Avcının Aristo Etiği


Prof. Dr. Hakan BOZKAYA 
Gastroenteroloji Uzmanı

Sn. Prof. Dr. Hakan Bozkaya'nın  eserini lütfedip, Tunalı Hilmi Caddesi üzerindeki işyerimize getirmesinden bu yana, yaklaşık 5 kocaman ay geçti. Fazlası olabilir, eksiği yok...

Ne kadar mahcubum... Anlatamam. Bir o kadar da mutluyum!.. Bu tür içerikli bir eserle karşılaştığım için...

Bana "Avcılık ve felsefe üzerine bir kitap yayınlandı" deseler.. Şaka mı bu!. Hatta daha da ileri giderek  "İmkansız" derdim...

Avcılığa felsefe penceresinden bakan bir göz!..

Avcıların gözü "gez ve arpacığa" kilitlenmiş... 

Ülke genelinde  % 99 oranında yaşanan bu.

Göz herkeste var.  Herkes de gördüğünü zanneder! Oysaki o zahiri olanı görüyor.

Önemli olan kalple görmektir. Anadolu'daki yaygın tanımla "Gönül gözü" diye  ifade edilir. Örneğin:

Bu aklu fikr ile Mevla bulunmaz.
Bu ne yaradır ki merhem bulunmaz.
Deryalar içinde susuz gezerim...
Beni kandıracak umman bulunmaz.

xxx
Aşkın pazarında canlar satılır...
Satarım canımı, alan bulunmaz.
Beni benden sorman, ben ben değilem.
Bir ben vardır bende, benden içerü.

xxx
Yunusun sözleri hundur, ateştir...
Kapında kul var, sultandan içerü.
Beni benden sorman, ben ben değilem...
                     Bir ben vardır bende, benden içerü.                   

 Yunus Emre   

İlk avcılık kursunu açtık. Dersler bitti. Sınav yapacağız. Tarih.22 Kasım 1998

Sorun; hangi ders, dolayısıyla hangi konu ağrılıklı olarak bir tık da olsa diğerlerinden önde olacak!.. Farklı söylemler oldu. Söz sırası bana gelince  "Benim bir önerim olacak. Sınav süresine 15 dakika ilave edelim. Adaylar bu süre zarfında avcılıkla ilgili kısa bir kompozisyon yazsınlar. Bunu okursak kim nedir, ne değildir daha kolay anlayabiliriz" dedim. Arkadaşlarım beni kırmadılar. Gün geldi dersler bitti sınav zamanı 50 erkek 4 hanım olmak üzere toplam 54 kişiden oluşan  kursiyer bir salonda bir araya geldik. Sorular dağıtılmadan önce ben bir açıklama yaptım. Sınav  süresi 120 dakikadır dedikten sonra "Bu süreye ek olarak 15 dakika daha vereceğiz . Bu süre içinde varsa bize yapmış olduğunuz bir avı yazılı olarak anlatın. İlk defa ava başlayacak olan arkadaşlarımız kompozisyon formatında  hayali bir  av öyküsü yazabilir" dedim.

Süre sona erince kağıtları topladık. Hepsini eve getirdim. Saatler boyunca ince eledim sık dokudum. Eşim de sınava girmişti. Sınıfta kalan ilk o oldu.:) (Hiç şansı olmadığını baştan kendisine söylemiştim. O, bunu bile bile sınava katıldı). 

Sonuçları ilan etmek için bir araya geldik. Yetersiz tek bir katılımcı olmaması bizleri umutlandırdı. Bunun mutluluğunu yaşadık. O sırada yanıma gelen biri(!) dergisinde bu öyküleri yayınlamak istediğini söyleyerek sınav kağıtlarını kısa bir süreliğine almak istedi. Ben de verdim. Aldı gitti,  gidiş o gidiş... Kabahat bende...

Aklımda kaldığı kadarı ile kaleme alınan öyküler çok net şekilde avcı ahlakını açıkça ortaya koyan türdendi. Bunu neden uzun uzun anlattım!...

 Sn. Hakan Bozkaya Beyefendi'nin kitabının 15. sayfasında:

 Ahlak "gelenek ve görenekle şekillendiği için ilkesel değildir. Toplumun anlam dünyasına bağlıdır.

Bu açıdan bakıldığında avlanmayı ahlaki açıdan eleştiriye tabi tutmak doğru olmaz" dedikten sonra vurucu tespiti yapıyor.

"Avcı ahlakı eleştiriye açıktır"

Senelerdir bunu anlatmaya çalışıyorum. Şu anda arpacik.net/Videoların altında yer alan Orman  Bakanlığı için 20 yıl önce hazırladığımız eğitim filminde her yeri geldiğinde bunu vurgulamaya çalıştık.

Avcıların temel sorunu budur. Var olan yasalara göre avcılık meslekten sayılıyor. Yani mesleki ahlakı yüksek veya tam aksi "pespaye"  de diyebilirsiniz.

Anadolu'da avcıların  %95'i ava hala ilkel ataları gibi et kaygısı ile gidiyor... Sivas / Uzunyayla'da kontrol ettiğimiz avcı yasa dışı elde ettiği tavşanı "Neden vurdun" diye sorduğumuzda  "Misafir gelecek" demişti.   

Daha realist bir bakış açısı ile seslendirmek gerekir ise konu ne olursa olsun insanoğlunun temel sorunu ahlakidir.  https://www.arpacik.net/icerik_yazar.asp?Icerik=686&Yazar=815

.
Cumhuriyet tarihinin  ilk avcılık kursunda eğitmen sıfatı ile 15'e yakın uzman eğitici arkadaşım görev yaptı. Hepsine minnettarım. Bir iş ancak bu kadar ciddiyetle yapılabilirdi.

Aradan 2- 3 yıl kadar bir zaman geçti. Milli Parklar Genel Müdürü değişti. Eğitimi ülke genelinde uygulanabilmesi için yoğun bir çalışmaya girdik.

Bkz: https://www.arpacik.net/icerik_yazar.asp?Icerik=1074&Yazar=815)

Avcılıkla ilgili ilk  eğitim kitabını bu süre içinde hazırladım. Bkz: https://www.arpacik.net/icerik_yazar.asp?Icerik=479&Yazar=815

İç Anadolu Bölgesi'nde çok sayıda avcılık kursu açıldı. Hocalara ayrı ders notları hazırladım.

Bu arada bana şöyle dendi."Bu kursların hitamında sizlere 'Usta Öretici Belgesi' vereceğiz...

Ne mi oldu? Öküz öldü ortaklık  bitti.

Daha sonra kanunen bu kurslara devam etmeyenin eski ruhsatları iptal oldu.  Bir anda pıtrak gibi ortaya çıkan avcılık kursları gelen avcı adaylarını hiç üzmediler!..

Ben bu oyunun (!)  bir parçası olmadım.  Milli Eğitim Bakanlığı'na göre benim avlanma ruhsatım olmadığı gibi ders verme ehliyetim de yokmuş...

Yasa halen o şekli ile yürürlüktedir.

(! )

Mevcut sistem kokuşmuşluktan da ötedir. Tarihe not düşelim. Bunu da böyle bilelim.

Avcı ahlakının ne olup ne olmadığını öğrenmek istiyorsanız avcı ile sohbet edin. O  size kendini fazlası ile anlatır. Atalarımızdan bize intikal eden genetik mirastan bahsediyorum. Avcıların bu yönde gelişmiş bir ön seziye sahip olma olasılığı hayli yüksektir. Onun anlamadığı (!) yaban hayvanlarının binlerce sene evvel halen o günkü gibi hayatta kalma  mücadelesi verirken, bizlerin elinde artık taş, sapan, ok, bıçak  yok... Gaflete düşer de "Ne var? diye soran da olursa....Ona da hiç düşünmeden "Elinin körü var" derseniz ... Bence hoşuna gitmese de boşa da  gitmediği gibi "çok da uygun" olur derim. 

Avcılık nadiren bireysel yapılan bir etkinliktir. Bu tutumun  tasvip edilecek-Bana soran olursa- tutarlı tek bir yanı olmadığı gibi önemli ölçüde hayati tehlike içerir derim. Hepimizin iyi kötü anıları vardır. Ben av kazaları ile ilgili bir çalışma yapmıştım. Dinleyenlerin şaşkınlıkları halen gözümün önündedir.

Tüm bu sorunlar yumağının içine neden gönüllü giriyoruz? Bizi cezbeden, çeken nedir? Nelerdir?

Ben dostlarımla beraber olmak için oradayım... Ben avladığım anların heyecanını yaşadığım kadar, arkadaşımın yürüyüşünü, silah kullanışını, avcı koluna riayet ettiği anı, yemek sofrasındaki tavrını, yaşanan bir problemin çözümü yönünde ortaya koyduğu performansı,  velhasıl onların her halini seyrederken duyduğum haz için avcı oldum. 25 sene sürekli  olarak  sayıları 7-8 kişiyi geçmeyen avcı arkadaşımla beraber  oldum. Cuma akşamı yola çıktık, pazar akşamı döndük. 

Şimdi size bir link vereceğim.   

Mersin'e yapmış olduğum bir araştırma gezisine ait.

Ağırlıklı olarak yukarıda saymış olduğum bir problemin avcı arkadaşım tarafından nasıl paylaşıldığına tanık olacaksınız...

O sesi ölene kadar her yeri geldiğinde kulaklarımda duyacağım.

 Ben o akadaşımla her türlü problemi seve seve paylaşırım. 75 sene geride kaldı. Söz konusu avcılık olduğunda dostlarımın sayısı bir elin parmakları kadardır. Çok seçici olmak zorundasınız. Bu işin doğası gereğidir.

Her insan gibi(!) "Olmazsa olmaz" diye tanımlayabileceğimiz değerlerimiz vardır.

Pek çok şeyden fedakarlık yaparız ama söz konusu bu değerlerin sınırlarını her kim aşarsa ona da  centilmenlik sınırları içinde de olsa  "Dur" deriz diye düşünüyorum. 

Dolayısıyla bu sınırlara saygılı her kesimden insanla (Özelikle avcıları kast ediyorum) kolaylıkla dost olabilirim.

Önce linkini verdiğim yazımı okursanız sevinirim. Son sözümü ondan sonra söylemek isterim. 

 Bkz:https://www.arpacik.net/icerik_yazar.asp?Icerik=686&Yazar=815 (Eller Gider Mersin'e)

Avcının ana sermayesi ayaklarıdır. Boşa dememişler "Bir gün av eti 40 gün taban eti" diye.  

Avcı;  özdegezmeli, sezmeli ve süzmelidir (!)     Eylemin akış sırası hemen hemen budur. 

 

Ustalık aşamasında  ise bu üçlemenin arasına tetik düşürmeden "düşünmeli" kelimesini de (Eylemini de ) sıkıştırabilmelidir.

(!)

Neredeyse "an" olarak tanımlanan bir süreden bahsediyorum. Usta olmak uzun senelerin sonunda varılabilecek mertebedir.

Peki o zaman bir de soru sorayım. Neyi, neden ve niçin düşünmeli?

(!) 

Yüzüne silahı alır almaz tetik düşüren avcının haddi hesabı yok... Tam tersi de geçerli... 

 21.yüzyılın avcısı salt hayatta kalma mücadelesi sergilemediğine göre, bu dizini mutlaka gerçekleştirmeden öte sorgulayabilmelidir de..

Ben tecrübelerimin ışığı altında kursiyerlere şu örneği verirdim. 35 - 40 sene evvel av dünyasının başı boştu dersem çok da yanlış olmaz. Örneğin 0cak ayında keklik avı açık olurdu. Hatta keklik avı Şubat ayının 15'inde biterken ördek avı başlar,  o da bitince yabandomuzu avı başlardı.

 Çok daha acısı mayıs bıldırcını adı altında yapılan avdı. Avcılar "bıldırcın için "daha yeni geldi, yumurtaya yatmadı'' diyordu.

Belki de çok daha önemlisi "Çok vuran iyi avcıdır, en çok vuran da en iyilerin iyisidir" şeklinde bir söylem av bayiilerinde yapılan sohbetlerde ısrarla seslendirilirdi. Hasbelkader gazetede kendisine bir yer edinen köylü kurnazı  pespaye  yazar bozuntuları av camiasına ince ayarı bu yolu kullanarak iletirdi.

İstanbul'un ünlü avcılarının ipe dizilmiş çok sayıda ördek, keklik veya 500 ve üstü vurulan bıldırcınlarla çekilen fotoğrafları yanılmıyorsam hala hafızalardadır. 

 

Yeri geldi. Sıkça yapılan bir yanlışın nelere mal olduğunu  anlatmak isterim. 

Ocak ayı içinde tepenin doruğunda gezen bir avcının paçasından(!) bir keklik parlarsa  o büyük bir olasılıkla erkek kekliktir. Bu aslında "hedef şaşırtmadır." "Kendisini feda eylemidir." Havalar mevsim normallerinin üzerinde ısınmışsa keklikler de eşleşmeye başlamıştır.  Siz şunu bileceksiniz. Keklik avcıyı kendisine asla  bu kadar yaklaştırmaz. Eşleştiği dişinin de aynı yerde yatma ihtimali çok yüksektir.  Bunlardan hangisini vurursanız vurun, aslında bir sürü kekliği vurmuş olursunuz. Bunu düşünüp hemen o noktadan sonra silahınızı boşaltıp arabanın yolunu tutmalısınız. Varsayalım ki Kasım ortasında bir avlaktasınız. Önünüzden 4 adet keklik kalktı. Ne yapmamız gerekiyor? Şunu düşünebilmeliyiz, 4 keklikten bir alay oluşmaz. Bunun,  hırpalanmış bir alay olduğu gün gibi aşikar... Şimdi dikkat. Kalkan 4 keklikten sadece biri dişi olabileceği gibi, sadece biri erkek de olabilir.

İşte o tek olanı vurursanız geriye kalan kalanların çoğalma şansı bitmiş olur. Buna domino etkisi diyebiliriz.  Avcılardan çok zor bir şey istediğimin farkındayım. Ama bilinçli avcının asgari niteliği bu olmalı.  Avcı ahlakı da budur.

Bu avcıyı arıyoruz!.

 Sn. Hakan Bozkaya kitabında bunu ön plana çıkartıyor. 

Yasalara uygun av yapmak öncelikli olmazsa olmazımızdır.

Okumalıyız. Hatta denemelerle yaşanmış öyküleri bir tarafa not ederek ileri yaşlar için veri biriktirmeliyiz.

İnanın bana ileride kulağımı çok çınlatırsınız...

 

 Sn. Hakan Bozkaya 132 sayfadan oluşan bir eser ortaya çıkarmış. Bunun 76 sayfası Sn. Bozkaya'nın avcılığa felsefe açısından bakışını içeriyor. Geriye kalan 56 sayfayı dostlarına ayırmış  Ben bu tür avcılık  kitabına hiç rastlamadım.

Tabii ki av fotoğrafları içeren pek çok basılı dergi veya az sayıda fotoğraflı kitap  var.

Ama dostlarını bu denli tutkulu anlatanı hiç yok. Daha da önemlisi bu ülkede avcılığın felsefesi üzerine yazan da.... 

Anlatacak ne çok öykünüz var değil mi? 

Öyleyse siz neden denemiyorsunuz, Yazmıyorsunuz?..

Jose Ortega Gasse'ye GALAH (mı indi?  (Vahi anlamında)  ( Avcılık Üzerine - YKB Yayınları)

Yeri geldi. "Sn. Derin Türkömer'e ne kadar teşekkür etsek azdır" diye düşünüyorum.  Av camiasına farklı bir akış açısı sundu..

(!)

Yaklaşık 35 sene evvel çok genç yaşta vefat eden bir avcı kardeşimiz vardı. Her avın sonunda  rapor niteliğinde 2-3 sayfa yazı yazardı. Bunu çok uzun seneler yaptığına ben şahidim. Yanılmıyorsam DSİ'de çalıştığını anımsıyorum.

Nereye hangi tarihte kimlerle gidilmiş?

O zaman fişek kaç TL? 

Benzinin litresi kaça?

O sene nadasa bırakılan tarlaların haritasını çıkarmak onun için sıradan işlerdi. Yazısı inci tanesi gibiydi.

Renkli kalemler kullanırdı. Köy isimleri, yol haritası rutin işlerdendi. Vurulan hayvan sayısını, türlerin ayrımını muntazaman tutardı.

Koskoca Orman Bakanlığı'nın arşivinde benzeri bilgi varsa ben de hiç bir şey bilmiyorum.

Masa(!) başında düzenlenen memeli envanterleri ve  benzeri raporlar konumuzun dışındadır. Onlar köy kahvelerinde çay yudumlarken yapılan geyik muhabbetlerinin bir sonucudur.

Acıdır ama gerçek budur.

 Ne acıdır ki ülkemizde avcı olup da bu eseri bir çırpıda okuyup anlayacakların sayısı 500.000 kişi içinde maksimum 1.000 kişi ile sınırlıdır.

Kötümser olmanın da bir anlamı yok. Bizler Sn. Hakan Bozkaya gibi bir avcı kardeşimiz var diye ne kadar öğünsek yeridir diye düşünüyorum.

Yaban Hayatının idaresinden kim sorumlu? Tarım ve Orman Bakanlığı... 

Sorun bakalım bu kitaptan haberi olan var mı!

Ama mutlaka halkla ilişkiler adı altında bir bölüm vardır. Onun görevleri  arasında günceli takip etmek  yok mu?

-!..  

Ben iddiamın arkasındayım. Herhangi bir ihbar gelmese bu kitaptan haberleri bile olmaz...

 Keşke ben yanılıyor olsam... Utanma bana düşsün... Yeter ki ülkem kazansın... (Dilerim ki bana kızıp okurlar da...)

 


"Bir Sınır Deneyimi Olarak Avlanma"

 Sn .Hakan Bozkaya'nın 2. kitabı 

 

Kendisini varlık olarak farklarla ifade eden şey, ifade bulduğu bir boyutta, sonsuz olma özelliğini bu kez “şiddet içeren tehdit” gibi bir icat sayesinde sürdürmüştür. Devamlılığın ölüm ve çoğalma ile sağlandığı bu varlık yoğunluğunda şiddet(ölüm), devamlılığı garanti eder. İnsan, şiddetin içinden doğmuştur. Şiddet ve ölümle sağlanan devamlılık, George Bataille’in ölümsüz varlığının devamlılığıdır. Avlanma, içerdiği şiddetle(ölüm), Bataille’in varlığını açığa çıkarabilen bir eylemdir ama aynı zamanda şiddeti yaratanın geri çekilişinin sezgisini de verir. Sokrates ve Aristo’dan Kierkegaard, Hegel, Heidegger, Cioran, Derrida ve Deleuza’a kadar bir dizi filozof yem olarak kullanılsa da, av ele geçirilmeden, yaşam bir deneyim olmadan açığa çıkan bir şey olmaz.

Deneyim, tamamlanmış göründüğü yerde, deneyimlenemez olanın sınırında devamlılığa açılır.

 

Not: Bu kitabı 4 gün evvel "Hepsiburada.com  internet sitesi"nden satın aldım.  Nisan  ayının  25'i gibi teslim edeceklermiş.

Prof. Dr. Hakan Bozkaya, Gastroenteroloji Uzmanı

Sn. Prof Dr. Hakan  BOZKAYA

Saygı değer okuyucular. Farklı bir tanıtım oldu. Korona hastalığı özelikle ben yaştakilere dış dünyanın kapılarını bir süre için de olsa kapattı . Şimdilik bana yaradı diyebilirim. Ankara'daki arşivimi derleyip topluyorum. Zaman zaman da kitap okuyorum.

İçinde 1.500.000 fotoğraf bulunan bilgisayarımı dostlarım sayesinde düzenlemeye çalışıyoruz.

İlk fırsatta son 25 sene içinde neler yapabildiğimin belgelerini  yayınlayacağım.   

Şimdi özellikle gençlere, genç avcılara, 2 kitap önermiş olayım.

Çok net söylüyorum...

Bu iki kitabı sindire sindire okuyun. Yaşıtlarınızın minimum 10 yıl önüne geçersiniz.

Ben Sn. Hakan Bozkaya'ya ve Sn. İlber Ortaylı'ya en içten gelen duygularımla sayglarımı sunar, binlerce kere teşekkür ederim.

'' Işık taşıyan eller ölümlü, taşıdıkları ışık ise ölümsüzdür "

 

         İÇİNDEKİLER

1- Avlanmanın Etiği Değil, Avcının Etiği

2 - İyi, En İyi

3 -Erdemler

4- İsteyerek ve istemeyerek Yapılan

5- Yiğitlik

6- Ölçülülük

7- Cömertlik ve İhtişam

8- Yüce Gönüllülük ve Onur

9- Sakinlik ve Karşı Çıkılıp Karşı Çıkılmayacak Şeyleri Bilme

10- Samimiyet, Zarif Davranış ve Utanma

11- Adalet ve Doğruluk

12- Sağ Aklın Gösterdiği Orta

13- Kaçınılması Gerekenler Kötülük Kendine

14- Egemen Olmama ve Canavarlık

15- Dostluk ve Sevgi

16- Haz ve Mutluluk

17- Karakterler

 

İlber Ortaylı

 İÇİNDEKİLER

1- Bir Ömür Nasıl yaşanır?

2- Kimden ne öğrenilir?

3- İnsan kendi kendini nasıl yetiştirir?

4- Nasıl çalışmak gerekir?

5- Nasıl seyahat edilir nereleri görmek gerekir?

6- Eğitimde hangi tercihleri yapmak gerekir?

7- Ne izlemeli ne dinlemeli ne okumalı?

8- İnsan yaşadığı şehirden nasıl faydalanır?

 

Ahlak ile ilgili Anlamlı Sözler - Güzel Sözler ve Bilgi Kütüphanesi

Mehmet Emin BORA

14.04.2020 /Ankara

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 
 

Bu yazı 1978 kez okundu...