İspanya


22-29 EKİM 2012 ENDÜLÜS GEZİSİ

1.Gün

Madrid: Ankara – İstanbul uçuşu normal zamanında ancak İstanbul – Madrid hava muhalefeti nedeniyle 1 saat gecikmeli yapıldığı için Madrid’e geç ulaştık. Saat 14:00 civarı havaalanından çıkışta rehberimiz İlknur hanım tarafından karşılandık. Otobüsle panoramik şehir turunda Puerto del sol, Alcala kapısı (bir zafer takı).

Arena avlusu

Arena

Matador Heykeli (Arena avlusu)

Kraliyet Sarayı, Retiro parkı, önemli cadde ve meydanlardan geçilerek dolaşıldı. Cervantes Anıtı, (Don Kişot ve uşağı) ile boğa güreşlerinin yapıldığı Arena’da durularak fotoğraf çekme imkanı verildi.

Cervantes Anıtı

Otele yerleşilip, saat 18.00 den sonra ücretsiz gezilebilen Prado müzesine gidildi. Burada Velasques, El Greco, Goya, Murillo ve bu gibi İspanyol klasiklerinin çok sayıda büyük boyutlu resimlerini görebildik. Plaza Mayor’da -ana meydan- büyük dikdörtgen şeklinde, avluya bakan çok sayıda restoran, cafe bar var ve günün her saatinde hareketli. Burada rehberimizin önerdiği bir balık lokantasına oturduk. Siyah Paella -bildiğimizden değil- ısmarladık. Gerçekten simsiyah bir Paella geldi. Nedeni içerisindeki deniz ürününün mürekkep balığı olması. Kuşkusuz Madrid’i tanımak için bu yüzeysel tur yeterli değil.

Thyssen, Miro, Picasso, Arkeoloji, modern sanat eserlerinin sergilendiği Reina Sofia gibi müzeleri görmek ve şehrin cadde ve sokaklarını, parklarını gezebilmek için 2-3 güne ihtiyaç var. Ancak amacımız birçok kişi tarafından görülen Madrid ve Barcelona gibi kentleri değil Endülüs bölgesini gezmek olduğundan bu büyük kentte ancak yarım gün ve bir gece kalabildik.

2.Gün :

Madrid’de kaldığımız Husa Princess otel’de 07.00 de uyanarak kahvaltı sonrası otobüsle 08.30 civarında yola çıktık. İlk etap Toledo, 83 km’lik yolu yaklaşık bir saatte aşarak Toledo’ya ulaştık. Eski ve orijinal yapısına uygun olarak kalmış bir küçük kent. Nüfusu 100 000 civarında. Unesco Dünya mirası listesinde yer alıyor. Kuzeyden Toledo’ya ulaşan karayolu’nun şehre yakın kısımlarında güzel panoramik resim veren noktalarında otobüsler fotoğraf molası veriyor. Yolun aşağısında bir ırmak ve onun ötesinde yükseğe kurulmuş, eski yapıların tüm ihtişamı ile görülebildiği bir noktadan şehri fotoğrafladık.

Toledo

Şehrin genel görünüşü

Alcazar ve Katedralin çok uzaklardan bile etkileyici bir görüntüsü var. Irmağın ötesine otobüsler geçemediği için arabadan inip köprüyü yürüyerek geçip bir kısmını yürüyerek bir kısmını yürüyen merdivenlerle aşarak Katedrale dar, fakat kişilikli sokaklar geçerek ulaştık. Yol boyunca Musevileri sürgüne göndermeden önce yargılayıp tutukladıkları bir binanın önünden geçtik.

İnsan Musevilerin Dünya’nın birçok yerinde ve asırlar boyunca böyle aşağılanma ve sürgünlere uğratılmasına üzülüyor, şaşırıyor. Katedral şehrin en yüksek noktasında denebilir. Çok büyük değil belki ama çok önemli. Çünkü Hıristiyanlık boyunca en büyük din adamı Kardinal burada oturmuş ve dinin merkezi burası olmuş. Gotik mimarı hakim.

Beni etkileyen iki önemli özelliği El Greco’nun yaşamı boyunca bu kentte kaldığı ve eserlerini bu katedral için ürettiği. Nitekim çok sayıda El Greco imzalı resim katedralin duvarlarını süslüyor. Diğeri ise hazine bölümünün çok sayıda değerli ayin malzemesi barındırması. Yerel rehberimiz yaklaşık 70 yaşlarında bir İspanyol beyefendisi idi. Ancak kendi rehberimizin çok bilgili olması nedeniyle ona fazla bir iş düşmedi.

Katedral ve kentin sokaklarında çektiğimiz fotoğraflardan sonra yola koyulduk.

Katedral kapılarından biri

Katedral - Hazine dairesinden

Katedral - Hazine dairesinden

Altar

Gülümseyen Meryem ve İsa Heykeli

Katedralin içinden bir görüntü

Katedralin içinden bir görüntü

Bu kent özgün yapıları, mimari özellikleri, dar sokakları ile gerçek bir Dünya mirası. Altın ve gümüş tellerin çeşitli materyaller üzerine kakma tekniği ile işlendiği çeşitli motiflerin -dinsel ve dinsel olmayan- yer aldığı hediyelikler, kılıçlar dikkat çekici özellikteki ürünleri.

Daha sonra yaklaşık 2 saatlik bir yolculukla yemek yiyeceğimiz Restorana ulaştık. Bizim şehirlerarası konak noktalarına benzer, hediyelik ufak tefeğin de satıldığı bir self servis restoranda yemek yiyerek 2 saatlik bir yolculuk sonrası Cordoba’ya vardık.

Yol boyunca üzüm bağları, zeytinlikler dikkat çekiyor. Burada zeytinlerin genetiğiyle oynanarak 25 yıl ömrü olan verimli ve bodur zeytin ağaçları oluşturulmuş.

Yolun sonunda Cordoba kentine ulaştık. Cordoba’ya

Otobüsle girilmiyor. Quadalquivir Nehri’ni aşan eskisine benzetilerek restore edilmiş bir Roma köprüsünden yürüyerek eski kente girdik. Cordoba altın çağını 8 - 10’uncu yüzyıllarda yaşamış. Dönemde nüfusu 600.000 in üzerindeymiş. Bu tarihlerde Konstantinopolis, Paris nüfusu 50.000’e ulaşmayan kentler. Denilebilir ki Dünya’nın en kalabalık ve en zengin kenti. İslam dünyasının en yüksek uygarlığa ulaştığı Halifelik merkezi. İbn-i Rüşd, Zerkavi, Maymunides burada yaşamış ve çalışmış.

İlk göz hastanesi burada açılmış.

Cordoba Köprüsü'nden kente giriş

Cordoba Köprüsü'nden kente giriş

Çan Kulesi (Cordoba Camii Minaresi)

Cami Avlusu

İbn-i Arabi, Seneca yaşamının bir bölümünü burada geçirmiş. Çoğunun büst ve heykelleri caddeleri süslüyor.

          

İyi korunmuş eserlere, kent yapılarına özgün dar sokaklara, yer yer tarz konutlara sahip olduğundan çok turist çekiyor. 1236 yılında İslam’ın elinden çıkan ilk kentlerden birisi. Müslüman yöneticilerin birbiriyle anlaşamaması ve birleşerek güçlenen Hristiyan krallıklar bu sonucu hazırlamış.

Cordoba Camii inşaatına 786 yılında başlanmış. 200 yıl sonra çeşitli zamanlarda yapılan eklemelerle 30.000 kişinin ibadet edebileceği bir büyüklüğe ulaşmış.

Emevi mimari tarzı Halife (Halifa) Mimarisi unsurları görülüyor. Kubbesiz, dikdörtgen plan, büyük bir iç avlu –şadırvanlı- içinde 19 yatay 36 dikey koridoru oluşturan yüzlerce sütun muhteşem bir görüntü veriyor. Sütunlar birbirine kırmızı, beyaz ardışık dizili çift kolonla bağlanmış.

İçerisi loş, ama sonradan Hıristiyanlık döneminde yapılan değişiklikler caminin aydınlığı azaltılmış. Çünkü cami’nin bir kısmı bozularak Gotik Rokoko tarzı bir Katedral, Kilise haline getirilmiş. Kubbe çok yüksek, tavanda iki yerde aksakallı Allah figürü var. Koro ahşap yapısı, çok güzel ve büyük yaklaşık 125 koltuk.

Cordoba Camii iç görüntüsü

Cordoba Camii iç görüntüsü

Altar, çok sanatlı, zengin Camii ‘nin bazı kısımları Şapeller haline çevrilmiş. Ancak camii özgünlüğünü, büyüklüğünü, sadeliğini, etkileyiciliğini koruyor. Bence ışığını yitirmiş. Buranın da bir İslam, Hıristiyan dini yapılar yönünden üstünlük iddiasının konusu olması hazin ama çok görülür bir gerçek.

İslami dönemin kare planlı minaresi de yükseltilerek Çan kulesi haline çevrilmiş. Avluya turunç ağaçları dikilmiş. Daha sonra katedral çevresindeki Hıristiyan Musevi Mahallesi denilen sokakları gezdik. Çok sayıda buraya özgü hediyelikleri satan dükkan gördük.

Roger Graudy'nin evi

Roger Graudy'nin evinin avlusu

Bir İslam evi müze haline getirilmiş. Burada Roger Graudy oturmuş yanında eşi Selma Hanım hala binanın üst katında oturuyor. Graudy Fransız düşünür . Politikacı sol ideolog Cordoba’nın tanıtımı ve aslına uygun restorasyonu için çok çalışmış,

Müslüman olunca da görmezden gelinmeye çalışılmış. (Tipik çifte Standard)

Karanlık saat 8’de oluyordu, o saate kadar şehirde kaldık, havasını soluyup şehrin yeni bölümünde yer alan

Ayes Otele’e döndük. Güzel bahçesi, açık havuzu olan otel de akşam yemeği, bahçe turu ve Barselona Celtic maçının bir kısmını seyrederek yattık.

Yarın erken kalkıp Sevilla’ya doğru yola devam edeceğiz.

3.Gün :

Kahvaltı sonrası 8.30 da yola çıktık. Saat 10.00 - 10.30 gibi Sevilla’ya ulaştık. Yol güzel, doğal enerji kaynakları olmadığından büyük güneş panelleri yol boyunca görülebiliyor. Arazi tümüyle ekili, işlenmiş.

Çok geniş alanları işgal eden zeytinlikler, çiftçi ailelerinin en az iki hektar toprağı var. Tarım sigortası yaygın. Boğa çiftlikleri varmış, yayılan hayvan sürüsü görmedik. Köylerde yapılaşma düzgün, çiftlik evleri özenli, toprağı işlemek, ürünü toplamak için Fas ve Romanya’dan mevsimlik işçi geliyor. Tarımda nereye ne ekileceği devlet tarafından belirleniyor. Planlama var.

Sevilla kent nüfusu 1 milyon ve 1milyon da çevresi ile toplam 2 milyon insan yapıyor. Bir fuar kenti. Burada 1929 da ilk uluslararası fuar açılmış. İspanyol Meydanı bu fuar için yapıların merkezi, bir çok ülkenin fuar için yaptığı binalar şehrin merkezinin en güzel binalar, bunların çoğu konsolosluk vb. resmi görev binaları olarak kullanılıyor.

 

Sevilla Fuar Alanı

Sevilla Fuar Alanı

Bizet’nin Carmen operasında geçen hafif meşrep Carmen’in çalıştığı tütün fabrikası da burada yer alıyor.

Etnografya, Arkeoloji müzesinin yer aldığı ve önünde güvercinlerin bulunduğu küçük bir meydan ve parkın arkasında üç ayrı mimari tarzda yapılmış 3 bina göz alıcı. Bunlar Müdahhar, Gotik ve Rönesans mimarı özellikleri taşıyor.

Quadalquivir Nehri nedeniyle burası bir liman kenti kabul ediliyor. Okyanus’tan giren gemiler -çok ağır tonajlı olmayan- bu nehir yoluyla şehre kadar gelebiliyormuş.

İspanyol meydanı bir yarım daire şeklinde eyalet reyonlarının ortasında yüz metre yarıçapında çok büyük, kalabalık, renkli insan kalabalıklarını taşıyan bir alan çevresini kuşatan su alanı, iki büyük kule binası ve 4 köprüsü var.

929 fuarı için yapılandırılmış Santa Kruz -Kutsal Haç-küçük meydan çevresinde şehrin en eski dar sokaklarının ve hediyelik eşya dükkanları, restoranların yer aldığı alan.

Santa Kruz - Kutsal Haç

Burada bir sokağın adı ölüm sokağı Don Juan burada evden eve geçerek -zamparalık yaparken düşüp öleceğini rüyasında gördüğü için bu zanaattan (!) vazgeçmiş.

Ehl-i namus olmuş bir rivayete göre.

Dünya’nın 3. büyük Katedrali olan Sevilla Katedrali’ni sadece dışarıdan görebildik. Alcazar muhteşem bir eser. 10.yüzyılda İspanyol kral tarafından yaptırılmış. Müslüman ustalar tarafında, İslam mimarı özelliklerine göre yapılmış havuzlu avlu iç, dış bahçeler girişte Adalet binası ve sonra kraliçe’nin yatak odası 5.Karlos’un evlenmesi nedeniyle yapılan büyük salon, bunun duvarlarında büyük boy halılar, halılar…

Alkazar - İç Avlu

Alkazar - Bahçe

Alkazar - İç Avlu ve Bahçe

Alkazar - Bahçe

Alkazar - Bahçe

Tunus Deniz Savaşı’nı ve Türk denizcilerin bu savaşta yenilgisini tarihi çarpıtarak betimliyor. Kufi yazısı ile süslü duvarlar, taş ve ahşap işçiliğinin nadide örneklerini tavan süslemelerini görmek mümkün.

Bunların tümü aslına uygun restorasyonlardan geçmiş.

Bu sırada yoğun bir yağmur başladı. Saraydan bir süre çıkamadık. Sonra öğle yemeği için Katedrale yakın bir ara sokakta La İsla denilen esnaf lokantasına ıslanarak koşturduk. Balık, kalamar, karides gibi ürünleri yağda kızartarak kilo ile satan bir yer, tabak, servis vs. yok.

Kalınca bir kağıdı külah yapıp içerisine balıkları doldurarak tartıp veriyor, masaya gidip açtığın külah servis oluyor, elinde yiyorsun, güzel, taze, ucuz, içecek, salata dahil adam başına 5-6 Euro’ya doymak mümkün.

Restoran’dan çıktığımızda işportalardan edindiğimiz şemsiyelerle yağmur altında otobüse kadar koşturup binerek şehir dışındaki bir outlet center’e gidip yağmurdan korunmak ve alışveriş gibi zevkli bir işle vakit geçirmek için uygun oldu. Saat 7.00 civarında otele dönüp 8.00 de başlayan yemeğe oturduk.

Yemek sonrası 9.00-9.30 civarı çağrılan taksilerle Katedralin arkasında ki barlar sokağına 3 araçla ulaştık. Yağmur dinmişti ve hava çok iyi idi. Birkaç saat muhabbet sonrası yine araçlarla otele döndüğümüzde saat epeyce ilerlemişti. Yarını düşleyerek yattık.

 

Doç.Dr.Demokan EROL

04.12.2012 - Ankara

Devam Edecek...

Gelecek bölüm : Granada - Valencia - Barcelona

Bu yazı 4165 kez okundu...