MEHMET EMİN BORA
MEHMET EMİN BORA
İlk adı Mehmet, ikincisi Emin,
Evi kitap dolu, duvar ve zemin,
Vicdanlara verilen söz olarak,
Avcılar için hazırladı yemin.
Malatya’dır baba dede ocağı,
Kalp kırmaz, geniştir gönül kucağı,
Sorun pek çoktur parmak basılacak,
Daha çok konu vardır yazacağı.
Tekir, Gülek, Namrun onun yaylası,
Gıcırdaktır oyuncağının hası,
Silmek için çabalıyor, yazıyor,
Zihinlerde yapışıp kalan pası.
Subay babasıyla ülkeyi gezdi,
İlkesiz insandan usandı bezdi,
Sadece gazete yazısı değil,
Avcı eğitim kitabı da yazdı.
Elinde makine üçüncü gözü,
Belge ile doğrular birçok sözü,
Yazmayı öğütlerken şiarıdır;
Söz uçup gider, baki kalır yazı.
Ankara’da açtı ilk av kursunu,
İyi çalıştı verdiği dersini,
Çıkar beklemeden hep koşup durdu,
Düşünmedi bile bunun tersini.
Yazarken bam teline basar sazın,
Elinizi tutan yok, siz de yazın,
Bazıları yıkıcı eleştirir,
Bilmezler nasıldır ayağı kazın.
Üç tür insan vardır dedi yaşayan;
Biri bilgi, diğeri laf taşıyan,
Bir diğeri merhem olmaz yaraya,
Her fırsatta yaraları kaşıyan.
Gezdi, gördü insanı çeşit çeşit,
Çoğu yaşlanmış, olamamış reşit,
Dedi ki, umutsuzluğa düşünce;
Oğlum İreşit, sen söyle sen işit.
Bir uçtan bir uca dolaştı yurdu,
Öğrenmek için araştırdı, sordu,
Gelecek avcılara örnek diye,
Eğitim ve üretme vakfı kurdu.
Sanki kafada kalan tek bir ak saç,
İstemez hiç ne bir taht, ne de bir taç,
Doğaya olan dostluğuna şahit,
Gelin Kayası’ndaki yalnız ağaç.
Sık sık kılıç vuruyor kör düğüme,
İnanırım gözümle gördüğüme,
Bütün dünya görüyor gökyüzünden,
Hala durur Kemaliye’de güme.
Ta sınıra gönderdi onu ordu,
Sınırda katırize birlik kurdu,
Yalnızca dalda duran kuşu değil,
Havadaki beş kuruşu da vurdu.
Görünce Akyurt’taki hasta kızı,
Yüreğinde hissetti derin sızı,
Alıp onu Ankara’ya götürdü,
Gösterdi bize insanlığımızı.
Gözyaşı Sorgun’daki yalnız çamın,
Heveslisi değil hiçbir makamın,
Hiçbir işte şahsi çıkar gözetmez,
Hası böyle olur ancak adamın.
Eğit, üret, paylaş, bütün ilkesi,
Okumaya davet eder herkesi,
Sadece vicdanlı avcının değil,
Kurdun kuşun, börtü böceğin sesi.
Av hayvanı kalmadı, av pek kesat,
Her konuda türedi fitne fesat,
Avcılığı kısaca özetledi;
Akılcı avlanma, rasyonel hasat.
Ne avımız bol, ne doğa parkımız,
Tüketmeyi över her bir şarkımız,
Tüfek gelişti ama, yoktur dedi;
Taş çağındaki insandan farkımız.
Süresi yok, güreşir karakucak,
Bu maya elbette bir gün tutacak,
Üretti geleceğe güzel miras,
Kalite timsalidir Bora Bıçak.
Çevrecisi seçildi geçmiş yılın,
Verin ki doğaya, karşılık alın,
Hep beraber çabalayalım dedi;
Eli taş altına sokalım, gelin.
İmrenir insan böyle nazik eşe,
Vız gelir ona tasa ve endişe,
Bu işlerin çoğunu yapamazdı,
Ümran Bora destek olmasa işe.
Bora geliyor, Aluç Dağı eğil,
Durduramaz onu hendek ve ağıl,
Babası garip kedi ve ağacın,
Sadece Tolga ve Pınarın değil.
Kimi ararken öküzde buzağı,
Göremezken önündeki tuzağı,
Ece ve Çağla’nın yaşamlarında,
Dedeleri gösterecek uzağı.
Biri Ankara’nın gür sopranosu,
Diğerinin yeri doktor odası,
Bundan ne kadar gurur duysa azdır,
Olça ve Mete’nin kayınbabası.
Ali bu durumu böyle gözledi,
Yapılanı özetleyip sözledi,
Çözüm bulmak için her sorununa,
Bora Hocası gibi yol izledi.
Ali Şahin Yeşilköy/İstanbul, 04/09/2014, Saat:14:00