Avcılık ve Zeka İlişkisi


                                                                                    

                                                                                                               

                                                                                                                                                                               Göğ Çalap – Arif Kiraz -Edip Özgür       

Haymana Mangal Dağı- Ataköy  / Eski adı   Kaltaklı
 
Son yazımda bu sene  vefat eden avcı kardeşlerimin isimlerini anarken  bu vesile ile de o muhteşem yüreklerini elimden geldiği kadar sizlere anlatmaya çalıştım. Zaman zaman yaşım icabı eski defterleri karıştırıyorum. Dosya adı Mangal Dağı olunca ister istemez durdum. Bir dizi anı olanca hızı ile gözlerimin önüne geldi. Bu dağda yaşadıklarımdan başlı başına bir kitap olur. Belki de en az bunun kadar önemli olan bu kardeşlerimle birlikte yaşadığım anılardır. Fotoğrafta görülen üç   kardeşimi de son 5 sene içinde kaybettik. Mekanları cennet olsun. Hali hazırda sadece Sadık Uzun kardeşim yaşıyor. Sadık Usta kısa aralıkla çok ciddi 2 beyin ameliyatı geçirdi. Çok zor günler yaşıyor. Kendisine Allah’tan acil şifalar diliyorum. Sadık Uzun’u anlatmanın çok zor olduğunu düşünüyorum. Benim ustamdı. Ne öğrendimse onun ve Arif Kiraz’ın üstümde çok emeği vardır. Onun için de ayrı bir yazı yazmayı planladım. O da çok sıra dışı bir avcıydı. Lütfen bu mazeretimi kabul buyurun.
                                                                                                                            
                             
   
Fotoğraf karesinde görüldüğü hali ile sol baştaki arkadaşım mavi gözlü olduğu  için yöredeki namı “Göğ çalap” idi (Eski Türk boylarında “Çalap” Tanrı anlamında kullanılıyor.) Alem Beyli köyüne yakın bir köyde çiftçilikle iştigal ediyordu. Harman zamanı biçer döver kullanarak geçimini sağlardı. Hızlı yürür, iyi silah kullanırdı. Ben onun çok yağmurlu bir günde tek bir kekliği koşa koşa yakaladığına kısmen şahit oldum. Düşünebiliyor musunuz? Bir adam sağanak yağmur altında koşuyor, bir ara yukarı, daha sonra bir sağa bir sola… Gözden kayboluyor… ve yaklaşık bir saat sonra yanımıza geldiğinde elinde kocaman bir yoz  keklik vardı . Keklik en az 7-8 kere kalkmış… Süreç sonunda kanatları ıslanınca Çalap da onu elleri ile yakalamış. Bu avlanma metodu maalesef Anadolu’da kısmen de olsa halen yaygındır. Özellikle kar yağışının yoğun olduğu günlerde çok sayıda insan dağa çıkar. Silah kullanmazlar, her biri bir tepeye çıkar. Kimi teneke çalar kimi de yüksek sesle bağırır. Keklik hangi tepeye çıkarsa çıksın onu oradan kovalayacak birileri mutlaka vardır. Süreç içinde oradan oraya kaçan keklik yorulur. Vücudu sıcak, dolayısıyla da kanatları ıslaktır. Bir süre sonra takati kalmaz, elle yakalanacak hale gelir. Bazı yörelerde bu ava "hay huy" avı denir.  Dağda Göğ Çalap'ı koşarken görseydiniz onun için “Bu adamın aklından zoru var” diye düşünürdünüz. Aslında yapmaya çalıştığı hay huy avıdır. Bu avlanma türünü asla tasvip etmedimiğimi söylemek  isterim.  
Bu av çok sayıda insanla yapılan bir avlanma türü olduğuna göre, Göğ Çalap’ın kendine olan güven duygusunun ne denli yüksek olduğunu kolaylıkla anlayabiliriz. Onda grup disiplini yoktu ama, var olan düzeni de bozmamaya çalışırdı. Çok misafirperverdi. Onun için dağda gezmek oyun oynamak gibi bir şeydi. İyi bir izci olduğundan ise hiç şüphem olmadı..   
Arif Kiraz. Bu can dostumu bir evvelki yazımda anlatmaya çalıştım. Kelimenin tam anlamıyla aile babası, çok iyi bir  iz sürücüsüydü. Ruhu şad olsun.
Edip Özgür…
Burada duralım! 62 senedir dağda gezerim… Edip gibi bir avcı hiç, ama gerçekten hiç görmedim. Edip Özgür şairdir, hatiptir, entelektüeldir, türkücüdür. Yeri gelir Alevi dedesi olur, yeri geldiğinde Fransızca konuşurken bir anda karşınıza o çok sıkı bir eşkıya çıkabilir! Şeytanın aklına gelmeyecek her şey Edip için günlük sıradan vakalardır. Edip Özgür için her şeyi söyleyebilirsiniz. O benim gördüğüm en sıra dışı avcıdır. 
Edip 1950'li yıllarda eşkıyalığa soyunmuştur. Dağa adam kaldırıp, aldığı fidye ile geçinmektedir. Bu arada bu işin ilelebet sürmeyeceğinin de bilincindedir. Babadan kalan araziyi ekiyor havalar kötü giderse de ikinci işi olan eşkıyalığa dönüyormuş. O sene (!)  çalışmış çabalamış tarlasını bir güzel ekmiş. Bir sabah Namazdan sonra tarlanın başına gelmiş ellerini semaya açarak; ”Allahım gördün işte çalıştım, çabaladım, ikiledim, gübreledim, suladım… Vereceksen ver, gerisini sen bilirsin… Oldu oldu. Olmadı çok Müslümanı dağda zorunlu olarak misafir edeceğim“ demiş. “Memmet bey, o sene Cenabı Allah bir ekin verdi! Ne deyim ben sana! Bir para kazandım ki sorma gitsin. O yıl son oldu bir daha hiç kimseye kötülüğüm olmadı, tövbe ettim” demişti. Bu öyküyü Edip’in ağzından dinleseydiniz şu anda gülmekten gözünüzün yaşını silemezdiniz. Bu ve benzeri yüzlerce öykü dinledim. Hata bende. Onları sesli olarak kaydetmeliydim. Ona “av camiası içindeki22 "son meddah” dersek az bile söylemiş olabiliriz... Ünlü türkücü, bestekar, ozan, Neşet Ertaş’la düğünlerde karşılıklı atışırlarmış. Özde sıra dışı bir avcıdan bahsediyorum. 
Bir öykü daha aktarmak isterim. Haymana yakınlarındaki Türk Şerefli Köyü’ne keklik avı için gittik.1960 model bir Dodge binek arabası kullanıyorum, 5 kişiyiz. Yoğun kar yağışı var. Yolu şaşırdık, kendimizi bir köyün ortasında bulduk. Saat sabahın körü tüm köy halkı uyuyor. Araba zaman içinde soğudu. O arabanın dışına çıktı. Bir hesabı olduğunu anladık ama çözemedik. 15- 20 dakika sonra sabah ezanı okundu. Edip ellerini ovmaya başladı. Ben de onu gözle takip ediyorum. Bu sırada yakındaki bir evin ışığı yandı. Edip doğrudan kapıya yöneldi ve zerre kadar duraksamadan kapıyı çalmaya başladı. Ben şimdi ne olacak diye kara kara düşünürken kapı açıldı ve hararetli bir konuşma başladı. Bana sorsanız adam Edip’e fırça atıyor derdim. 3-5 dakika daha geçti, Edip el kol işareti yaparak bizi eve çağırdı. Tabi ki gittik hem de son hızla. İçeriden yüzümüze vuran sıcak hava canımıza can kattı. Kısa bir zaman aralığından sonra Edip konuşmayı yönlendirmeye başladı. Edip soruyor yaşlı amca cevaplıyordu. Ortada birkaç isim dolanmaya başladı. Yaşlı amca Edip’in söylediği isme itiraz edince Edip, derhal 3-5 dakika önce dedenin söylediği bir ismi sanki önce kendi söylemiş gibi gündeme getiriyordu. Yaşlı amca ne diyeceğini düşünürken Edip arka arkaya hamleler yaparak tartışmayı istediği yöne çevirecek hale gelmişti. Sürekli olarak bir akrabalık bağını ön plana çıkartmaya çalışıyordu. Yaşlı karı koca da bir yandan ne olduğunu anlamaya çalışırken bir yandan da sobaya tıka basa odun dolduruyorlardı… Çaydanlık görüldü sofra bezi de yere serilince birinci raundu 5 sıfır aldığımız artık tartışılamazdı.                                                                                                           dı.  
Takriben bir saat kadar o sıcak odada kaldık. Edip, yaşlı amcaya dönerek, “Yerköy’e gelirseniz mutlaka bizde kalacaksınız yoksa küserim ha..."  dedikten sonra her ikisinin de ellerini öperek dışarı çıktı, arkasından da bizler…
Arabaya biner binmez Edip’i soru yağmuruna tuttum. Kim Bunlar? Bu akrabalarından bana hiç bahsetmedin dedim. Onun o yüzünü görmenizi isterdim. Şeytani bir bakış her şeyi fazlası ile anlatıyordu.a bana anlattığına göre Haymana’dan bir gelin Yerköy’e gelmiş. Edip’in tüm bildiği bundan ibaret. Gerisi! Gerisi tamamen kurgu… 
 
Arabamızın  o yollarda hareket etmesi imkansızdı. Arabayı evin yanına park edip bayır aşağı sallandık. Arazi kar altında, hava ise çok soğuktu.
Birkaç tepe aşınca ısındık. Engin bir bilgi birikimimiz vardı… Karlı havada kekliği nerede bulacağımızı çok iyi biliyorduk. Bunun temel ilkelerini bilmiyorsanız… Evde otursanız daha iyi olur derim. Bir saat sonra arazinin en üst noktasına gelince yeni yağan kardan ötürü keklik izlerini kolaylıkla takip edebiliyorduk. Bir süre sonrada birbirimizden koptuk. Aradan uzunca bir zaman geçti. Gün kısa, hava soğuktu. Had safhada yorgunluk emareleri başladı. Uzaktan işaret yöntemi ile köye dönme konusunda fikir birliğine vardık. Hızlı gitsek en az 4 saatlik bir yol bizi bekliyordu. 2 saat sonra hiç kimseyi göremez oldum. Köyün camisi çok ama çok uzaktaydı… Köyden aşağı inen bir yolu tanıdım. Bu yola erişebilirsem gerisi kolay olur diye düşündüm. Öncelikle aşağıya gidecek, oradan da geldiğim yoldan köye dönecektim. Tam geldim derken yeni bir tepe aşmam gerektiğini birkaç kere yaşayınca moralim bozulmadı dersem yalan olur. Takriben 1 saat kadar sonra köye giden yolun üzerinde bir traktör gördüm. Bana orada ne oluyor diye sorsalardı, “Traktöre bir şeyler olmuş, başındaki iki adam da onu tamir etmeye çalışıyorlar" derdim.  Bir anda tempomu yükselttim. Bu traktörü mutlaka yakalamalıydım. Takriben yarım saat sonra adamları daha net görmeye başladım. Ben bu iki kişinin hala ne yaptığını anlamadım. Yere eğilip traktörün altına bakıyorlar daha sonra, kaputu açıp içine bakıyorlar!.. Hızımı artırmaktan başka çarem kalmamıştı. Mesafe azalınca Edip’i tanıdım. Moralim düzeldi. Kısa süre sonra yanlarındaydım. “Kolay gelsin” diyerek  bir selamlaşma faslı yaşadık.  İkili muhabbet kaldığı yerden devam etti. Ben de sinirlendim.                                                                           
Edip avı ticarete çevirmişti. Çok özel bir traktör ararmış, o da bu köyde karşısına çıkmış. Az sonra pazarlık sonlanacakmış… Ne diyebilirim ki. Kös kös beklemekten başka yapacağım bir şey kalmamıştı.
Edip, motor kapağını açtı ve bir dizi ahiret suali arka arkaya yağmaya başladı. Defterler açıldı, kağıt kalem bulundu, fiyatta tam anlaşamasalar da karşılıklı olarak adresler verildi, alındı. Adam motora bindi köye doğru direksiyon kırdı. Edip motorun yanına geldi, eli ile köyü işaret edince adam da bize atlayın işaretini verdi. 
Köye geldik. Adamla Edip son bir kere daha konuştular, eller birbirini tuttu ve bir aşağı bir yukarı hızla sallandı ve hayırlı olsun diyerek ellerini çözdüler. Edip aradığı traktöre nihayet kavuşmuştu.
 Bu arada diğer arkadaşlarımız da geldi. Adam evine giderken biz de arabamıza bindik. El sallayarak veda ettik. En nihayet ben patladım 
- “Pes  vallahi Edip bey. Dağ taş demiyorsun ticareti her yerde yapıyorsun” dedim. 
Şapkasının altından bana bakan o muzır bakışı asla unutamam. Özelikle de gözleri… O  gözler  aklımdan hiç çıkmıyor. Edip bana bakarak: ”Seni tepeye  çıkınca gördüm. Sen gelene kadar bu adamı orada nasıl tutacaktım” demez mi!..
Edip  hem  senarist, hem teknisyen, hem  başrol oyuncusu ve yönetmendi. Bir kurgu ancak bu kadar mükemmel olabilirdi.     
                                                                       
                                                 
                                     
 
 
 
Benim de çok yakın dostum olan Kurmay Albay Ruhi Orbay da avcıydı. Rahmetli Edip’le iki kere ava çıktı. Daha sonra sadece Edip'le sohbet için Ankara’dan 150 km. öteye Alem Beyli köyüne beraberce gittiğimiz bile oldu.
Allah’tan kaybettiğimiz tüm avcı kardeşlerime rahmet diliyorum. Ruhları şad olsun. Avcılar çok renkli insanlardırKötüsü yok mu tabii ki var. Siz iyilerle dost olun… Kulaklarımı mutlaka çınlatacaksınız. 
Not: Bu öykünün üzerinden yaklaşık olarak 50 yıl geçmiştir. Yazımda anlatmaya çalıştığım  hay huy avı beni çok üzer. Ne bir insanın ne de bir hayvanın çaresizliğini izleyemem. Az da olsa empati yapabilirseniz kanatları ıslanan bir kekliğin yerine kendinizi koyabilirseniz… Ne demek istediğimi kolayca anlayabilirsiniz. 
Avcılıkla ilgili yasanın mutlaka revize edilmesi gerekir diye düşünmekteyim. Son sözüm parlamentoda görev yapan siyasi partilere mensup milletvekillerine olacak. Avcılıkla ilgili olarak önce kendimize, daha sonra da Batı Dünyası’na bakın. Amerika, Almanya, İspanya, İtalya v.b ülkelere… Orada yabanhayatı her geçen gün zenginleşiyor, bizde ise  tükenmeye doğru hızla yol alıyor.    
Soru çok basit. Neden?
Cevap :
Çalışmıyoruz. Çalışıyor gibi yapıyoruz…. Yaklaşık olarak 900.000  km kare vatan toprğını sayıları komik derecede az olan (500 orman muhafaza memuru ile koruduğumuzu düşünüyoruz. Araç gereç, özel ayakkabı, silah, telsiz alımları son derece yetersiz. Üstelik bu malzemeler sahada görev yapan koruma ve muhafaza memurlarının eline geçmeden konuyla en ufak ilgisi olmayan masa başında çalışan memurlar tarafından hızla  kapışılıyor. Gerçek ihtiyaç sahibi ise acı acı onları izliyor.
Sorun sadece bu değil. Bu personel 7-24 dağda gezecek... İşin aslı bu. Peki onların fazla mesai ücretleri ne olacak, özlük haKları ne olacak?. 
Milli parklarda çalışan mühendislerinizi acilen Polonya, Macaristan, İtalya, Fransa, hatta Amerika’ya  en az 2 aylığına eğitime gönderin. Lisan bilenlere öncelik verin ki evlerinde boş zamanlarında  bilgisayar  oyunları oynamaktan vazgeçsinler...
Özde, bu ülkenin sorunları çözülemez demeyelim…         
Çözüm  yolları mutlaka vardır. Sorun bilgili insanların yetkileri yoktur. Yetkililerin de bilgisi…İşin içine bir de siyaset girdi mi… Ayıkla pirincin taşını...
Sağduyulu bir insanın yüzünüz kızarır… Köklü bir değişimin vakti çoktan geldi de geçti bilel…  Ben bu yönde bir beklenti içindeyim. Dilerim ki yanılmam… 
Empati yapabilsek pek çok problemi çözeceğiz. Merhamet insana özgü bir kavramdır…Özellikle de avcılara sesleniyorum… Bu zenginliğimizi kaybedersek   yerine çok zor koyarız…. Bunu en iyi siz anlarsınız.
           
                                                                                                                                    Bir insanın zekâsı, bilgisine göre değil,
                                                                                                                         bilgi edinme yeteneğine göre ölçülür. 
                                                                                                                                                                                   /  Bernard Shaw
 
Not: bu yazımda sadece   3 avcı kardeşim, ile ilgili anılarımı sizlerle paylaşma imkanım oldu. Sadık  Uzun  ve Hayri  Beyle ilgili anılarımı bir sonraki yazımda sizlerle paylaşacağım. 
  
 
Mehmet Emin Bora 
 27.01.2022/ Ankara  
 
 
 

Bu yazı 1427 kez okundu...