Unutulmuşlar Odası!..


Doğa Vakfı'nın, Dünya Hayvanları Koruma Günü sebebi ile vereceği ödül törenine davet edildim.
2004 yılı için “Doğa Dostu” ödülü, Sn.Bekir Coşkun'a verilecekmiş.
Doğrusunu söylemek gerekir ise çok da hevesle gittiğim söylenemez.
Çünkü içimde, yıllar öncesine ait derin bir yara var!..
Anılar tazelendiği zaman, bu yara için, için kanıyor.
Yaşama sevincim azalıyor.
Eksikleniyorum.

Bu tören, acımı tetikleyebilir mi?

Geçmişte yaşamış olduğum çok acı bir anımı, sizlerle paylaşıp seslendirmek istiyorum.

Çünkü yeri geldi!..

Bilinmesinden bir fayda beklediğim için değil, en azından belki bu fırsat ile “gerçeği öğrenebilirim” diye düşünüyorum…
Veya, neler yaşandığını herkes bilsin.

Ne mi yaşadım?

1995-1997 yılları arasında Milliyet Gazetesi'nde “Arpacık” başlığı altında 27 ay sürekli olarak, avcılıkla ilgili yazı yazdım. Bu süre zarfında elimden geldiği kadar, evrensel değerleri ve aklı pusula olarak kullanma gayreti içinde oldum.

Bu gerçekten de böyle midir?

Yazdıklarım ortada, ben de buradayım.

Hodri meydan. Aksini ispat edenin, elini öper, özür diler, kapısına kul olurum.

Her neyse, en azından bunu böyle bilin.

Bu süre zarfında Milliyet Gazetesi ile hiçbir maddi ilişkim olmadı. Ben şevkle yazıyordum. Onlar ise zaman, zaman da olsa telefon açıp “eline sağlık” diyorlardı.
Yani karşılıklı olarak memnunduk herhalde!..

Aksi söz konusu olsa, neden 27 ay tahammül etsinler ki!..

Ta ki, yazılarım birilerinin menfaatine dokunmaya başlayana kadar...
Ta ki, parmak bastığım hassas noktalar, birilerinin canını acıtıncaya kadar…
Ta ki, ünlü yazarların mantık hatalarını sergileyene kadar…

İşte, ne oldu ise ondan sonra oldu. Yazılarım birden bire ortadan kalktı!.. Yayınlamadılar.
Yok, sayfada yer yokmuş!..
Yazımı göndermiş miyim? Ve benzeri bahaneler.
Ben, o zaman bunun “Bir yol” olduğunu bilmiyordum. Sonradan yetkili ağızlardan öğrendim ki bu, tabir caiz ise bir “yöntem” imiş.

Gazeteden yazısını kaldırmak istediklerini, böyle “Hal” ederlermiş. “Hal” Osmanlı'dan kalan bir miras. “Yağlı urganın” basındaki versiyonu…

İşte bir gün, sorgusuz sualsiz ve de nedensiz bu şekilde “hal” olduk.
Bir Allah'ın kulu çıkıp da “Şu sebepten” demedi.

Diyemezdiler.

İbadet titizliği ile kılı kırk yarıp yazıyordum. Mantık hatası yapmıyor, evrensel değerlerden sapmıyordum.
Ama bunların yetmediğini öğrenmem gerekmiş. Ben öğrendim, ama değişmedim.

Değişmeyeceğim.

Yazma özgürlüğüm elimden alınınca, düşüne, düşüne bir öğleden sonra evimde kanama geçirdim.

11 gün Ankara Numune Hastanesi'nde yatarak tedavi gördüm. 11 günde 10 kilo kaybettim.

Kadid (!) gibi oldum.

Hemen, hemen her gün, akşam saatlerinde kanama geçirdim.
Burnumdan kan gelmiyordu… Kan fışkırıyordu…

Tansiyon denen illetle tanışmam bu şekilde oldu. Halen, ikimizde mutsuzuz ama geçinmeye çalışıyoruz!..


Hayatımın hiçbir dönemimde bu kadar üzüldüğümü hatırlamıyorum. Ben o zaman da bu oyunu kendime yediremedim. Şimdi de hak ettiğimi düşünmüyorum.

Birileri elbirliği ile gazetemdeki köşemi kaldırdı.

Yazma hakkımı elimden aldılar. Keşke, en azından gazeteye yakışır bir yol bulsalardı.

Kime yakıştı acaba?

Özde diyeceğim odur ki ta o zamandan beri bu işte Sn. Bekir Coşkun'un bir nebze de olsa “dahli var” diye düşünüyorum.
“Neye istinaden bu kanaate sahip oldun?” diyenler, o dönemdeki bazı yazıları okumalı ve kimin, kimle yakın ilişki içinde olduğunu araştırmalıdır. Sn .Bekir Coşkun “Hayır, benim hiç dahlim olmadı” derse, ben de peşinen “özür diliyorum.” derim. Niye yalan söylesin ki!..

Her türlü canlının hakkını bu denli savunan ve seslendiren bir kalem, benim ne demek isteyip ne demek istemediğimi herkesten daha iyi anlar. Bu, empati kavramı ile ilgili bir olaydır. Yani, karşındaki insanın acısını veya mutluluğunu hissedebilme yetisi… Bu duygudur insanı insan yapan… Sıradanlıktan öte tutan… Diğer insanlardan ayıran...
Fark etmek, farkındalık veya ayırt edebilmenin biraz daha dantelsi yanı…

İşte Sn. Bekir ÇOŞKUN'un ödül törenine bu düşünceler içinde gittim.

Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Toplantı Salonu


Toplumun merhamet duygusunu yeniden uyandıran, yazdıkları ile bizleri derin, derin düşündüren, zaman, zaman ağlatan, bazen de içtenlikle güldüren bu kişi ödülü hak etmiş miydi?

Bu sorunun cevabı bence kocaman bir evettir.

 

Doğa Dostu Ödül Töreni

Aklı selim sahibi kime sorsanız sorun bu cevabı alırsınız. Dolayısıyla Doğa Vakfı Yönetim Kurulu da böyle düşündüğü için Sn.B. Coşkun'u bu ödüle layık görmüşler. Karar sonuna kadar doğru. Ödül, hak sahibine gitti.

Salonda bir yandan fotoğraf çekiyor bir yandan da bunları düşünüyordum.

Geçmişte Milli Parklar Genel Müdürlüğü yapmış olan arkadaşlarım fotoğraf çektirmek için kıdem sırasına girince ister istemez aykırılık gözüme çarptı.

Yeni Milli Parklar Genel Müdürü Sn. Prof. Dr. Mustafa Kemal Yalınkılıç törende yoktu!..



Doğa Vakfı Yönetimi'nde çalışanlar


Neden acaba?

Hemen soruşturmaya başladım. Aldığım cevaplar karşısında şaşırmadım dersem yalan olur. Sn.Prof.Dr.Mustafa Kemal Yalınkılıç'ın Sn.Bekir Coşkun'un gazete köşesinden iktidar aleyhine yazı yazdığı için bu törene katılması bakanlıkta bulunan üst düzey bürokratları tarafından istenmemiş.!.. Şimdi kırk yerden ses gelir…. Hayır efendim yok böyle bir şey!... Kim demiş? Bunları nereden çıkarıyorsunuz? v.s

O zaman niye gelmediniz?

Doğa Vakfı, geçmiş dönemde Orman Bakanlığı'nın aktif personeli tarafından kurulmadı mı? Çok yakın bir tarihte, ilgili yasa gereği bakanlıkla ilgisi kesildi. Kesildi ama, halâ kurucuları dahil her şeyi ile gayri resmi de olsa Orman Bakanlığı'nın öz be öz evladı!..

Amacım Sn. Prof.Dr.Mustafa Kemal Yalınkılıç'ı ne sorgulamak, ne de müşkül durumda bırakmak. Bu maksadımı aşar ve ben bu ayıbı işlemem. Benim derdim bambaşka.

Ben diyorum ki keşke gelseydiniz ve Sn. Bekir Çoşkun'a “Ben sizi, bu başarınızdan dolayı kutluyorum. Lütfen bu konulara köşenizde daha çok yer ayırın. Bu ülkenin buna ihtiyacı var” ve benzeri daha pek çok şeyi söyledikten sonra da; “Şu, şu, konularda da temsil ettiğim kuruma mesnetsiz suçlamalarda bulunuyorsunuz. Biz, bunu hak ettiğimizi düşünmüyoruz. Bahse konu meselenin özü öyle değil, böyledir. Bu tavrınızdan dolayı da sizi kınıyorum.” deseydiniz!..

Fena mı olurdu?

Bir diyalog ortamı açılmaz mıydı?

Kişisel nedenlerle birilerini sevmeye bilirsiniz. Ama bu önyargı, o kişinin her yaptığı işin kötü olduğunu göstermez.

Tıpkı yazımın başında benim içinde bulunduğum hâl gibi!..

Neyse, bu toplantıdan bir kaç gün sonra Sn. Prof.Dr.Mustafa Kemal Yalınkılıç'ı makamında ziyaret ediyorum. İkili ilişkilerde son derece sıcak bir insan. Kısa sohbetten sonra da kendisinden yazımda kullanmak için özgeçmişini istiyorum. Basın ve halkla ilişkilerden alabileceğimi söylüyor ve bakan emri ile hiçbir beyanat veremeyeceğini, dolayısıyla kendisini anlayışla karşılayacağımı umut ettiğini ifade ediyor.

Ne diyebilirim ki?

Kendisine veda edip doğruca Çevre ve Orman Bakanlığı'nın yolunu tutuyorum. İstikamet, basın ve halkla ilişkilerden sorumlu Sn. Mehmet Alkaş. Sn. Alkaş'ı uzun senelerdir tanıyorum. O, sıcak bir misafirperverlik örneği sergiliyor ve hemen soruyor; “Hayırdır?” Ben de, geliş sebebimi ifade ediyorum. Şaşırıyor ve “Bu genelge bunu kapsamıyor ki!..” dedikten sonra hemen Genel Müdürü arayıp “Özgeçmişinizi verebilirsiniz” diyor. Aradan 1 aya (!) yakın bir zaman geçiyor.

Ve nihayet mutlu son. Özgeçmiş elimde.

Merakla okuyorum ve sizin de bilmenizi istiyorum.

Sn. Prof.Dr.Mustafa Kemal Yalınkılıç'ın özgeçmişi aşağıdaki gibi.

1961 yılında Malatya'da doğdu. İlk orta ve lise öğrenimini aynı ilde tamamladı. 1982 yılında Karadeniz Teknik Üniversitesi'nden Orman Endüstri Mühendisi olarak mezun oldu. 1982-1984 yılları arasında özel sektörde çalıştı. 1984 yılında asistan olarak mezun olduğu fakültede çalışmaya başladı. 1987 yılında master, 1990 yılında da Orman Biyolojisi Ana Bilim Dalı'nda doktorasını tamamladı. 1993 yılında Orman Biyolojisi alanında doçent olamaya hak kazandı. 1995 yılında Japon hükümetinin Monbusho bursunu kazanarak Kyoto University Wood Research Institute‘de iki yıl araştırma yaptıktan sonra yine aynı üniversitenin Tarım ve Ormancılık Fakültesi bünyesinde 2000 yılı mart ayına kadar çalıştı. 1998 yılında alanının en önemli ödüllerinden Ron Cockrof ödülünü Türkiye adına Hollanda'da aldı. 2001 yılında Muğla Üniversitesi'nde Profesörlüğe atanan Mustafa Kemal Yalınkılıç 2003 yılına kadar Teknik Eğitim Fakültesi Dekanlığı yaptı. 2003 Mart ayında Çevre ve Orman Bakanlığı Milli Parklar Genel Müdürlüğü'ne atandı. Halen, Dünya Bankası' tarafından desteklenen GEF-II (Biyolojik çeşitlilik ve Doğal Kaynak Yönetimi) projesi ve Avrupa Birliği'nden desteklenen TWINING Eşleştirme Projesi'nde Proje Yöneticisi olarak da görev yapmaktadır. Çok sayıda TÜBİTAK, DPT ve yurtdışı kaynaklı projelerde görev alan Mustafa Kemal Yalınkılıç'ın yarıdan fazlası uluslararası olan 140 civarında eseri bulunmaktadır. İngilizce ve Japonca bilmektedir. Evli ve iki çocuk babasıdır.

Nasıl?

Sizi bilmiyorum ama ben iftihar ettim.

 

Tıpkı bir evvelki Genel Müdür Sn. A. Hüsrev Özkara ile iftihar ettiğim gibi…

O da 1979 yılında İ.Ü. Orman Fakültesi'nden, 1992 Yılında da A.Ü. Hukuk Fakültesi'nden mezun olmuştu.
Kararlı hali, çalışma azmi, farklı görüşlere karşı tarafsız tutumu ve problemlerin üzerine gitme hususunda gösterdiği cesaret ile makamını dolduran bir genel müdürdü. Onun döneminde kurumun ışıkları gece yarılarına kadar açık kalırdı. Herkesi çalışma heyecanı sarmıştı. Hüsrev Özkara 3.5 yıl süren görevi sırasında başarı bağlamında çıtayı o kadar yükseltti ki… Şimdi sorun, nerdeyse “bu ölçüyü nasıl aşarız?” noktasında kilitlendi. Pek çok “ilk” de onun ve çalışma arkadaşlarının imzası vardır. Yapılan çalışmaları merak edenler “Sürdürülebilir Av ve Yabanhayatına Doğru” adlı kitabı okusunlar. Bu kitap gelecek kuşaklara bırakılan önemli bir belgedir.


Tıpkı yakinen tanıdığım eski Genel Müdür Sn. Nevzat Ceylan'la iftihar ettiğim gibi…

Yabanhayatının önemini ilk kavrayan, 3 kişiden biridir Sn. Nevzat Ceylan. Tartışmasız başarısı ise, yabanhayatının önemini toplumun gündemine oturtmasıdır. O, zamanın Orman Bakanı Hasan Ekinci'yi kıskandıracak ölçüde başarılıdır. Yaptığı çalışmalar, kamu oyunda o denli yankı uyandırmıştır ki bu başarısı görevden alınmasına sebep olmuştur. Tipik bir kara mizah örneğidir bu. “Devlete ait resmi arabayı evimin önüne hiç getirtmedim. Kendi arabamla işe gelip gittim. Özel işlerimde devletin telefonunu hiç kullanmadım. Eşim ve çocuklarım resmi arabaya hiç binmedi, çay kahve gibi ikram giderlerini de hep cebimden karşıladım” diyen Sn. Nevzat Ceylan basında Ahmet Vardar tarafından yayınlanan bir yazı ile bu tutumunun tam tersi iddialarla yüreğinden yaralandığını anlatıyor. 1973 de Orman Yüksek Okulu'ndan mezun olan Sn. Nevzat Ceylan 1977 yılında da Hacettepe İşletme Fakültesi'nden mezun olmuştur.


Ama bakın ne oluyor şimdi. Her biri, ayrı ayrı bir kıymet olan, pek çok değer taşıyan bu insanlar arasında bir diyalog yok!.. Olmuyor ve oluşması yönünde tarafların herhangi bir çabası da yok. Sizce ilk adımı kimin atması gerekir?

!..

Ben de öyle düşünüyorum.


Son 13 sene içinde Milli Parklar Genel Müdürlüğü 6 defa el değiştirdi.

Bir sonra gelen, bir evvelki ile zoraki selamlaştı.

Masa sandalye devredildi, ama bilgi devredilmedi.

Tecrübe paylaşılmadı.

Çoğunlukla gelen, giden için soruşturma başlattı.

Giden de, geri dönmek için dava açtı.

Gelen kadrolaştı.

Sonuç!..

Eksik bilgiden dolayı, sürekli zaman israfı. Dolayısıyla kaybeden bir ülke. Olmaması gereken, ideolojik kutuplaşmalar… Bu yanlışların faturasını bizler ödedik ve halâ ödüyoruz… İsimlerini yazdığım genel müdürlerin geçmişte yaptıkları çalışmalara, kariyerlerine bakar mısınız? Hangisi eksik? Hangisi beğeninizi hak etmiyor? Peki, şimdi de bu genel müdürlerin görevden alındıktan sonraki hallerine bir bakın.

Örneğin;

Sn.Nevat Ceylan siyasi bir kıyıma uğruyor ve 2 tam yıl boşlukta kalıyor. Hem de en verimli çağında. Kimse “ne yapıyorsun?” diye sormuyor… Kaybedilen makamla beraber % 25 oranında eksilen bir gelir… Kıyım hem maddi, hem de manevi… Ve bu durum, görevden alınan tüm genel müdürler için geçerli. Onları, önce bu ülkenin 150 civarındaki seçkin insanın işgal ettiği genel müdürlük makamına oturtuyorlar. Daha sonra da unutulmuşlar odasına…

Neden?

ÖNCE
SONRA
Nevzat Ceylan
1992-1995 /1997 Mart-Haziran
2 tam yıl boşlukta
“Unutulmuşlar odasında…”


Sn.Hüsrev Özkara son üç sene içinde yapmış olduğu çalışma ile tarihteki yerini çoktan aldı bile... Ama siyaset ona, tıpkı bir öncekine yaptığı gibi yaptı. Bir karış masayı üçe bölmesini emretti. “Unutulmuşlar odasında…”

Hangi canlı türü, öz evladına karşı bu tavrı sergiler?

ÖNCE
SONRA
Hüsrev Özkara
21.10.1999 - 28.02.2003

07.04.2003

Soldan sağa:A.Hüsrev Özkara - Rahmi Tekin - Cabir Subaşı
“Unutulmuşlar odasında…”

 

ÖNCE
SONRA
Prof.Dr.Mustafa Kemal Yakınkılıç
2003 / Mart- 2010 / Mayıs

Hüseyin KARAOSMANOĞLU
2010 / Mayıs - Eylül / 2010

Yaşar DOSTBİL
Eylül / 2010 - Aralık 2011
Ahmet ÖZYANIK
Aralık 2011 - ?
 
“ Kim bilir!.. Ne zaman? ”
“Unutulmuşlar odasında…”
 


Öyle ise bu insan kıyımının sebebi ne?

Bunun bir tek sebebi var siyaset…Şimdi, ben biliyorum ki, Sn. Prof.Dr. Mustafa Kemal Yalınkılılıç da en az diğerleri kadar başarılı olacaktır.

Belki de daha fazla!..

Sağduyu sahibi her insan bunu ister. Başarırsa, mutlu olmaz mısınız?

Cevabınız “evet” ise, yapılması gereken tespit; Dünya görüşü ne olursa olsun, sizi sevsin veya sevmesin “başaranı” alkışlamak, en azından bir görevdir. Ben, bu törene gitmek sureti ile bunu yaptığımı zannediyorum.

“Unutulmuşlar odası”nda olmak da, unutulmak için yeterli değildir.

Bu yazı 7990 kez okundu...