Rotary
Yenimahalle Rotary Kulübü
Sana minnettarız Atam... Ruhun şad olsun...
23 Nisan 2020
Sn. Tuncay Özdemir ile tanışmamızın sebebi, avcılar için yazdığım Temel Eğitim Kitabı'dır. Hemen hemen 20 yıl evvelinden bahsediyorum.
Tunç Reklam ile çalışma kararını doğal olarak Milli Parklar Genel Müdürlüğü tespit etmişti. Bana adres verdiler, ilk defa onun iş yerinde bu vesile ile bir araya geldik. Engin hoşgörüsü, zengin bilgi birikimine bir de alternatif çözüm yolları üretme seçeneğini de ekleyince uyumlu bir ikili olduk. Geride kalan 20 yılın dışardan da fark edilen görüntüsü budur. Tıpkı bir buzdağının denizde göründüğü gibi...Tabii ki suyun altında kalan kısmı her zaman olduğu gibi farklı boyutlar içerir.
Hayata, evrensel değerlere bakış açımızın yanı sıra özellikle benim açımdan bakıldığında hep eksikliğini hissettiğim "kardeş" olgusunu fazlası ile tatmin edecek bir değer taşır. Bunu sözün bittiği yer olarak söyleyebilirim . Tuncay Özdemir tek kelime ile üniktir..Tuncay Özdemir'in iş hayatında "hayır" kelimesi yoktur. Bu, her şeye evet dediği anlamına da asla gelmez. Sizi konuşa konuşa ikna eder. Gerçekten edebilir mi? Bana soruyorsanız ''Yüzde yüz eder'' derim . Çünkü işinin erbabıdır. Sanatçı kimliği onu diğer meslektaşlarından çok daha farklı bir boyuta taşır... Her babayiğidin harcı değildir bu... Hürriyet gibi bir gazetede hem de 1. sayfada siyasi içerikli karikatür çizmek!.. Zordan daha öte bir handikaptır. Örneğin rahmetli Turgut Özal, rahmetli Süleyman Demirel karikatürleri orta yaşlıların hala hafızalarındadır.
Neden mi? Çünkü biz bu tipleri çok sevdik. Daha doğrusu Tuncay Bey'in kahramanımızla bağdaştırdığı canlılar veya abartılı olduğu kadar da naif göndermeler, seçilen figürler, altı kara kalemle çizilen imajlar bize o kadar bildik geliyor ki... Karikatürü görür görmez yüz kaslarımız (ricorius) derhal gevşiyordu. (Not: Komşum beyin cerrahı Doç Dr. Erdal Tılmaz'a sordum. Beyin espiriyi nasıl algılıyor?)
Erdal Bey anlatıyor: "Dürtü gelince (espri yapılınca) doğruca motor merkeze gidiyor. Geçmişte benzer bir yaşanmışlık varsa ricorius gevşiyor veya kasılıyor "dedi .
Rahmetli Turgut Özal'ın kafasındaki tilki sizce de çok sevimli değil mi? İmkan olsa onu sahiplenmek istemez misiniz?.
İnsanın evlat edinesi geliyor...
Ondan bahsederken "çizgiye can veren kişi'' dersek bence çok da isabetli olur.
2019 yılının aralık ayının sonlarına doğru kadim dostumun çağrısına uyarak Sn. Tuncay Özdemir ile bir araya geldik.
Bir süre muhabbet ettik. Uzun zamandır bir araya gelme şansımız olmamıştı. Tuncay Bey lisanı münasiple beni onurlandıran duyuruyu yaptı.
Yenimahalle Rotary Kulübü "Doğa ve Eğitim odaklı toplumsal çalışmalarla göstermiş olduğu üstün başarı ve hizmetler için" demek sureti ile 2020 yılı Meslek Hizmetleri Ödülünü bana vermeyi uygun gördüklerini söyledi. Tek kelime ile "gurur duyarım" dediğimi anımsıyorum.
Aşağıdaki fotoğraf ödül töreninin yapıldığı Swiss Oteli'nin bir toplantı salonunda çekilmiştir.
Yeri geldi bir konuya açıklık getirmek isterim. Bizim insanımız bilmediği konuları öğrenmek yerine ona şüphe ile bakmayı tercih eder. Bu suretle o konu üzerindeki pimpirikli şüpheci tavrı yakın çevresi içinde -ona - kendisini bir tık da olsa öne çıktığı duygusunu yaşatır. Bir tür suni teneffüs yaptığının farkında olma şansını bile yakalayamadan aramızdan ayrılması, hayatın akışı içinde vaka- i adiyedendir.
Halbuki Lions, Rotary, Hür Kabul Edilmiş Masonlar Derneği ve benzeri dernekler adlarından da anlaşılacağı gibi usul açısından dernek statüsünde olup, kontrolü İçişleri Bakanlığı tarafından yapılır. Bunu niye yazdım. Belki merak eden olur da araştırma yaparken bir nebze olsun bir kaç satır okurlar mı? diye düşündüğümdendir...
Sıradanlara sorun, Mason ne demek?. Konuşmasına başlar başlamaz "O masonların Allahı yok" demezlerse ben de ne olayım. Halbuki mason olabilmenin birinci şartı Tanrıya inanmaktır. Azıcık okuma yazma bilen, kısa bir araştırma yapsa bu olmazsa olmaz şartı mutlaka görecektir. Ülkemizde Osmanlı döneminde padişahtan tutun da zamanımızda milletvekillerine, bakanlara ve çok sayıda genel müdüre kolayca erişebilirsiniz. Başbakan da olabilir mi? Araştırın...
Keşke tüm insanlar farklı sivil toplum kuruluşlarına üye olabilse... Bak bakalım değişimi nasıl yakalarız... Bu istenir mi? Ortadoğuda "muhakeme" kabiliyeti değil "itaat" dolayısıyla "biat" arzu edilir. Koskaca bir coğrafya neden yüzlerce yıldır kuru yaprak misali savruluyor ki?..
Swiss Otel Ankara
26 Şubat 2020
Ödül törenlerinde gündem gereği kısa bir özgeçmiş okunması bir usul gereğidir.
Ben Dönem Başkanı Sn.Tekin Yıldırım Beyefendi'den özel bir ricada bulundum.
''İzniniz olursa bu kıymetli ödülü eşimle birlikte almak isterim.
Çünkü her başarının ardında onun payı gerçekten çoktur'' dedim.
Sn. Başkanın olurunu aldıktan sonra eşimle birlikte kürsüye geldik. Kısa özgeçmişi Tuncay Özdemir kardeşim okudu. Daha sonra Kulübün dönem başkanı Sn. Tekin Yıldırım'ın elinden ödülümü aldım.
Heyecanlandım desem! Siz ne düşünürsünüz bunu bilemiyorum. Bu bana göre "iyi bir şey" diyeceğim... Çıkmamış can bir umut taşır... Bakalım nereye kadar?
İlk defa karşılaştığım bu gönlü zengin insanlar beni ve eşimi fazlası ile gururlandırdı. Bu olağanüstü gece için başta dönem başkanı Sn. Tekin Yıldırım Beyefendi olmak üzere kulübün tüm üyelerine eşim ve ben en içten gelen sevgi ve saygılarımızı bir kere daha sunmak isteriz.
Soldan sağa: Sn. Tekin Yıldırım, Ümran Bora, Mehmet E. Bora, Sn. Sevil Kaya, Sn. Cengiz Kaya, Sn. Gönül Gürsoy
....
Ana konu sosyal faliyetler olduğu için bu konuda bir kaç şey söylemek isterim.
YAŞAM-YALNIZLIK ve TEKBAŞINALIK
10 Ocak 2018
“Yalnızlıktan zevk alan insan ya vahşi bir yaratıktır ya da bir Tanrı.” F. Bacon
İnsan gerçekten Tanrı olmak zorunda değildir ama eğer yalnızlıktan zevk almak isterse kendi zihinsel rutinlerini inşa etmesi gerekecektir… Bu yolculuk ve inşa sürecinde, yetişkinliğin ilk yıllarında insanın hedeflerinin gerçekleşeceğine dair umutları vardır. Ama kaçınılmaz biçimde banyo aynası ilk beyaz saçları gösterir ve o fazla kiloların gitmeyeceği gerçeğini onaylar; kaçınılmaz olarak gözler bozulmaya başlar ve tüm vücutta gizemli bir acı gezinmeye başlar. Ve yaşlanmanın ileri safhalarında, eninde sonunda, birileri şu rahatsız edici mesajı iletir bizlere: Senin zamanın doldu artık!
Bu olduğunda çok az insan hazırdır: Çoğu insan“Bir dakika, bu benim başıma gelemez. Daha yaşamaya başlamadım bile. Kazanmam gereken o kadar para nerede? Daha torunları bile yeterince sevemedim! Çok erken değil mi? vb. düşünceler içinde savrulur...
Bu bağlamda, toplumun bir bölümü tarafından yalnızlığa itilmek ve sonuçta başarısız olmak da sahte para gibi yaşamaya benzer, insanlar ne olduğunuzu anladıkları andan itibaren, sizi hemen elden çıkarmaya çalışırlar!
İşte insanoğlu, toplum yaşamı ve belirli bir sosyal düzen içinde varlığını sürdürürken bu değerlerden yoksun olarak yaşayamayacak kadar güçsüz ve korumasız bir varlıktır. Öyle ise yalnızlığı niye istesin ve arzulasın ki?
Yaşam Üzerine
"Hayat hem kendini geliştirmek hem de aşmaktır. Eğer bir şey sürekli aynı durumda kalıyorsa, o zaman yaşamak sadece ölmemektir.” Simone De Beauvoir
Bir benzetmeyle denir ki, “hayatın anlamı, görünmeyen harflerle insanın vicdanında yazılmıştır.” Ve işte bu nedenle de vicdanlarındaki o görünmeyen yazıyı okuyabilmeleri için insanlara, “Kendini Bil” şeklinde özetlenen bilgelik öğüdü verilir. Bu bilgece öğüdü yerine getirme çabasındaki birey, kendini hata ve kusurlarından arındırarak olgun ve kâmil bir insan olabilme arayışında yine de yalnızlığa, tek başınalığa ve geleceğe hazırlıklı olmalıdır.
Yaşamak; yemek, içmek, nefes alıp vermek, uyumak ya da cinsellikten mi ibarettir sadece?
Bütün bu saydıklarımız canlı olan tüm varlıklar için de geçerli değil midir? O halde bizi diğer canlı varlıklardan ayıran nedir?
İnsan doğmuş olmak, insan olmak için yeterli midir?
Georges Perec'in yap boz (puzzle) teorisindeki vurguladığı “Yaşam”a ilişkin yakıştırması da anlamlıdır:
“Yaşam, aslında bir yapboz gibi algılanabilir ve onu düzenleyip oluştururken tek tek parçaların anlamları bütün içindeki yerlerine göre gerçeklenir ve onlara bakışımızın önemi ortaya çıkar.” Yaşama bu açıdan baktığımızda, bir parçayı yerine yerleştirdiğimizde bir süre sonra, o parçanın ait olmadığı bir yere yerleştirildiğini bütüne ya da bütünün bir bölümüne baktığımızda anlayabiliriz ancak. Bu yaşam biçiminde çok az kişi “koşturmaca içinde geçen, özensiz ve soluksuz yaşanan” bir yaşamla, “yalnızlığın saadetini getirecek” bir yaşamın karşıtlığını Petrarch kadar dokunaklı anlatmıştır.
“Hiçbir ev dostları alamayacak kadar küçük, hiçbir yalnızlık o kadar derin, hiçbir kapı onlara geçit vermeyecek kadar dar değildir.”
Sonuçta anlamlı bir yaşam için diyebiliriz ki, kişi kendini tanımakla diğer insanları ve diğerlerini tanımakla da kendini tanıyabilir. Kısaca bir insanı tanıyan, tüm insanları, YAŞAMI ve hatta evreni tanır.
Yalnızlık nedir sorusuna verilen bir cevap var.
“Yalnızlık paylaşılmaz, paylaşılsa yalnızlık olmaz.” Özdemir Asaf
Modern insanın temel özelliklerinden biri olan yalnızlık duygusu, genel kavram olarak “bir tür ‘dışarıda’ olma, soyutlanma” olarak tarif edilir.
Yalnızlık, nedenine ve ortaya çıkan belirtilerine göre değişik isimler alır. Şöyle ki:
- Çevreyle ilişkilerin kesildiği depresyonla birlikte oluşan derin yalnızlık,
- Kendini toplum içinde yabancı hissetmeyle oluşan sosyal durum yalnızlığı,
- Beden ve çevre koşulları iyi olsa bile ruhsal dünyasındaki beklentilere yanıt alamayınca oluşan duygusal yalnızlık,
- İç dünyasındaki üzüntülerden kaynaklanan (self pity), dışarı yansıtılmayan, görünen davranışları normal olan gizli yalnızlık,
- Depresyon, korku gibi belirtilerle birlikte açığa çıkan triad yalnızlık gibi çeşitlerden bahsedilebilir.
Yalnızlık hissinin oluşmasında sebepler kişilere göre değişiklik gösterir. Kadınlar erkeklere göre daha duygusaldırlar. Kadınlarda bağlılık ve şefkat hisleri erkeklere göre fazladır. Bağlandığı en önemli değerler elinden alındığı zaman yalnızlık hissini bire bir daha sıklıkta yaşarlar.
Yalnızlığın en önemli sebep ve sonuçlarından birisi olan “Can Sıkıntısı”na gelince; sadece insan sıkılır. Ve ayrıca insanda da yalnızca çok yetenekli ve zeki olanlar sıkılır. Aptal insanlar sıkılmaz. Onlar işlerini yaparken, para kazanırken, daha büyük bir banka hesabı oluştururken, restorana giderken, şuna-buna katılırken mükemmel bir şekilde mutludur. Çünkü yaşamı sorgulamaz Bir kişi can sıkıntısı hissetmeye başladığında insan haline gelir. Bu kolaylıkla saptanabilir: En zeki çocuk en çok canı sıkılan çocuk olacaktır. Çünkü hiçbir şey uzun süre onun ilgisini çekemez. Er ya da geç gerçeğe takılacak ve soracaktır, “Şimdi ne var? Sıradaki ne? Bu bitti. Bu oyuncağı gördüm, onun içine baktım, onu açtım, onu analiz ettim, şimdi bitti; sıradaki ne?” Bir genç olana kadar çoktan canı sıkıldı bile…
Yaşlılıktaki YALNIZLIK
Yaşamın öğleden sonrasının da kendine göre bir önemi olmalı ve bu dönem yalnızca yaşamın sabahının acınacak bir eki olarak kalmamalıdır. Carl Jung
Yaşlılıktaki yalnızlık, sadece insanın kendi içinde yasadığı bir gerçeklik değildir. Aynı zamanda çekip gidenlerin, ihanet edenlerin, hastalıkla cebelleşenlerin ya da ölen başkalarının olmasından kaynaklanır. Birçok yakın arkadaşının uzaklaştığını ya da öldüğünü görmeden çok uzun süre yaşlanamaz insan.
Yaşıtlarımızın gitmesiyle ve başkalarının bakışlarıyla maruz kaldığımız yalnızlık ve bir savunma refleksi ya da meydan okuma gibi arzu edilen yalnızlık. Bu yalnızlıklar illaki yaşlılığın vermekten kaçamayacağımız fidyeleri midir? Bu o kadar kesin değil. “Gösterelim” ya da “göstermeyelim”, bir yaşımız var, var ama aslında bize sahip olan o. Yaşlıların, yakınların kaybedilmesiyle oluşan derin yalnızlık dışındaki yalnızlıkları, gizli yalnızlıktır.
Yaşlandıkça fizyolojik olarak bedenleri adına çok şey kaybeden insanlar, yaptırım güçleri azalıp sahip oldukları olanaklar ellerinden çıktıkça güçsüzlüklerini ve hiçliklerini anlarlar.
Zaman içinde bu kimselerden,“Elimden bir şey gelmez; onsuz yapamam, beni hayata bağlayan o idi; beni yalnız bırakın, kimseyi görmek istemiyorum” gibi serzenişlerde bulunduklarını sıkça duyabiliriz.
Belirli bir yaşı geçtikten sonra, tekrar göreceğimiz insanlardan uzun süre ayrı düşmemek gerekir. Onları görmediğiniz zaman bizden habersiz yaşlanırlar ve aniden karşımıza geçip kendi ihtiyarlığımızın, tükenişimizin aynası oluverirler…
Yalnızlık ve Tek Başınalık
“Hayatta en kötü şey yalnız bir insan olarak ölmektir diye düşünürdüm. Değilmiş. En kötü şey, yapayalnız hissetmeme sebep olan insanlarla bir aradayken ölmekmiş!” Robin Williams
Bizim kültürümüzde bireyin yalnız olduğunu dile getirmesi yadırganmaz. Yalnızlığı dile getirmek, tek başına olmanın kötü bir şey olduğunun açıkça itiraf edilmesidir sadece. Bazen “her şeyden biraz olsun uzaklaşmak” için kendi köşesine çekilmek isteyen bireyi çevremiz hoşgörüyle karşılar. Ancak bir partide tek başına olmaktan zevk aldığını söyleyene garip bir yaratıkmış gözüyle bakılır. Zamanının büyük bölümünü tek başına geçiren insanların toplumun terazisinde defolu bir maldan farkı yoktur.
Tek başına olmak ve yalnız olmak genelde aynı olarak değerlendirilse de birbirinden farklı durumlardır.
Yalnız olmak; bizi besleyen bir kaynaktan ayrılmayla gelişen bir süreçtir. Kişiyi besleyen kaynaklar dışsal olabileceği gibi içsel de olabilir.
Tek başına olmak ise, her zaman yalnızlık hissettirmeyebilir. Tek başına olmak kişinin isteyerek seçimi olabilir. Bu zamanı kişi planladığı tek başına yapmak istediği faaliyetlerle doldurabilir. Ancak tek başına olmak isteği kontrolü dışında gelişirse, bu durumda kendini engellenmiş hissederse durum farklıdır.
Bazı mesleklerde çalışan kişiler de belli dönemlerde tek başına kalmak isteyebilirler. Bu daha rahat, dikkatli çalışmalarına neden olur. Özellikle yaratıcılık içeren işlerle uğraşan kişiler yeni eserler ürettikleri dönemlerde tek başına kalmak isteyebilirler. Örneğin, yazarlar üretimde bulunabilmek için kendi başına kalmaya ihtiyaç duyarlar ve bundan rahatsızlık da duymazlar. Sonuçta, yalnız olmak toplumsal bir fenomenken, tek başınalık bireysel bir olgudur.
Yalnızlık ve Yaratıcılık
Yalnızlığa bir de karşı pencereden/ görüş açısından bakmakta yarar var. Yalnız kalma korkusunun temelinde de kendimize dair farkındalığımızı yitirme endişesi vardır.
Geçmişin insanıyla günümüz insanının sorunları elbette birbirinden farklıdır, ama eski insanlara oranla daha mutsuz olduğumuz söylenemez. Geçmişte insanlar, geleneklerin sağladığı koruyucu ortam içerisinde, günümüz insanının yaşamakta olduğu yalnızlık, anlamsızlık ve yabancılaşma gibi duyguları pek tanımıyorlardı. Ama geleneklerin koruyuculuğunu özgürlüklerinden vazgeçerek ödemişlerdi ve yaşadıkları toplumsal ortam kendilerini gerçekleştirebilmek için bugüne oranla çok daha az elverişliydi.
İşte bu bakış açısıyla yaratıcı insan, ancak yalnız kalabildiği zaman içsel dünyasının zenginliklerine inebilir ve bunları sonradan, müzik, görsel sanatlar, edebiyat ya da bilimsel ve teknolojik buluşlar olarak bize ulaştırabilir.
Bir insanın yalnızlığı, yalnızlığın boşluğuna ve ürkütücülüğüne karşı geliştirdiği savunma mekanizmalarıyla da anlaşılabilir. Sürekli ve aşırı yemek yeme, anlamsızca ve sürekli bir şeyler satın alma, seçim yapmaksızın art arda film ya da TV seyretme, amaçsızca vitrinleri izlemeyi alışkanlık haline getirme bunlar arasında sayılabilir.
Yalnızlığın Paylaşımı ve Yalnızlığı Aşabilme Üzerine
Halk arasında, “Yalnızlık Allah'a mahsustur,” derler.Yalnızlığın giderilmesinde en önemli tedavi arkadaş edinmektir. Ancak, edinilen arkadaş gerçek dost olmalıdır. Her arkadaş da yalnızlığı unutturmaz.
Bilinçli ve seçimli yalnızlıkta, kendini tanımak, bilmek, kusur ve hatalarını açığa çıkarabilmek için sağduyuya dayalı bir özeleştiri mekanizması mevcuttur. Bu eylemin sonucunda, ruhumuzun derinliklerinde gizlenmiş içsel güzellikler, üretkenlikler, sevgiler orada ve açığa çıkmayı tarafımızdan tanınmayı sabırla bekliyorlar. Bu gizemli tanışmanın yolu yalnız kalmaktan, kendimize zaman ayırmaktan geçmektedir. Cennet içimizdeyken hayatımızı cehenneme çevirmenin ne gereği var ki? Bununla birlikte yalnızlık karşısında çaresiz değiliz; aslında yalnızlık, kızamık kadar tedavisi mümkün bir illet.
Son tahlilde, yalnızlığı aşmanın yanıtı, yaratıcı ve amaçlı olmakta yatmaktadır. Yalnızlık, zaman denen çok değerli hazineyi etkin ve ekonomik kullanmakla aşılabilir. Ama insan yine de yalnız doğmakta ve yalnız ölmektedir. Doğumla ölüm arasındaki geçen, yaşam dediğimiz zaman süreci içindeki kurulan dostluklar, arkadaşlıklar, evlilikler eğer içlerinde üretkenliği barındırmıyorsa, birey yine doyumsuz ve yalnız kalmakta ve yine iki kişilik yalnızlıkların yaşandığı evlilikler hüsrana uğramaktadır.
Yine unutmayalım ki, insanoğlunun gelecekteki en değerli özelliğinin, yalnızlığın ve de tek başınalığın panzehiri olan sevgiyi verebilmesi, verileni de alabilmesi olacaktır.
Fakat önce bireylerin bilinci değişmeden hiçbir sosyal değişim gelmez. Carlyle adında genç bir adam dünyayı nasıl değiştireceği sorulduğunda şöyle yanıt verdi: “Kendini değiştir. Bu şekilde dünyadan bir alçak azalır.” Bu tavsiye halen geçerlidir!
“Yalnızlığın en kötüsü, seni anlamayanların arasında kalmaktır.” Mevlâna
Sağ duyulu insanlar temel ve asal ilke ve erdemler dışında, hiçbir konuda birbirleri ile aynı düşüncede olmak zorunda değildirler. Buna zorlanamazlar ve zorlanmamalıdırlar da. Düşünce farklılıkları olsa bile birbirlerini severler ve birbirlerinin yardımına koşarlar. Kardeşlik; din, dil, ırk, milliyet ve düşünce farkı gözetilmeksizin evrenseldir.
Not: Bu yazı bir derlemedir,
Günün anlam ve mahiyetine(!) göre gözden geçirilmiştir
Büyük emeği için Sn. Halit Yıldırım Beyefendiye teşekkür eder bu vesile ile saygılar sunarım.
Bilge bir adam, adil bir şekilde kazanabileceğinden,
Gösterişsiz bir şekilde kullanabileceğinden,
Neşeyle dağıtabileceğinden
ve
Huzurla geride bırakabileceğinden daha fazlasını arzulamayacaktır.
Benjamin Franklin
Not: Bu yazı olması gereken zamanda sağlık probleminden dolayı yazılamamıştır.
Tüm kardeşlerimden özellikle özür dilerim.
Mehmet Emin BORA
01.Mayıs.2020 / Ankara