ÇOK ÖZLEMİŞİM


ÇOK ÖZLEMİŞİM…

Hayatta her insanın bir motivasyon kaynağının olduğunu düşünüyorum. Hatta bazılarının birden fazla… Kişiyi hayata bağlayan, onun için olmazsa olmaz olan, gözlerinin içini güldüren, mutlu eden, kısacası insanın yaşadığı tüm olumsuzluklara rağmen dimdik ayakta durmasını sağlayan bir şey…

Benim için, avcılığın ayrılmaz parçası olan “atıcılık” sporu, yukarıda anlatmaya çalıştığım motivasyon kaynağım.

Tetiği ilk çektiğim 14.Şubat.1988 günü sanırım çok kötü sevdalandım ben bu spora. Öyle ki, bu uğurda okulu astım, arkadaşlarıma zaman ayırmadım, hatta ilk kız arkadaşımla birlikte olduğumda lise son sınıftaydım. Çünkü o zamana kadar benim tek sevgilim vardı; “Beretta682”… “Hiç, insan bir silaha aşık olur mu?” demeyin, ben oldum.

Bursa Bölgesi Beden Terbiyesi’ne ait bir silah olan Beretta (Serial Num: E59532B), bana zimmetliydi. O zamana kadar bana emanet edilen en pahalı malzemeydi. Çantasının şifresini bir tek ben biliyordum. Yapısal malzeme olarak sadece çelik ve ceviz ağacından ibaret silahımı, sanki kristal bir vazoyu korurmuşcasına koruyor ve üstüne titriyordum. Silahı tamamlayan, iki “koku” vardı, ilki malumunuz “barut” , diğeri ise, en iyi silah yağlarından biri olan “break-free” kokusuydu.

Dostlarım, ustalarım, ağabeylerim vardı poligonda. Hayatımın bekli de en mutlu 5 km’siydi evimizle poligon arasındaki o yol. Sürekli olarak “baba, biraz daha hızlı gidemez misin?” dediğimi hatırlıyorum. Bir an önce bitmeliydi o yol ve ben poligona, sevgilime ve ustalarıma kavuşmalıydım. Yeleğimi, kulaklığımı ve gözlüğümü taktıktan sonra ceplerime 10’lu paketlerde olan, MKE 9,5 numara, 32gr SİNOXİD fişeklerden koymak, sevgilimi özenle dolaptan çıkartmak, ejektör yataklarına birazcık break-free damlatmak ve sonunda “ben hazırım abi” diyerek ustalarla birlikte seriye girmek… Bu satırları yazarken bile aynı hazzı alıyorum desem sanırım abartmış sayılmam.


Üniversitede Beden Eğitimi ve Spor Bölümü’nde okuyor olmama rağmen atıcılıktan uzaklaşmak zorunda kaldım. Öncelikli neden, ODTÜ öğrenci yurdunda kaldığımdan dolayı silahımı ve fişeklerimi barındıracak yer bulamamış olmamdı. Tabiî ki Ankara’da atıcılık yapan ağabeylerim vardı ancak zaten bana emanet olan bir silahı ben de başkasına emanet edemezdim. İkinci neden ise Eryaman atış poligonu ve okulum arasındaki mesafeydi. Kendime ait bir aracım olmadığı için önce ODTÜ’den Sıhhiye’ye dolmuşla inmek, daha sonra tren ya da başka bir araç vasıtasıyla Eryaman’a gitmek. Bu yolculuk aslında sorunsuz gibi görünse de elinizde bir Beretta ve çantanızda 100 adet skeet fişeğiyle bir hayli sıkıntılı olabilirdi… Son olarak dersler ve özellikle de sınavlarımla, ulusal maçların çakışması istemeyerek de olsa beni bir seçim yapmaya zorladı; ya okuluma devam edip üniversite mezunu olacaktım, ya da atıcılığa devam edip sonu bilinmeyen bir yöne doğru gidecektim. Tahmin edileceği gibi okulu seçtim ve hayatta yapmaktan en çok haz aldığım şeyden vazgeçtim. Tek tesellim uzun yıllar atıcılık yapılabiliniyor olmasıydı. O dönemde dünya klasmanındaki atıcılar ortalama 35-45 yaşlarındaydı. Bu da demek oluyordu ki, mezun olduktan ve hayatımı yoluna koyduktan sonra tekrar elime silah alabilecektim.

Geçen oniki yıl boyunca silah keyfimi avcılıkla bastırmaya çalıştım. Ama takdir edersiniz ki ikisinin de yeri bambaşka… Zaman zaman o günleri düşünüp özlem duyduğumu hatta ağladığımı söylesem sanırım abartmış olmam. Zorlu ve stresli müsabakalarda tüfek atmayı, müsabaka sırasında tribüne bakıp babamı sigara içerken görmeyi, kendime rakip gördüğüm arkadaşlarımın attığı skorları takip etmeyi, Bursa poligonunun gelmiş geçmiş en iyi aşçısı olan Kara Murat’tın köftesinin yanında Uludağ gazozu içmeyi, antrenman aralarında babamdan gizli olarak poligonun en ücra köşelerinde Mert ve Barbaros’la birlikte sigara tüttürmeyi, başarıyla biten bir müsabakanın ardından gelen tebrikleri kabul etmeyi, cumartesi günleri arkadaşlarım sinemaya giderken “kusura bakmayın antrenmanım var” demeyi ve bunlara benzer bir sürü şeyi o kadar özledim ki…

2008 başında Bursa’dan gelen bir telefonla az önce saymaya çalıştıklarımı “tekrar yaşama ihtimalim” olduğunu öğrendim. Telefonun diğer ucunda eski atıcılardan Ayhan Özdemir vardı. Kendisi Bursa Çekirge Avcılık ve Atıcılık kulübünün başkanı olmuş ve benim bu kulüp adına yarışmamı istiyordu. Yaşadığım sevinci tarif etmem inanın imkansız. Hiç düşünmeden kabul ettim ve lisans işlemleri için çalışmalara başladım.

Tekrar eski günlerdeki gibi başarılı olup olamayacağım kesin değil. Çünkü o zamanlar, tabir yerindeyse “kafamın içinde bin tilki dolaşmıyordu”. Atıcılığın yanı sıra tek düşünmem gereken şey okulumdu. Şu an durum gerçekten farklı, iş hayatı, evlilik, küçük oğlum vs… Amerikalı üstadın dediğine göre; “bir atıcı başarı istiyorsa, tetiği çekerken atıcı-silah-plaka üçlüsünün arasına bir dördüncü objeyi sokmamalıymış”…

Bu gerçekten hareketle aynı başarılara imza atmamın çok zor olduğu aşikar. Ama olsun, yine de çok mutluyum. Eski arkadaşlarımla beraber aynı ortamda olmak, onlarla beraber aynı stresi yaşamak, kaçan bir plağın ardından küfreden bir dostuma “unut gitsin, daha önünde vurulmayı bekleyen bir sürü plaka var” diyebilecek olmak, genel antrenman sonrası çekilen kuralar sonucu, maç günü hangi seride kimlerle atacağıma bakmak için kafile başkanının peşinden koşmak, müsabaka arifesindeki gece akşam yemeğinde “abi bu akşam iki dubleden fazla içmeyelim, yarın maç var, eğer yarın iyi skor atamazsak bu geceyi yarın akşam telafi ederiz” demek, grubun içindeki genç atıcılara “çömez” muamelesi yapmak (zira zamanında bana çok yapılmıştı, ancak, enteresandır ki bu durumdan hiçbir zaman gocunmamıştım), maç sonunda kötü atanlara teselli verip, iyi atanların elini sıkmak, tüm dostlarla bir dahaki müsabakada görüşmek üzere vedalaşıp eve doğru yola çıkmak…

Atıcılık hayatım ve ona karşı hissettiklerim hakkında saatlerce hatta günlerce konuşabilirim. Ancak takdir edersiniz ki bunun için ne sizlerin yeterince sabrınız, ne de benim zamanım mevcut. Anlatmak istediklerimi iki cümle ile özetlemem gerekirse, büyük üstad Sn M. Emin Bora’dan yardım almam gerekir;

Zaman kum gibidir... Onu avucunuzda sıkarak, uzun süre tutamazsınız.
Elinizde kalan bir kaç kum tanesi ise, hoşça geçirilen vakitlerden başka bir şey değildir…

Zamanı geldiğinde hepimizin elinde yeterince kum tanesi kalması dileğimle, sağlıcakla kalın…

Bu yazı 3477 kez okundu...