben kendimi koltuğa bırakıyorum. Daha sonra, hep beraber bizi cezbedecek bir rota çizmek için kafa yoruyoruz.

Otele yerleştikten bir süre sonra, öğle yemeği yemek için otelin yakınında bulunan bir lokantada bir araya geliyoruz. Bu tür seyahatlerde işin görünmeyen bir keyfi de mahalli lezzetleri tatmak. O özgün tatları yakalamak. Ama bu arzumuz hayal kırıklığı ile sonlanıyor. Cengiz Bey ısrarla bize “piti” yedirmek istiyor ama bu iyi niyetli çabası sonuç vermiyor. Ankara'da 3'üncü sınıf bir lokantada yiyebileceğimiz sıradan bir ızgara eti, iki misli bir bedelle yiyiyoruz. Hayvancılığı ile ünlü bu ilimizde eti, tabîr-i caiz ise hakkıyla işleyecek bir kasap her halde yok ki, pirzola diye önümüze konan etler bu kadar şekilsiz.

Her neyse, buna alıştık galiba. Hemen eylem planı hazırlıyoruz. Hedefimiz Kars Kalesi ve çevresi. Vakit kalırsa da Ani Harabeleri.

Cengiz Bey'in engin bir tarih bilgisi var. Bizi gezdirdiği her yerde bilgi ile aydınlatıyor. Önce kale yakınındaki bir kiliseye götürüyor. Kiliseyi camiye çevirmişiz. Dışı bakımsız hatta harap olmak üzere.


Havariler Kilisesi, Kars Kalesinin güney eteğinde.

İçi ise kelimenin tam anlamı ile berbat bir vaziyette . Ne kilise diyebilirsiniz ne de cami. Tarihi doku, zevksiz insanların elinde oyuncak olmuş. Kars Valiliği'nin internet sitesinden edindiğim bilgiler çerçevesinde, Kale İçi Mahallesinde yer alan Havariler Kilisesi şehirdeki Ermeni kiliselerinden birisi olup Bagratlı Krallığı döneminde Kral Abbas tarafından M.S. 932-937 yılları arasında yaptırılmış.

Taş işçiliği her yerde kendini gösteriyor.

Ne işçilik bizim ne de motifler bizi anlatıyor.


Taşlar zaman içinde kırılmış!.. Kırılmaya da devam edecek gibi görülüyor. Demokan'ın yüzündeki ifade ile duvarların durumu hemen hemen aynı. Bu kültür mirasını bu şekilde görmek kimi üzmez ki?


Hemen durumdan kendime bir vazife çıkarıyorum. Orjinalinde ikon var mıydı bilmiyorum. Ama geçici de olsa ben iki tane koymayı uygun gördüm. Artık “Türkler hep yakıyor yıkıyor” diyemezler.


 

Bu ikonlar yerli malı

Biz mi getirdik yoksa hep böyle mi olur, bunu bilmiyorum ama aylardan Temmuzun 23'ü dışarıda sağanak yağmur var ve hava da buz gibi. Hızla arabaya binip Kars Kalesi'ne çıkıyoruz. Bizi orada Kars Milli Parklar Şb. Müdürü Murat Doğanay Bey bekliyor. Bizi güler yüzle karşılayan Sn. Doğanay “Bir ihtiyacımızın olup olmadığını” soruyor. Kendisine teşekkür ediyoruz. Kars Kalesi'nden aşağılara bakarken "Neresinde olursanız olun kent dışına çıkmak için 10 dk size yeter de artar bile" dedikten sonra Kars'ın düzenli bir şehir yapısına sahip olduğunu seslendiriyor. Sn. Murat Doğanay kaleden Kars'a öyle bir bakıyor ki, yaşadığı kente aşık bir insanı bu bakışlarda çok net görebiliyorsunuz.

Kars Kalesi

Merkez Kale, İç Kale veya Stadel olarak anılıyor. M.S. 1153 yılında Selçuklulara bağlı Saltuklu Sultanı Melik İzzeddin'in emri ile Vezir-i Firuz Akay tarafından yaptırılmış.

Kaynaklara göre, Merkez kale dışında surlar 27.000 metre uzunluğunda olup, 220 burçtan meydana gelmiştir. Kale doğu-batı istikametinde 250 mt,kuzey-güney istikametinde yaklaşık 90 mt. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'ndan sonra 40 yıllık Rus işgalinde tahribatlara uğramış, orijinal özelliğini ve kullanımını yitirmiş.


Kars Kalesi'nden kentin görünüşü (1)

Kars Kalesi'nden kentin görünüşü (2)

Kaleden yoğun yağmur altında çektiğim fotoğraflar içime sinmiyor. Ama çare yok. Günü değerlendirmek için hızla kalan arkadaşlara veda edip Ani Harabeleri'ne gitmek için yola çıkıyoruz. Kente yaklaşık 42 km mesafede olan Ani Harabeleri, kelimenin tam anlamı ile büyüleyici. Muhteşem bir kale girişi var.


Kalenin giriş kapısı


Ani Harabeleri'nin giriş kapısından genel görünüşü

Kars İline 42 km uzaklıktaki Ocaklı Köyü sınırları içerisinde yer alan Ani Ören Yeri Türkiye – Ermenistan sınırını ayıran Arpaçay Nehri'nin batı yakasında, Türkiye sınırları içerisinde volkanik bir tüf tabakası üzerine kurulmuş bir Ortaçağ şehri. Ören yeri Anadolu'ya İpek Yolu üzerinden girişte ilk konaklama merkezi olduğundan aynı zamanda bir ticaret merkezi. Antik kentin zenginliği de buradan gelmekte. Ören yerinin en eski tarihi M.Ö. 5000 yıllarına kadar uzanmakta.

Kale surları deve tüyü ve siyah renkli tüf taşından yer yer iki ve üç sıra halinde Horasan Harcı ile yapılmış. Kurulduğu arazi üzerine uyumu sağlamak amacıyla ücgenimsi bir şekilde inşa edilen surların yedi giriş kapısı mevcut olup bu kapıların en önemlileri Aslanlı Kapı, Kars Kapısı, Sarnıçlı Kapılarıdır. Şehrin surlarını uzun kuşatmalara dayanıklı hale getirmek için surlar arasına yapılan destekleme kuleleri aynı zamanda erzak ve tahıl deposu olarak kullanılmış. Arazinin eğimine göre yer yer 5 mt yüksekliğe kadar oluşan surların dış cephelerinde haç motifleri, aslan ve yılan kabartmalı rölyefler, çini süslemeler mevcut.

ANİ ÖRENYERİ GİRİŞİNDE DE BULUNAN ANTİK KENTİN TARİHİ GELİŞİMİ


• Ani Harabeleri'nde ilk yerleşme M.Ö. 5000-3000 yıllarında Kalkolitik Çağ'da başlar.
• M.Ö. 3000 - 2000 Eski Tunç Devri yerleşmesi
• M.Ö. 2000'de Demir Çağı'nda Hurri yerleşmesi
• M.Ö. 900-700 yılları arasında Urartu Devleti yerleşmesi,
• M.Ö. 650 yıllarında Kimmeri Hakimiyeti,
• M.Ö. 626-149 Saka Türkleri (İskit) hakimiyeti
• M.Ö. 350-300 Arsaklılar'ın Kamsarakan soyundan Karampart tarafından yeniden kurulmuştur.
• M.S. 430-646 yılları arasında Sasani hakimiyeti,
• M.S. 646 yılında Halife Hz. Ömer devrinde Ani ve çevresi Araplar'ın eline geçmiştir.
• M.S. 732 yılında Bağratlı Beyliği egemenliğine geçmiştir.
• M.S. 966 yılında Bağratlı III Aşot tarafından şehir surları yaptırılarak Ani Krallık Merkezi olmuştur.
• M.S. 1045 yılında şehir Bizanslıların eline geçmiştir.
• M.S. 1064 Selçuklu Sultanı Alparslan tarafından şehir alınarak Şeddat Oğulları Beyliği'ne verilmiştir.
• M.S. 1199 yılında Ani Gürcü Atabeylerin eline geçmiştir.
• M.S. 1226 yılında Harzemşah Devletine tabi olmuştur.
• M.S. 1235 yılında Moğol istilasına uğrayarak şehir tahrip edilmiş ve sonra eyalet merkezi olmuştur.
• M.S. 1339 - 1344 yılları arasında İlhanlılar egemenliğine geçmiştir.
• M.S. 1406-1467 yılları arasında Karakoyunlu Devleti hakimiyeti altına girmiştir.
• M.S. 1467 - 1516 Akkoyunlular Devleti hakimiyeti,
• M.S. 1516 - 1534 yılları arasında Afşar Türkleri hakimiyeti,
• M.S. 1534 yılında Osmanlı İmparatorluğu topraklarına katılmıştır.
• M.S. 1878 yılında Ruslar tarafından istila ile 40 yıl anavatandan ayrı kalmıştır.
• MS. 1921 yılında İstiklal Harbi sırasında Ruslardan geri alınmıştır.

Büyük Katedral
(Fethiye Camii)
Ani Harabeleri

Büyük Katedral

Ani- Fethiye Camii

Aziz Prkich Kilisesi

Kars'ta başlayan yağmur Ani'de de bizi yalnız bırakmadı. Bu alanı gerektiği gibi gezmek için en az bir tam güne ihtiyaç var. Hava kapalı ve günün de sonuna doğru geldiğimiz için arabaya dönüyoruz. Uzunca bir süreden beri bu tür gezilerde çocukları sevindirmek için yanımda küçük hediyeler götürüyorum. Bu sefer daha da tedbirliyim.

Gelmeden önce toptancıya gittim!..
Evet, çocuklar her yerde olduğu gibi bizleri bekliyor…

Hemen işbaşı yapıp onları çevremize topluyoruz. Özellikle kız çocukları beni fazlası ile düşündürüyor. Ben biliyorum ki, bu ülkede 700.000 kız çocuğu halâ okula bile gönderilmiyor!..
Bu gerçek, düşündükçe geceler boyu rüyalarımın karabasanı oluyor. Kız çocukları içimi titretiyor… Erkek veya kız fark eder mi? Elbette ki etmez, ama kız çocukları sanki daha çok korunmaya muhtaç.

   
Bagajı açıp dağıtıma başlıyoruz.

  
O duruşlar ve bakışlar o kadar çok şey anlatıyor ki!..

Çocuklarla vedalaşıp belki yetişiriz diye Sarıkamış istikametine yöneliyoruz. İlçeye vardığımızda hemen hemen hava kararmış durumda, sadece kayak merkezinde kısa bir mola verip Kars'a özgü bal satın alıyoruz. Vakit geçtiği için çok şey gördüğümüz söylenemez. Sadece Psikolog Cengiz Şıklı'nın anlattıklarını dinliyoruz. Burada Ruslar zamanında yapılan taş binalar hala taş gibi ayakta ve çok güzel. Üzülerek söylemem gerekirse o mimari tarzı devam ettirmemişiz. İlçe içinde gezerken yine Ruslar zamanından kalmış bir av köşkü olduğunu öğreniyoruz

Av Köşkü


Sarıkamış İlçesi İnönü Mahallesi'nde bulunan Av Köşkü 19. yy. sonunda Kars'ın 40 yıl Rus işgalinde kaldığı dönemde (1890-1914 yılları arasında yapıldığı sanılan Katerina'nın av köşkü) Baltık mimari tarzında tamamı ahşap hatıllarla yapılmış. Köşk tek katlı. Köşkün zemini kesme bazalt taşlardan bir metre yüksekliğinde yapılmış. Hatta bir söylentiye göre ahşap olan bu binada hiç çivi kullanılmamış.

Vakit geçtiği için Kars'a dönmeyi uygun görüyoruz. Akşam yemeği sırasında Psikolog Cengiz Şıklı'dan inanılmaz hikayeler dinliyoruz. Özellikle de Teyo Dayı'nın fıkraları… Bilindiği üzere Teyo Dayı bu havalinin efsane adamı… Eski tanımı ve sıfatı ile “Meddah” Şimdi anlaşılsın diye Talkshow yapan “showman” demek lazım.

Herkes Türkçeyi sular seller gibi içti ya…

Neyse bize anlatılanları Sn.Cengiz Şıklı'dan dinlemeniz lazım. Sn. Şıklı, profesyonellere taş çıkartır. 2-3 farklı şiveyi ana dili gibi kullanıyor. Kimi zaman karşınızda bir Azeri, kimi zaman Gürcü, kimi zaman da karşınızda köyünden başka hiç bir yer görmemiş bir Erzurumlu buluyorsunuz.

Sn. Şıklı kelimenin tam anlamı ile 1'nci sınıf bir meddah. Tabi meziyetleri bununla da sınırlı değil. Kars ve havalisi ile ilgili olmak üzere engin bir tarih bilgisi var. Ne sorarsanız sorun anında sizi cevaplıyor.

Ama, ille de Teyo Dayı fıkraları…

Teyo Dayı'yı bugüne kadar duymamışsanız büyük kayıp. Alın size bir Teyo Dayı klasiği.
Teyo'nun şöhreti Amerika'ya ulaşıp, gazeteler, televizyonlar hep ondan bahsetmeye başlayınca Clay ona meydan okuyor. Lafın kısası Teyo ile birlikte ringe çıkıyorlar;

Şimdi Teyo Dayı anlatıyor.
-Kılay, gara bir cırbağa. Dutiram dutiram yere çaliram. Ele oldu ki, dermansız dizlerime gapandi.
-Pehlüvan ben ettim sen etme, canimi bağışla.
-Dedim ki "ya kelmeyi şahadet getirisen ya canın alirem"
O sahat müslüman oldi.


Sn.Şıklı Azeri ve Erzurum şivesini seslendirmede çok çok başarılı. Erzurumluyu anlayabilmek için doğu insanının yaşanan olaylara genel yaklaşımını anlamış olmak lazım. O, samimi ve içtendir. Onu anlamakta direnç gösterirseniz, hiç şüpheniz olmasın ki o da size sitemini bir şeklide ifade eder.

Aşağıdaki örnek zannedersem bunu anlatıyor.

Omuzları tilki kürklü bir hanımefendi Erzurum Cumhuriyet Caddesi'nde yürürken dadaş yanına gelir ve :
- Baci ,baci dalına gudik dırmanir. der
Kadın, kendisine laf atıldığını düşünerek:
-Terbiyesiz, diye bağırır.
Dadaş fena bozulur :
- Benene, kıtlarsa seni kıtlar...
Yemekten sonra Sn.Şıklı bizi Kars'a has, süt ürünlerinin bulunduğu bir dükkana götürüyor. Muhteşem bir Kars Gravyeri, kaşar ve tulum peyniri alıyoruz. Ben dayanamayıp tekrar bal alıyorum. Çevredeki meraları görseniz siz de dayanamazsınız. Her yer çiçek. Büyükbaşlar "çiçekçi dükkanında yayılıyorlar" dersem hiç de abartmış olmam. Sn.Şıklı ile vedalaşıp, kendisine verdiğimiz zahmetler için içtenlikle teşekkür ediyor ve otelimize gidiyoruz. Ertesi sabahın programı çok net.

Kalkış 06:00 yola çıkış en geç 07:00

Evet, Artvin'e gidiyoruz.

İşte size Kars'a ait bir mizah örneği

 

Allah Devletimize Zeval Vermesin

Kars'ta bir yerel TV halkın arasına karışarak gündelik hayata dair röportajlar yapıyor. Muhabir, yaşlı bir amcaya mikrofon tutup soruyor;
- Nasılsın dayı, eyi misen?
- Şükür oğul, canı taşirem, eyiyem, coh eyiyem.
- Halin, keyfin, sağlıgın da eyi midir?
- Eyidir, he, coh eyidir.
- Şehirden, hizmetlerden memnun musun?
- Nası soz!
- Validen, kaymakamdan, belediye başkanından?
- Hiç eyle olur? Bizim ağzımız dövlete ne diyebilir.
- Yani memnunsun.
- Allah dövlete millete, kaymakam bege, bölediye başganımıza zeval vermesin.
- Memnunsun?
- Dövletimiz, kaymakamımiz, başganımiz, şanlı ordumuz başımızdadir, her ne olursa bir fiil o dakika yanımızdadir. Ben vatanıma nası serzenis ederem? Amma, benim derdim başkadır.
- Allahına gurban dayı, söyle nedir?
- Doksan sene once buraya Ruslar girdi ya?
- He girdi.
- Hani bu belediye binalarını, okulları, çesmeleri, istasyonu, yolları, kaldırımları Ruslar yaptılar ya?
- Rus işgalinde yapıldı değil mi dayı?
- He. Hec benim dövletime, milletime sözüm olur mu? Ben aha bu Rusların avradını ... Doksan sene önce bu kaldırımları, caddeleri yapıp gittiler, bir gün olsun bi kere Kars'a gidek, yollar bozuldu mu, kanallar tıkandı mı demediler, insan bi gelir de bakar buralara, hec beyle olur?

(Yazının devamı Güncel/Artvin 2 başlığı altında)

Bu yazı 11484 kez okundu...