Ülkemizde Avcılığın Kısa Tarihi Son 50 yıl
"Av bir iktidar gösterisidir. "
Av; gücü sembolize eder, muktedir ve iktidarda olmayı temsil eder.
Hükümran taraf ile tabî tarafı kesin çizgiyle ikiye ayırır...
Tabî taraf eğiktir, yeniktir, dize getirilmiştir.
Hükümdar avcıdır...
Prof. Dr. Emine Gürsoy Naskali
1
En azından son beş sene içinde hemen hemen her gece rüyalarıma giren bir takıntım var... Bir kiap yazmak istiyorum."Trkiye'de Avcılığın Son 62 Yılı" "Neden 62 yıl" diye sorarsanız "Ben bu sürecin tamamının içindeydim" de onun için derim. Allah akıl versin" dediğinizi duyar gibiyim. Teşekkür ederim. Bana, ancak bu dileğe, tüm yüreğimle "Amin" demek düşer. Doğru söze ne denilebilir ki... Bu tür bir çalışmanın ülkemizde takdir bağlamında karşılığı yoktur. Bunu bana zaman öğretti. Karşılığı vardır!.. Doğru söylediğiniz için, size karşı husumet besleyen insanların sayısı, bir tık kadar da olsa mutlaka artar. Artmazsa hatırım kalır. Ben onların gerçek yüzünü, aradan geçen bunca zaman sonra ancak görebildim. Gelecek kuşaklar şimdiden görsün istiyorum. Bu işin bir de iyi tarafı var.. Herkes de kötü değil ki!
Peki bu iyiler kim? Onları da tarihsel süreç içinde tek tek göreceğiz. Daha ayrıntılı bir tanımlama yapmak gerekirse temel kriter "Yaptıkları veya yapamadıkları(!) çalışmalar" olacak. Doğaya bıraktıkları ayak izleri de onların şahidi olacak... Vefat edenlere her zaman olduğu gibi Allah'tan rahmet, halen aramızda olanlara da huzur içinde uzun ve sağlıklı nice günler dilerim.
Avcılıkla ilgili yakın tarihimizi yazamazsam! inanın bana gözüm açık giderim... Bu bağlamda korkularım da var. Yeri geldi vasiyetimi de ilk defa bu konuda yapayım.
Nerede yarım kaldıysam lütfen akil bir avcı kaldığım yerden devam etsin. Bursa'da Sn. Ali Şahin, Ankara'da Sn. Ömer Kıraç, Sn. Muzaffer Topak. Sn. Hasan Saday, İstanbul'da Sn. Ömer Borovalı, Sn. Mahmut Kulein, Sn. Ali Üstay var... Tabi ki çok aha fazla arkadaşım bu yeteneğe sahiptir. Ben sadece örnek vermek istedim. İlişkimiz çok yeni ama keşke Sn. Prof. Dr. Hakan Bozkaya da el verebilse... Benzetmek gerekirse "bayrak yarışı" gibi düşünün. Elden ele taşınan bu sefer "Yaşananlar" olacak. Doğru veya yanlış uygulamaları kast ediyorum. Bir örnek verirsem konu çok daha anlaşılır hale gelecek diye düşünüyorum.Avcılığın evrensel ölçekli bir etkinlik haline gelmesi için Sn. Ömer Boravalı kadar çaba sarfeden ikinci bir kişiyi en azından ben tanımıyorum. Çok sürmez böyle giderse bir süre sonra o da unutulur vekaybeden bu ülke olur.
Konuya yeterince bilgi sahibi olmayan kardeşlerim için hem somut hem de güncel bir örnek vemek isterim.Ameikd u.s.
Yanlış bilmiyorsam avcılığa ilk defa felsefi boyutta bakan bir avcı ile karşı karşıyayız. Ne mutlu bizlere. Hangi konu olursa olsun işin felsefi boyutu çok ama çok önemlidir. Eskiden okullarda felsefe dersi vardı. Mantık vardı... Teker teker yok ettiler. Sabun köpüğü içerikli insanların çoğalması sebepsiz değildir. Temel bilgilerden yoksun bir gençlik yetiştirdik. Merhabanın yerini "Naber?" alırken, karşısındaki insanın mutluluğunu paylaşmak istiyorsa elini havaya kaldırıp "çak" demesi, beraber olmak istediği arkadaşına "takıl bana" dükkân yerine dukan demesi bir dilin yanlış kullanıldığının basit birer göstergesidir. Klasik bir örneği tekrarlamak isterim. "Kömürün fiyatına arabacının karı da dahil" denilirse ne anlaşılır? Yumuşatma işaretlerini kullanmazsanız dilin akordu bozulur, çıkan ses sizi rahatsız eder. Milletvekillerinden bazıları "ceze evi" diyor.. Varın gerisini siz düşünün.
Kitabı bitirebilirsek.. İnanın bana bu ülkeye yabanhayatı bağlamında en büyük iyiliği yapmış olursunuz. Aklınızdan geçeni tahmin edebiliyorum. Daha şimdiden "Bu nasıl olabilir? diye sorgulamaya başladınız. Bal gibi olur, hem de çok kolay olur. Çünkü ben belgeye dayanarak yazacağım. Başat problem, belgeleri tarih sırasına göre düzenlemek olmalı. Neden ve niçin sorularına yanıt aramak olmalı.. Bu şekilde problemler kolaylıkla çözülebilir. Aşağıda fotoğraflarını görmüş olduğunuz CD'ler içinde öyle videolar var ki! İzlerken ben şaşırıyorum. Toplamı 15 saat kadar... Resmi evraklar en azından 10-15 klasör... Şimdiye kadar sitede yayınlamadığım yazılarıma rastladım. Milliyet Gazetesi'nde yayımlanan yazılarımı topladığım "Söylenmedik Ne Kaldı" adlı kitabım gerçekten çok şey söylüyor.. İçinde toplasan 5 tane öykü çıkmaz. Ama yaşanan onlarca problemin nedenini orada kolaylıkla bulabilirsiniz. Tabi ki çözüm yollarını da. Örneğin "Çivici Katil" başlıklı yazım silaha karşı olmayı marifet zannedenlere "sormak" için kaleme alınmıştı. Ne değişti? Yasaklarla kim nereye varmış ki, siz varacaksınız!...
Popülist yaklaşımlar hiç şüpheniz olmasın ki sahibini günübirlik manşete taşıyabilir. Bu arada gerçek, var olan karanlığın içinde çoktan kaybolmuştur. Ortaya çıkması için uzunca bir zamana ihtiyaç vardır. Bu arada binlerce insanın hayatı kararmış. Kime tasa ki... O zavallı, herhangi bir gazetenin bir köşesinde yer aldı ya... Kendine göre günah da çıkardı.. Gerisi önemli değil... Bir devlet memurunun avcılara hitaben kameraya karşı muhabire alenen hakaret ettiğini izlerken de çok şaşıracaksınız. O kişi süreç içinde profesör olmuş. Önce tebrik ederim. Şimdi sorum var..."O videoyu tekrar izleseniz aynı davranışı bir daha sergilemek ister misiniz?" Bu olay yaşandıktan sonra kısa bir zaman için milat kabul edildi. Çünkü ilgili bakan çıkıp beyanat vermek durumunda kaldı. Devlet bir adım geri attı. Diyeceğim o ki avcılar açısından sivil toplum olmanın ilk defa faydasının görüldüğü bir gün olarak kayıtlara geçmesi gerekiyor. Arkası geldi mi? Hayır. Neden? Avcılara sormak lazım!. Avcıların pek çoğu günübirlik yaşar. Uzun vadeli işlerden özellikle kaçınırlar.
Yaşadıkları pek çok sorunun temelinde bu davranış biçiminin çok büyük payı vardır... Yeri geldiğinde yaşanmış çok somut örnekler sunacağım. CNN Türk'te Rahmetli Mehmet Ali Birand ile ana haber bültenine çıkmıştık. O dönemde ayda en az konusu avcılık olan 1-2 açık oturum televizyon ekranları tarafından canlı yayınla halkın bilgisine sunulurdu. Bu bağlamda benzer bir çok belge gün yüzüne çıkmayı bekliyor.
2
Çok sayıda yazılı evrak var. Ama çok sayıda şahit de var... Kim kimdir onları biliyorsunuz. Bu sitede yazdığım yazılar da aslında bu yeni dizinin önemli bir parçası!.. Gayret edersek yapabiliriz. Bana göre temel yaklaşım Avcı Eğitimi ve Yaban Hayvanı Üretme Vakfı üzerine yapılanmalı. Neden mi? Vakfın kuruluş tarihi 1993. Tesadüfe bakar mısınız! Öykü son 50 seneyi kapsayacak.1970 den 1993'e kadar geçen süre 23 yıl,1993 den 2020'ye kadar geçen süre de 27 sene. 4 sene gecikme nereden kaynaklandı? Anlatacağım. Neredeyse bir zaman diliminin evveli ve sonrasının orta noktası vakfın kuruluş tarihine denk geliyor. Bir anlamda milat sayılabilir Arzum, gelecek kuşaklara elimden gelebildiği kadarı ile fazla bilgi aktarmak... Yapabildiklerim ve tabii ki yapamadıklarım!.. Kurgu ""vakıftan önce, vakıftan sonra..." üzerine inşa edilebilirse iş görüldüğü kadar zor olmayabilir. "Temel prensip, belgeler üzerinde yorum yapmak olmalı" diye düşünüyorum. O zaman sağ duyu sahibi tarafsız bir gözlemci, bu iki farklı zaman dilimi arasında yapılan temel hataları çok daha iyi anlayabilecektir. Doğal olarak özverili çalışmaları da yakından izleyeceğiz. Geride kalan son 4,5 sene içinde Çamlıdere'de oturduğum sitede yöneticilik yaptım. Bu süre zarfında özel hayatıma dair pek çok alışkanlığımı veya rutinimi bilerek erteledim.
Sonuç!.. Geçmişte yaşanan yanlışları unuttular. Sınırlı sayıda insan mutlu oldu. Bu arada benim açımdan önemli olan tek bir gerçek var; Tren kaçmış!... 4,5 sene hayatımdan uçup gitmiş de haberim bile olmamış.. Kayıp 4,5 sene burada... Ben fark edememişim... Şimdi kişisel bir kanaatimi seslendirmek isterim. Bizim insanımız çok konuşur, az iş yapar. Çok akıl verir, verir de yeri geldiğinde(!) "Ben öyle demedim sen yanlış anlamışsın" der. Der de der... Siz de içinizden "lanet olsun" dersiniz... Ama bu da çare değildir. Sizi herhangi bir konuda coşku ile teşvik eder ... Yola çıkıp arkanıza baktığınızda, yalnız olduğunuzu görürsünüz. Aklınıza Nasreddin Hoca gelir. (Pis pis gülebilirsiniz. Gülmek her derde devadır.) Dost bildiklerinizin %90'ı yaralı parmağa merhem(!) olmaz. Ama araba devrildiğinde size "Ben dememiş miydim" demek sureti ile kendi bilgeliğinin tescilini yine sizden bekler. "Beni yalnız bırakan sen ve senin gibiler" demek istersiniz... Ama bunun hiçbir faydası olamayacağını hayat size çoktan öğretmiştir. Neden bu tavrı sergilerler? Sorgulanması gereken tek gerçek budur. Bu davranış biçiminin temelinde ''korku'' yatar. Paçayı sıyırmanın bir tek yolu vardır. Şark kurnazlığı... Bu konuda istisnalar hariç ülke genelinde topyekûn bir başarıdan söz edebiliriz. Bu olmaması gereken "sosyal pozisyon" coğrafyamızdan kaynaklanıyor. Yaklaşık olarak 600 yıl süren bir imparatorluktan ve 5.2 milyon kilometre kare bir büyüklükten bahsediyoruz. Her anlamda büyük başarılar var. Bir o kadar da hüzün verici öykü... Padişahın her emrinde at, pusat, çok daha önemlisi evlat vereceksin.Vereceksin de işler ters giderse ufak ufak da tükeneceksin.. Dolayısıyla kurnaz olmak zorundasın. Avrupa'yı gezenler bilirler. Dağ başında tek başına yaşayan insan hemen hemen yok denecek kadar azdır. Bizim ülkemizi uçakla gezmişseniz ve koltuğunuz da pencere kenarında ise dağ başındaki "tek ev" sayısının çokluğu sizi düşündürüyor olması lazım... Bu adamın Allah'ın bu dağında ne işi var? Mimari literatürde "avlu" veya "hayat" kelimeleri ile bahsedilen yapılanma aslında savunmaya dönüktür. Ev civarına özellikle ağaç dikilmez. Çünkü gözlem yapmanızı önler. Evler olabildiğince görüş açısının en zengin olduğu yüksek tepelere yapılır. Ortaçağ'da dere içine yapılmış tek bir kale gösterebilir misiniz? Neden hava kuvvetleri en caydırıcı güç? Rahmetli dayıma bu tercihin sebebini sorduğumda o da, bunun Osmanlı'dan kaçışın bir yolu olduğunu anlatmıştı. Ben bunun genetik bir miras olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla Şark Kurnazlığı olmazsa olmazımız olmuş.
3
Özde hayatımdan 4.5 sene uçup gitti. Yoksa bu projem çok daha erken zamanda start alabilirdi demiştim. Ne zaman ayıldım? 11 Ocak 2020!.. Çamlıdere'ye yaban domuzu avlamak için giden arkadaşlarımın arzusu üzerine fotoğraf makinemle ben de katıldım. Gereken zamanda sahada olduk. Arazide yoğun kar var. Ama olması gereken organizasyon yok! Her şey spontane gelişiyor. Şuraya baksak mı! Orası olmaz şuraya bakalım gibi.. Sonuç!. Avcılar açısından üzücü olsa da ben hayatımdan memnunum... Her yeri geldiğinde ifade etmeye çalışıyorum.. Benim avcılığım 20 sene geride kaldı. O defter özgür irademle bir daha asla açılmamak üzere kapandı. Gezi(!) sonunda Çamlıdere'deki eve uğramam gerekiyordu. Bir kaç kitap alıp Ankara'ya götürmek istedim. Bekçinin cenazesi varmış. Kütüphanenin anahtarını yüksekçe bir yere koymuş. Hava hafif kar yağışlı her yer ıslak. Saat 16 suları.. Anahtarı almak için yaklaşık 1 m yüksekliğindeki ahşap bir çite çıktım. Aldım alacağım derken ayağım kaydı... O yükseklikten sırt üstü betona düştüm. Zar zor ayağa kalktım. Kütüphaneye girdim kitabın ancak birini alabildim. Acı hızla kendini hissettirmeye başladı.. Uzun lafın kısası 2 saat sonra çocuklarımı beni Başkent Hastanesi'nin acil kapısında endişeli gözlerle beklerken buldum. 2 saat sonra "İç doku zedelenmesi. Şanslısınız" dediler. Kırık yokmuş. 2 ay inleyerek dolaştım. Hala ses (!) tamamen kesilmiş değil. Bu yazı konusu bu olaydan sonra daha hızla gündeme geldiyse... Sebebi budur. Çağrı her an gelebilirmiş!.. Ben verilen mesajı anlamaya anladım da... İnşallah anlatabilmiş olayım!..
Korona yüzünden eve hapsolmak bana yaradı. Her anlamda kişisel muhasebe yapma şansına bu zorunluluk sebep oldu.. Yüzlerce cd onlarca video kasetini tek tek sınıflara ayırdım. Bunları tasnif ederken çok şeyi ötelediğimi fark ettim. Bu yasaklar sayesinde yapmam gereken geriye dönük tüm işlerimi % 50 oranında bitirdim sayılır. Hepsi yaşanmış olay... Yaşanmış ve belgeli. 25 civarında video var. Sadece bir hard diskte milyonun üzerinde fotoğraf var.. Bunları ekrana taşımak bile saatlerce zamanımı alıyor. Sadece benim alsa! Şadan Bey 7-24 dizüstü bilgisayarına bağlı, Ömer kardeşim oruçlu hali ile fırsat buldukça ana bilgisayardan dizüstüne veri aktarıyor.
Ben bu arada yazılı belgeleri tek tek inceledikçe yapılan yanlışları çok daha net olarak görebiliyorum. Bir pazıl gibi düşünün. Benim tek farkım büyük resmin tüm parçalarının kafamda yerine yerleşmiş olması.. Aslında iş çoktan bitti... Dolayısıyla "olsa olsa" sizlerden daha çabuk yazarım. Hepsi hepsi bu kadar. Bir kısmı öykü tadında, büyük bir kısmı da bilgi ve veri aktarma olacak. Bir anlamda belgelerin dile gelmesi diyebiliriz. Bir bakanlık düşünün... 50 senedir aynı işi yaparak farklı sonuç almayı bekliyor.
Bugün bir ağacın gölgesinde oturabiliyorsak, birisinin çok uzun bir zaman önce o ağacı diktiğini bilmek başka bir şey... Anlayabilmek ise bambaşka... anlatacağım. Bunu neden yapmak istiyorum? Çünkü 62 senedir başkentte oturuyorum. 1960 ihtilalinden başlamak sureti ile görmediğim kalmadı. Son 50 yılı yazabilmek için biraz daha geriden başlamam lazım. Hadi bana kolay gelsin.
4
1958 yılında orta 2. sınıf öğrencisiyken, babamın tayini dolayısıyla -dönem arası- Ankara'ya geldik. (Mimar Kemal Orta Okulu)1.5 yıl sonra Atatürk Lisesi'ne kaydoldum. Önce futbola daha sonra da voleybola gönül verdim. O sene Ankara şampiyonu olmuştuk. Türkiye Şampiyonası Adana'da yapılacaktı. Takım 12 kişiydi. Heyecandan geceleri uyuyamıyordum. Gitmeye 1 hafta kala beden eğitimi hocası geldi ve "Harcırah 10 kişi için çıktı dolayısıyla 2 kişiyi Adana'ya götüremeyeceğiz" dedi. Bu, ben ve Yıldırım Benayyat isimli mahalle arkadaşımdı. Yıldırım, daha sonra medyada Beyaz Atlı Prens adı ile meşhur olacak. Okullar kapanınca tasdiknamemizi alarak doğruca Bahçeli Evler Cumhuriyet Lisesine kaydolduk. Yapılan haksızlığı içimize sindirememiştik. İlk işimiz voleybol takımına kaydolmak oldu. Bir süre sonunda final maçı için sahada rakibimiz Atatürk Lisesi'ydi. Ben antrenör olarak takımın başındaydım. Maç sonunda Ankara şampiyonu bizdik. O(!) hoca yanıma yaklaştı ve şaşkın bir ifade ile "Sen neymişsin yahu"dedi. Ben ne olduğumu biliyordum. Ama onun iki öğrencisinin harcırahını çalarak Adana'ya iki arkadaşını götürdüğünü dolayısıyla ahlaksız bir kişi olduğunu hepimiz öğrenmiştik. Aynı sene Cumhuriyet Lisesi'nin ilk kız takımını kurmuştum. Yine aynı sene sezonu Ankara üçüncüsü olarak bitirdik. Bir ay sonra Türkiye liseler arası voleybol şampiyonası Konya'da yapılacaktı. 20 gün sonra Türkiye şampiyonu Bahçelievler Cumhuriyet Lisesi!ydi. Bütün gençliğim sportif faaliyetle geçti, hiç sigara içmedim. Hiç sarhoş olmadım ama alkolle aram çok iyidir. Bir büyük içerim.( Bir yılda:) Bunları neden anlattım? İnsan kolay kolay avcı olamaz. Yavaş(!) insandan da hiç avcı olmaz. Bir sebep olması lazım. İlk avımda 1962 yılında yanımızda çalışan Yeniçağa'lı bir aşçı vardı, Ferhat Usta.... Köyüne giderken benim isteğim üzerine önce köyüne, ertesi gün de domuz avına götürdü.. Av sonunda hiç domuz görmemiştik ama Ferhat Usta 2-3 tane saksağan vurmuştu.
Gece onu yemeğe çalıştığımı(!) bugün gibi anımsıyorum. Salsan uçacak zannedersin. Ama ben kararımı çoktan vermiştim. Avcı olacaktım .
Mehmet Emin Bora - Ferhat Usta
Mengen-Yeniçağa 1962
Bunda 5 sene boyunca Mersin ve Adana yaylalarında her yılın en az 3-4 ayını askeri çadırlarda dağ başında geçirmemizin çok etkisi olmuştur diye düşünüyorum. Lise eğitimi sırasında Türkiye liginde: Şeker Hilal, Şekerspor ve Hacettepe'de 1. ligde voleybol oynadım. İstanbul'da Galatasaray'a karşı servisten 9 sayı almam uzunca bir süre konuşuldu. Puantajın tutulduğu resmi evrakı masa hakemlerinden rica ederek almıştık. Uzunca bir süre sakladım. Şimdi ortada yok :(1969 yılının Mart ayında nişanlandım. 4 Mayıs 1970'te evlendim. Arada kalan o bir yıl içinde olanlar oldu. Eşimin dayısı Kars /Göle'de Cumhuriyet Savcısıydı. Avukat Nedim Tanrıöver. (Allah rahmet eylesin) İzinli zamanlarında Ankara'ya gelirdi. Aramızda sıcak bir ilişki oluştu. Hoş sohbet olmasının yanı sıra tez canlıydı. Zaman içinde laf lafı açtı söz avcılığa geldi. Ben bilmiyordum, o da ben biliyorum dedi. Hadi gidelim diyebilmem için önce tüfek sahibi olmam lazımdı. Kısa bir araştırmadan sonra Dışkapı’da MKE'nin satış yeri olduğunu öğrendim. İlk silahımı o sene aldım. 175 TL.12 kalibre tek kırma MKE... O gece beraber uyuduk. Onu daha pek çok gece takip etti. Nedim abinin geldiği bir dönemde ilk ava beraber çıktık. Babamın 1960 model Dodge Pioneer 8 silindirli otomatik bir arabası vardı. 1966 yılından beri ben kullanıyordum. Nedim abi ile arabaya bindik, ben onun yüzüne boş boş baktım.. O da bana seslenerek "şehir dışına çıkalım" dedi. Çankırı istikametine doğru yol almaya başladık, Ravlı'yı geçtik (Şimdiki adı Akyurt). Nedim abi bir yandan araziye bakıyor bir yandan da bana laf yetiştiriyordu..."Yüksek tepeler olacak, ekin mekin... Taşlık olsa... Yakında ince de olsa bir dere aksa var ya... İşte keklik orada.. Bu ve benzeri pek çok betimleme hala belleğimde yaşıyor. Döndük dolaştık kimseler yok. Akşam eve geldiğimizde kekliğin yaşam alanını o bir kere daha anlattı, ben de pürdikkat onu izledim ve anlatılanları belleğime kazıdım. Nedim abinin izni bitti, Kars'a döndü. Ben her hafta 3-4 günden az olmamak kaydı ile aynı araziyi tabir caiz ise karışlamaya başladım. Yaklaşık olarak bir ay sonra ilk palazı(!) vurabildim. (Şimdi onu vuran birisini görsem, ağır konuşurum. Vurana değil, onu bu mevsimde buraya getirene).
Avcı eğitiminin neden önemli olduğunu anlatabildim mi?
Kır eşek yaşındaki insanlar hala bundan bin beterini yapıyor... Orman Bakanlığı elindeki yarım donanımlı 500 personelle tüm ülkeyi koruduğunu zannediyor.
İşin en acı tarafı da bu... Ava başlamamın kısa öyküsü kabaca bundan ibaret. Sene 1969. Yani 51 sene evvel...
5
Eski anılarımız, yeni umutlarımız olmalıdır.
Arsene Houssaye
Mehmet Emin BORA
12.05.2020 / Ankara