Yarım kalan yazı !..
- 2020 yılı benim için, göreceli de olsa "hoş geçmedi" diye düşünüyorum. Kimin için iyi geçti ki? diye sorarsanız... "Vardır herhalde" derim.
Ben ktü bir yaz dönemi yaşadım. Çünkü hayallerimin hiç biri gerçekleşmedi. Hiç mi iyi bir şey olmadı? Olmaz mı? Paylaşmak isterim.
2020 yılının Nisan ayının 2. yarısında pandemi nedeni ile Ankara'dan ancak özel izin alarak Çamlıdere'ye gelebildim. Çünkü nüfus kütüğümü çamlıdereye taşmıştım..
Özellikle kütüphanenin yeni sezon başında açık olmasını arzu etmiştim. Aksi halde birileri gelecek ...Kapı duvar!. Ölsem daha iyi. (Ben sözümü tutamazsam bu ruh halini yaşıyorum.)
!..
2019 yılının Nisan ayının 1. gününden Kasım ayının ilk haftasının son gününe kadar sabırla bekledim...
Kütüphaneye tek bir Allah'ın kulu uğramadı...
Ankara'ya geldikten bir kaç gün sonra, bir kişi beni telefonla arayarak kütüphaneden bir kitap almak için geldiğini,
kütüphane kapalı olduğu için beni telefonla aradığını söyledi. Çok utandım doğrusu. Hemen sordum.
- Size nasıl yardımcı olabilirim?
- Kız kardeşime okulda ev ödevi verildi. Şimdi ona Orhan Kemal'in - Murtaza isimli romanı" lazım diyerek sözlerini sonlandırdı.
Anladığım kadarı ile kitap okunacak, özetlenecek. Süper. Keşke her sene bu yönde onlarca benzeri ödev verilebilse...
"Genç nesil, ancak bu suretle okuma alışkanlığı kazanabilir" diye düşünüyorum.
Üzülerek o kitabın bende olmadığını söyledim ve hızla cümlemi sonlandırdım.
- Bana "24 saat izin verin" size mutlaka geri döneceğim" dedim. Anlaştık.
Ertesi gün taksi ile Ankara kazan ben kepçe kitapçıları tek tek dolaştım. Kitabı buldum ve aldım.
Hemen paketledim. Akşam üstü Ankara'dan kalkan son Çamlıdere arabasına teslim ettim. İşi sağlama bağlamak için de kızımızın abisine telefon açtım.
Haberi ilettikten sonra da bir istekte bulundum. "Kardeşin ödevi sonlandırınca lütfen bir kopya da bana verin.
Ben de okumak isterim" dedim. O da "Tamam" dedi..
Aradan tam tamına bir yıldan fazla bir zaman geçti. Ne arayan, ne de soran oldu.
Keşke sadece bununla kalınabilseydi. Kitap da geri gelmedi.
2020 yılının Nisan ayında Çamlıdere'ye gittim. Eve yerleştikten iki gün sonra da abisinin çalıştığı işyerini buldum.
Yüz yüze hiç görüşmediğimiz için ilk iş olarak kendimi tanıttım ve sordum.
- Ne oldu ödev bitti mi? Hani bana ödevden bir fotokopi gönderecektiniz?
Cevap çok kısa ve netti.
- Ben bilmiyorum.
- !..
Aramayı biliyor, yükümlülüğünü anımsamıyor bile!
Ben de netleştim.
-Tamam ben anladım. Lütfen yarın kitabı getirin" dedim ve ayrıldık.
Ertesi gün abi çarşıda alışveriş yaparken beni yakaladı. Kitabı aramışlar taramışlar bulamamışlar
"Kitap yok, kaybolmuş " dedi. Bu benim için sürpriz olmadı.
Ben mesajı birinci gün almıştım. Hicaptan (!) eser yoksa lafı uzatmanın da anlamı yok...
Aynı ortamı paylaşıyor gibi görünsek de aynı dili konuşmadığımız kesin...
(... )
Ne yapmam lazım? Bu sizin öykünüz olsa siz ne yapardınız?
-(!)
Bu sorumu 100 kişiye sormuş olsam çok büyük bir ihtimalle :
"Allah sana akıl fikir ihsan etsin.Ya senin işin yok, ya da paran çok, beter ol" derdi diye düşünüyorum.
İşim yok. Bu doğru çünkü 76 yaşındayım. Param da yok. Ama doğru bildiğim yoldan asla geri dönmem.
Böyle bir zaafım var. Dilerim ki derdimi anlatabilmiş olayım.
(!)
Hızla bir plan yaptım. Doğruca Kaymakamlık binasına giderek İlçe Milli Eğitim Müdürünün kapısını çaldım.
Görevli hademe bana yaklaşarak "Müdür bey yok, yerine Sevgi hanım bakıyor" dedi .
(Sevim de olabilir. Hata yaptıysam çok çok özür dilerim.)
İşaret edilen kapıyı usulünce çalarak odaya girdim. Hoca hanım birisi ile görüşüyormuş.
Özür dileyerek geri geri çıkmaya çalışırken hoca hanım bana dönerek, "Buyrun sizi dinleyebilirim'' dedi.
Şu ana kadar size ne anlatmaya çalıştıysam aynısını hocaya da anlattım.
İlave olarak dilekçe yazarak ilgili kişileri Milli Eğitim Bakanlığı'na şikayet edeceğimi söyledim.
Hoca yakın ilgi gösterdi, o da üzülmüştü."Ben de araştıracağım'' dedi. Kendisine içtenlikle teşekkür ederek ayrıldım.
Silsile-i meratibi tamamladım. Şimdi bir sonraki faza geçebilirim diye düşündüm.
Aradan birkaç gün geçti. Abi kitabı bulmuş!.. Ne olduysa!..
Tanıdığım bir esnaf dostuma vermiş. O da bana verdi.
Kitabın fiyatı 18.00 TL. Taksiye harcadığm para 115 TL seviyesinde .
Ben yaşta bir adam gün boyu koşuşturuyor, o da olmadı bir eli ile verdiğini iki eli ile zor alıyor.
Bunlar da yetmiyor. Oturup cidi ciddi yazıya döküyorum... Sizce neden böyle yapıyorum?
Neden acaba!..
Bu ülkede yaşayan milyonlarca insan kanaatini iki kelime ile ifade edecek kadar zekidir.
-"Aptalsın da ondan"
O da kabulüm... Aklın ve itibarın bankadaki mevdut tutarı ile ölçüldüğü bir dönemi yaşıyorsak...
Ben aptal kalmakta ısrarcıyım. Hatta bundan mutluluk da duyarım...
Ama bu aptal adamın söyeleyeceği bir kaç şey var.
-(!)
Kitap okumazsanız!... Hayatı asla anlayamazsınız. Üstüne üstlük büyük bir ihtimalle gülersiniz. Neye mi?
Ağlanacak halinize...
Çünkü bilmediğiniz bir şey var... Size son gülen hayat olacak.. Ama acı acı...
Geçmiş olsun, tren çoktan kaçtı...
İnanmayacağınız bir şey daha söyleyeceğim.
Bir gün gelecek bu olayı mutlaka anımsayacaksınız.. Ağlamasanız da... Yüreğinize inceden bir sızı düşecek...
Nereden mi biliyorum!. Sizin geçtiğiniz bu yoldan ben 60 sene önce geçtim.
Yanlış yaptım. O yanlışları düzeltebilmek için onlarca sene çaba sarf ettim.
Siz bu yüklü faturayı "ödemeyin" diye çırpınıyorum.
İnşallah ben yanılırım. Yeter ki siz hayata yenik düşmeyin.
Bir ilçe düşünün, köyleri dahil olmak üzere yaklaşık 15.148 kişi yaşıyor. (2018)
İlçede bir kütüphane vardı, 4-5 sene önce kapandı. Üzülene rastlamadım.
İlçede işyeri sahibi olan tüm esnafı iyi kötü tanırım. Hepsi ile selamlaşır, zaman zaman da olsa sohbet ederim.
Hepsi de kendi halinde iyi insanlardır.
Bu sohbetler sırasında hiç biri bana kütüphane ilgili tek bir soru yöneltmedi. Dolayısıyla kitap üzerine de...
(Sn. Ömer Erkaya hariç)
Bana göre ilçede 365 günde bir tek kitap bile okunduğunu zannetmiyorum. (Belki de okuyorlar da ben bilmiyorum!)
Ama yaşadığım olaylar benim kanaatimi destekler nitelikde.
Adı lazım değil bir dostumla sohbet ediyoruz. Konu Osmanlı İmparatorluğu'nun neden geri kaldığı ve neden yıkıldığı üzerine...
Konuşmanın evrildiği mecra yavaş yavaş Mustafa Kemal'i sebep gösterecek kıvama doğru yavaş yavaş yol almaya başlayınca,
hızla ona (!) bir soru yönelttim:
- Osmanlı döneminde kaç padişah yaşadı?
- 800 civarı.. Doğru cevap= 36
(!..)
Peki bunlardan kaç tanesi Hacca gitti?
-Tabii ki hepsi. Doğru cevap= Hiçbiri
-Teşekkür ederim.
Verdiği cevapların yanlış olduğunu belgeler üzerinden kendisine ispat ettikten sonra,
okumayan insanın cahil kalabileceğini örnekleri ile anlattım.
O da, bu sözlerim üzerine karşı atağa geçti.
- "Tabii cahil kalırlar... Bir gecede tüm ülkede latin harfine geçilirse insanlar nasıl okusunlar ki!". demez mi!
Sorularıma devam ettim.
O tarihte bu ülkenin nüfusu kaç?
- Cevap yok
Doğru cevap= 13.648.987, okuma oranı %10,5
Son okuduğun kitabı söyler misin? sorusu da yanıtsız kalınca ...
Bu derin (!) sohbeti sürdürmemin bir anlamı da kalmadı.
Konuşmayı usulünce sonlandırdım. Bu arada bu insanların büyük bir çoğunluğu halinden şikayetçiydi.
Ama gelin görün aynı insanlar, dünyanın tüm nimetlerinden de azami ölçüde faydalanmak istiyor.
Bu nasıl olabilir ki?
-!..
Anlatacağım.
Günlük yaşamda cep telefonu olmayan pek az insan var. Ne sorarsan sor, o da hızla iphone amcasına soruyor.
Cevap neredeyse ışık hızı ile gelince bu kardeşim de bilgeliğini bu zemin üzerine inşa ediyor.
Bu ülkenin okuma yazmadan anladığı bu.
"Cevap doğru, şimdi gerisini anlat '' derseniz... İş .(?)..oka sarıyor. Garibim ne yapsın?
Merak ettim ve bilge kişi "Cep telelefonu"na sordum. "Gerisini anlat"
Ekrana "Fehmi Baba, Babandan Özür Dile Durumu Anlat. Ondan Sonra Gerisini Bize Bırak" bilgisine ulaştım:)
Sonuç: Al elinden telefonunu... Geriye et ve kemik kalsın...
-!..
Bilginin içselleşmesi başka, papağanın konuşması bir başka şey...
Rahmetli Doğan Cüceloğlu bundan 15 sene önce Milli Eğitim Bakanı olsaydı...
Biz şimdi Avrupa'yı çoktan yakalamış olurduk.
Şimdi bir analiz yapmak isterim.
Pandemi süreci + Ekonomik dar boğazlar + Hukuksuzluk = Umutsuzluk, hayata küskünlük... Sonuç = Bizden hiç birşey olmaz düşüncesi
Dikkat !.. Ülkemiz işte bu tuzağın içine çekilmek isteniyor. Ben de haykırmak istiyorum... Yanılıyorsunuz...
Milli Mücadele yıllarını anımsayın, demek istiyorum.
Sakarya Meydan Savaşı'nı hatırlayalım.
Reşat Çiğiltepe'yi (1879, İstanbul - 27 Ağustos 1922) anımsayalım,
Yarbay Salih Omurtak adını hiç duydunuz mu?
Anımsatmak isterim.
Büyük Taaruz bitmiş, mutlak zafer ordumuzundur. Yunan kolordu komutanı General Trikopis ve birçok yüksek rütbeli subay esir düşmüştür.
İnönü kendilerine iyi muamele ettiklerini, perişan Yunan subaylarına çay ikramında bulunuklarını bu arada da muharebeden bahsettiklerini anlatmaktadır.
İsmet İnönü, General Trikopis’e sorar: Muharebenin başladığı ilk gün niçin topçu ateşini kestiniz?
Trikopis cevap verir:
Bataryalarımız çok ileride mevzilenmişti. Sizin topçularınız o kadar şiddetli bir ateşe başladı ki bizim ileri gözetleyicilerimiz ve topçularımız arasındaki telefon kabloları koptu.
Ateş edemez hale geldik.
İnönü sorularına devam eder : Biz Akşehir’e yan dönmüş vaziyette taaruz ediyoruz. Niçin Akşehir istikametinde bir taaruz yapmadınız?
Trikopis cevap verir: Süvarileriniz arkamıza düştü. Telaş ettik.
Suvari tümeninin başında Yarbay Salih Omurtak vardır.
Hücum ettiği düşman gücü kendi gücünün beş misli fazla olup, kolordu seviyesindedir.
K. Sami Paşa’nın ‘’Gençtir tümen komutanlığı yapamaz‘’ dediği S. Omurtak’ın neler yapabildiğini daha iyi öğrenmiş olduk.
İnönü sözlerini bu cümle ile bitirmektedir. Liyakat esasına göre yapılan atama, harbin çok kritik bir aşamasında çok önemli bir sonuç doğurmuştur.
Başarılar zinciri yıllar sonra S. Omurtak’ı Genel Kurmay Başkanlığı’na kadar götürecektir.
Yunanlı Kolordu komutanı General Trikopis yaşasaydı kabusunu size de anlatırdı...
Diyeceğim o ki bahse konu problemlerin hepsinin çözümü var.
Yeter ki ''liyakat temel kriter'' olsun.
Devlet malına el uzatanın eli kırılsın... Soygun bitsin... Hiçbirşey yapanın yanına kalmasın...
Hesabında 2 trilyon para bulunan memura önce ceza sonra da af verilmesin. Af bu adamlar üzerinde "antikor" etkisi yaratıyor.
Hukuki düzenlemeler ve evrensel değerleri ihtiva eden yeni bir bir Anayasa yürürlüğe girsin. Gece gündüz çalışmazsam namerdim.
El ele verelim...Yeter de artar...
Dilerim ki anlatabimiş olayım.
Başka bir çözüm yolu biliyorsanız...
Bilen varsa lütfen bana yazsın, adı ile yayımlamazsam namerdim.
Ellerinin birini bırakıp diğerini öpeceğim. Hem de defalarca...
Bekliyorum...
...
2020 yılının Nisan ayı çok soğuk geçti, don vurdu. Tüm meyve ağaçları çiçeklerini döktü.
Sn. Prof Dr. Ali Demirsoy 2035 yılında nelerle karşılaşacağımızı yaklaşık olarak 3 sene önce yazdı.
Okuyan var mı?...
!-!..
Mayıs ve Haziran aylarında en az 6-7 kere fotoğraf için sahaya çıktım.
Kelebekten eser yok. Üstelik bu çalışmayı yalnız başıma yaptığım için, bu da işin başka bir çirkin yanı.
Bu yaz müthiş bir ilişki yaşadık. Bu vesile ile yeni bir aile ile tanıştık.
Sn. Prof. Dr. Hasan Pekmeci ve saygıdeğer eşi Sn. Şükran Pekmezci...
İki ünlü ressam. Her ikisi de Köy Enstitüsü mezunu, Ülkemizin medarı iftiharı.
Karanlık ortamların aydınlık yüzleri.
Umudun ışığı...
Ne desem az... Ortak dostlarımız her iki tarafa (!) da adres vermiş. Tanışmamız için.
Tesadüfe bakar mısınz! Evlerimizin arası taş çatlasın 100 metre.
Takriben 5-6 ay hemen hemen her iki günün birinde mutlaka beraber olduk.
İflah olmaz bir ruh hastalığınız var ise adres Çamlıdere...
Alternatifi yok. Bu dostlarımızla arka arkaya 2-3 gün beraber olursanız dünyanız değişir... Zıpkın gibi olursunuz.
Başta Sn. Prof Dr. Doğan Cüceloğlu olmak üzere tüm psikologlar, psikyatristler kepenk indirir:)
Sn. Doğan Cüceloğlu'nun adını andık, son kitabından özellikle bahsetmek isterim.
Kitabın adı ''KENDİNİ KEŞFETMEYE ZORLUKLARLA BAŞA ÇIKMAYA VAR MISIN?" Sanki içinde yaşadığımız zor günler için özel yazılmış bir eser...
Nasıl başlık? Buna "hayır" diyecek birileri var mıdır?
Vardır.
Bin türlü meyve sebze var... Kavun, karpuz, acur, hıyar... Binlerce hayvan var... Aslan, kaplan, at, katır, eşek...
Yanlış anlamayın, Sn. Cüceloğlu benim gibi kaba örnekler vermez... Bakın son kitabında neler anlatıyor.
Bilge kişi Kızılderili Don Juan şöyle demiş...
Dört tür insan vardır.
İlki sıradan insan... Nasıl tanırsın sıradan insanı? Dış koşullar, olaylar ve nesnelere göre "ya küfrederler ya da şükrederler."
Her toplumda insanların büyük çoğunluğu böyledir. Doğar, büyür, küfür ve şükürle yaşayıp ölürler
Sonra "avcılar" gelir!...
(!..)
Pardon...Benden buraya kadar. Merak ediyorsanız kitabı alın okuyun. İçinizden Hocaya çok çok teşekkür edeceksiniz.
Hoca, toplumun bir anlamda ince ayarını yapıyor. Allah başımızdan eksik etmesin.
Çok özlemişim...Kütüphanelerin olmazsa olmazı kitaplarını bir kere daha hatırlatmak isterim
Doğan Cüceloğlu Kitapları & Eserleri:
Gerçek Özgürlük - 2014
Mış Gibi Yetişkinler
Öğretmen Olmak
İnsan İnsana Sohbetler
Onlar Benim Kahramanım
Korku Kültürü – Niçin Mış Gibi Yaşıyoruz
Mış Gibi Yaşamlar
İletişim Donanımları
İçimizdeki Biz
Savaşçı
Kişiliğinizi Tanıyın – Gelişen Kitaplar Dizisi
Başarı İçin Stratejiler
İnsan İnsana
İnsan ve Davranışı
İçimizdeki Çocuk
İyi Düşün Doğru Karar Ver
Yetişkin Çocuklar
Keşkesiz Bir Yaşam İçin İletişim
Başarıya Götüren Aile
Bir Kadın Bir Ses
İnsanı Ararken Damdan Düşen Psikolog
Kendini Keşfetmeye Zorluklarla Başa Çıkmaya VAR MISIN?
Yazılarıma uzunca bir süre ara vermek mecburiyetinde kaldım.
Bavulumu topluyorum!..
Gidiyorum... Çünkü...
Uzatmaları oynamaya başladığımın farkındayım.
Şu anda günde asgari 10 saat olmak kaydı ile üzerlerinde çalıştığım 3 ayrı kitap var.
İki tanesi en geç bir ay içinde yayımlanmış olur...
Üçüncüsü ! O zor, hatta benim için çok çok zor.
Neden mi?
1- Kendimle yüzleşeceğim.
2- Kitap bilgi ve belgeye dayanacak.
3- Tarafsız kalacağım.
( Başka şartlarım da olabilir)
4-?
5-?
Çok büyük bir arşiv taranmayı bekliyor.
Ben içimdeki "ben" ile boğuşurken yakın dostum Ömer Kıraç kardeşime bilgisayar hakkında bir soru sormam gerekti.
Telefonla konuşmaya başladık.
Karşılıklı sohbet sırasında bir ara sessizlik oldu. Ömer bey kısık sesle "Hocam duydunuz mu Doğan Cüceloğlu evinde ölü bulundu" dedi...
Saat:17:45
!...
O saat bu saat durup durup ağlıyorum. Neden?... Neden? ... Neden?
Bir aya yakın bir zamandır bilgisayarımı güncellemeye çalışıyorum.
Bu yazımın ağırlık noktası Rahmetli Hocam olacaktı...
Sn. Prof Dr. Hasan Pekmezci, Sn. Şükran Pekmezci olacaktı...
Ama bu şekilde olacağı aklımın ucundan dahi geçmezdi.
!...
Bu yazı burada kalacak... Affınıza sığınırım... Sözün bittiği yerdeyim...
Çok değerli bilim insanı Prof. Dr. Doğan Cüceloğlu'nu kaybettik...
Acımız çok büyük
Milletimizin başı sağolsun.
Mehmet Emin BORA
Ankara
17.02.2021
Saat:01:20