GEÇMİŞİNİ BİLMEYEN GELECEĞİNİ YARATAMAZ



                                                                                                               

Bu ülkede: Evrensel doğruları her daim savunarak "haklıdan ve doğrudan" yana olmayı kendiniz için değişmez bir ilke olarak benimsemişseniz...
Bilin ki hayatın akışı içinde, çok sayıda:

"Gün ışığından yoksun, bir asır kadar uzun kapkara geceler"

Yaşamanız kaçınılmaz olacaktır.

Bu zorlu sürecin bir tek neması vardır. 

Ondan da siz değil sizden sonra geride kalan ahfadınız manevi olarak nemalanacaktır...

Dilerim ki onlar için gurur ve iftihar vesilesi olursunuz...

  "Keşke" yerine huzur içinde "iyi ki öyle yapmışım" diyebilenler yaşamın sırrını çözenlerdir.    

Yaklaşık olarak yazı dünyasından 9 ay kadar bir zaman uzak kaldım.

Yakın dostlarımın sebebini bildiğini düşünüyorum ama ben yine de bilmeyenler için yazmak isterim:

1- Son Kale!..  

 

 

 

2- Göz sorunum...

 

Şekere bağlı görme kaybı yaşıyorum...  

 

İkisi de beni benden aldı. O kadar yorgun ve bir o kadar da doluyum ki...  

Bu yazım, saydığım iki maddeden sadece birincisi etrafında gelişse dahi, rutin yazı üslubuma -uzunluk açısından- oldukça aykırı oldu.

Ama bir bütünü bir yazıda anlatmak isterseniz inanın ki çaresiz kalıyorsunuz.

Gelecek kuşakları -ilgi duyarlar ise- bilgilendirmek istedim.

Yıllar yılı oluşan bir birikimin serüvenini tekdüze şekilde anlatmak kolay değil. Mazgallardan baktıkça gözlerime görünenleri, surlara düşen gölge ve ışıkları satırlara serpiştirmeye çalıştım.

Maddi ve manevi temellere değinerek seyrüseferi anlatmak istedim ve olaylardan olgulara uzanmak…

Arzum, "Son Kale" adındaki kütüphanenin nasıl ve ne için kurulduğunu anlatabilmek...

 

Bu bağlamda "Geçmiş ve Gelecek" ilintisini gündeme taşımak istiyorum.

50 yıl önceden başlayan bu yolculuğu zaman akışına sadık olarak nakledebilmem için tüm yazılarımı bir kere daha gözden geçirdim.

İyi ki de böyle yapmışım.

Bu yazıyı okumadan önce https://www.arpacik.net/icerik_yazar.asp?Icerik=541&Yazar=815  adresinden  "Aile ve Avcılık" başlıklı yazımı okumanızı arzu ederim.

''Meramımı bu suretle daha kolay anlatırım" diye düşünüyorum.

(...)

Hepimiz biliyoruz ki insanoğlunun yaşam süresi -istisnalar hariç- zaman açısından oldukça sınırlı...

Oyunu sonlandıran "zil" sesini duyana kadar bu tek perdelik oyunun yazarı da oyuncusu da sizsiniz. 

Tabii ki seyirci de olabilirsiniz. Dilerim ki süreç içinde bu biteviyelikten kurtulursunuz... 

Hayatın akışı içinde olağanüstü bir müdahale olmaz ise genellikle "Ne ekerseniz onu biçersiniz."

Başlangıçla son arasında -siz farkında olmasanız bile- bir illiyet, diğer ifade ile bir bağ mutlaka vardır.

Örneğin: 

Beni 36 yıl arkasında koşturan Anamur Belediyesi, sonunda istemeden de olsa "gasp" ettiği arsamın üzerinden elini çekmek mecburiyetinde kaldı.

Hayatımdan çok uzun bir süre resmen çalındı. Şimdi idareyi mahkemeye vererek hakkımı arama sırası bende...

Önce Anayasa Mahkemesi'ne, olmazsa -iç hukuk yolları kapanmış olacağı için- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne başvuracağım.

Tek bir amacım var. Eğer hukuktan bahsedeceksek -bana göre- yanlış uygulama yapan idare de mutlaka cezalandırılmalı... 

Vatandaşın oyları ile makam sahibi olacaksınız, vergileri ile yaşayacaksınız, yetkinizi kötüye kullanıp 5 yıl ara ile 6 kere mahkemeyi kaybedeceksiniz ve her seferinde yeni bir bahane ile davayı uzatarak yaşamımı bana zehir edeceksiniz...

Elinize ne geçti! 

!..

Yetkini kötüye kullandığını sana mahkeme söyledi...

Ben de hakkında suç duyurusu yaptım. Anayasa Mahkemesi’nde dava açtım.

İnşallah Anayasa Mahkemesi örnek olacak bir karar alır da...

Ben de adalet için yurt dışında hak arama zorunda kalmam.           

Dolayısıyla "Son Kale" uzun bir gecenin sabahı uyanıp ani bir kararla kotarılacak bir iş değildi.

Çok sayıda bileşenin aynı zaman diliminde bir araya gelmesini gerektiren bir sürece ihtiyaç vardı. 

Dolayısıyla mali imkân oluştu. Dahası Çamlıdere'de 15 senedir oturduğum evin bitişiğinde olan boş ev satışa çıktı! Bu tesadüfü neye yorarsanız yorun...

Ben "sihirli bir el" diyorum. 

"Şu da eksik onu da bekleyeyim" gibi farklı mazeretler beyan etmeden hızla işbaşı yaptım. 

Benim için mesai gün ağarırken başlar akşam 20.00’de biter. Dolayısıyla 15 sene kaba inşaat olarak bekleyen evi, her şey dahil, 9 ayda tamamladım.

Bu arada kızımın (Pınar Özdemirci) Ankara'dan bana olan desteğinin altını çizmek isterim. Seçti, aldı, gönderdi ve ödedi. Bu konuda hiç başım ağrımadı. 

Tanrıya şükürler olsun çocuklarımla hep iftihar ettim.

Aile, mensubu olan bireyler için son sığınaktır yani bir anlamda "Son Kale"dir... Her canlının kendini güvende hissedeceği bir sığınağı mutlaka vardır. 

"Son Kale" dört ayaklı dostlarımız için de aynı anlamı taşır...

Onlarla olan ortak paydamız "güven" duygusudur.  

İnsanın içini ısıtan o huzur dolu bakışlar sizce de hoş değil mi? 

 

 

     

Evimiz kediler için her zaman ''Son Kale'' olmaya hazırdır 

  

Ortaokulun birinci sınıfından başlayarak 30’lu yaşlarıma kadar hem okudum hem de tüm kitaplarımı özenle muhafaza ettim.

Tam tarihini anımsayamıyorum. 1985-1990 arası olsa gerek, evimin önüne 2 tonluk bir kamyonet çağırdım. Aracı tıka basa kitaplarla doldurduk. O döneme ait pek çok kitabı çevremdeki kütüphanesiz bir okula bağışladım. 

Yeni kütüphanenin temelleri de o yıllarda atıldı. Bu dönemde Rahmetli Dayım Doç. Dr. Ratip Kazancıgil'in beni yönlendirmesinin çok faydasını gördüm.

Kendisi ile yapmış olduğum bir sohbet sırasında:

"Her gün binlerce kitap yayınlanıyor hangisini okumaya yetişeceğiz?" şeklinde bir soru sormuştum.

O da bana bir yol haritası çizdi. "İnsanların her dönemde edinmesi gereken farklı bilgiler vardır" dedikten sonra söylemini örneklerle açıkladı.

Bebeklikle başlayan bu serüvenin -sırası ile- masal, ilköğrenim yıllarının başlarında hikâye, ortaokulda öykü ve kısmen roman ile belirli bir kıvama geleceğini söyledikten sonra; her insanda farklı sonuçlar alınan bu sürecin, kişinin ilgi alanına bağlı olarak, değişik kapılar aralayabileceğinin de altını çizdi.

Özde, belirli devreden sonra kişi için bir yol ayrımının söz konusu olabileceğini ve bu sürecin sonunda o kişinin bir alanda ihtisas sahibi olma şansı yakalayabileceğini örnekleri ile anlattı.

"İmkân dahilinde ise bu birikim kitap hâline getirilmelidir" dedi. 

Geçmiş-gelecek bağlantısı, onu her ziyaret edişimde bana verdiği nasihatleri ile oluştu.

Ruhu şad olsun. Çok ama gerçekten çok sıra dışı bir insandı...

30 Haziran 2019 tarihine, bu geçmiş ile, yavaş yavaş ama emin ve kararlı adımlarla geldim. 

Şunu bilmenizi isterim:

Kütüphanemde gördüğünüz tüm kitapları önce bana verilen harçlıklarla, daha sonra da alın teri ile kazandıklarımdan ayırdığım paralarla satın aldım. Almaya da devam ediyorum.

Kitaplarım içinde -300 civarında bağışlanmış kitabın dışında- bedelini ödemediğim bir tek kitap dahi yoktur. 

İmkân yaratabilirsem onları da tek tek kayda geçirmek isterim. Şimdilik sadece kütüphanenin duvarına astığım bir pano üzerinden bu kitapseverlerin isimlerini duyurabildim.

Kitap benim için çok ama çok kıymetli.  Onu olmazsa olmazım diye düşünüyorum. Dolayısıyla kitabı kanırtarak açmak şöyle dursun, ona hor gözle bile bakamazsınız.

Çünkü kitap sizin veya benim değildir, aydınlanmak isteyen herkesindir ve titizlikle korunmalıdır diye düşünüyorum.

(...)

Kulaktan duyduğuna inanan bir toplumuz.

Oysaki, sorgulayabilmek için, belirli bir konuyu farklı kaynaklardan okuyarak kendi fikrimizi oluşturabilmeliyiz. Dolayısıyla -bir başkasının bize ne anlattığını değil- kendi fikrimizi savunabilmeliyiz.

Burada bir alıntı yapmak isterim…

İNSAN İÇİN NASIL BİR NİTELİK ARANIYOR? 

Entelektüel, “Geleneksel anlamı içinde, düşünsel veya zihinsel etkinliğe yönelmiş, bilgili, değerlendirme ve eleştiri gücü yüksek, topluma öncülük etme misyonu yüklenmiş aydın, çağdaş kişi’’ olarak da tanımlanabilmektedir.

Çağdaş varoluşçu filo­zof Camus’nun deyimiyle "Zihni kendi kendisini gözleyen kişi"dir entelektüel.

Zannedersem şimdi oldu. Bu toplumda -bana göre de- eksik olan bu.

Şimdi sıcağı sıcağına şu sorunun cevabını aramalıyız

Neden eksik?..

Bunun cevabını bu yazının sonunda bulacaksınız.

İçinizden "Allah akıl versin bunu Çamlıdere'de bulmayı mı ümit ediyorsun" dediğinizi çok net duyuyorum. 

Cevabım: Evet... Kesinlikle evet. 

Yüzlerce, binlerce genç talebe var... Onlara erişebilirsem şansımın çok yüksek olduğunu düşünüyorum. 

Eğitim göreceli bir kavram olsa da içinde pek çok somut değer taşır. Ben bu uzun yolun ilk taşlarını bu yola döşemek istiyorum.

Başlamak bir işin yarısıdır. Benden sonrası daha da kolay olur.

Göreceksiniz. Yazın bir tarafa.

(...)

Kütüphanenin içeriği ile kısa öykü bundan ibarettir.                                  

03.10.2018 / Yapım aşamasında olan 1. kat

           

Şimdi açılış tarihinden (30 Haziran 2019)  bir ay öncesinden başlamak sureti ile  açılış gününün geç saatlerine kadar neler oldu! Bunu anlatmak isterim.

İçinizden "Bunun ne önemi var" dediğinizi duyar gibiyim. O zaman size acizane önerim "Cemil Meriç'in hayatını okuyun" diyebilirim.

Ben çok etkilenmiştim. Okuyunca bana hak vereceğinizi düşünüyorum.

Tek amacım var. Gençlere yol göstermek, onlara neler yapabileceklerini anlatırken bir yandan da bu çalışmaları belgelemek yani "Tarihe not düşmek"

Nerede doğru veya yanlış yaptığımı birileri görmeli ki... O hata bir daha yapılmasın. Çünkü yarınlar onların...

Bana göre Evliya Çelebi, 17. yüzyılın en büyük yazarı. Bu coğrafyada onun kadar gelecek kuşaklara bilgi aktaran ikinci bir kişi yok...

1611'de İstanbul Unkapanı'nda doğdan Evliya Çelebi: 51 yılda, yedi iklimi ve on sekiz padişahlığı gezip dolaştığını söyler.

Vefatından bu yana 400 seneden fazla bir zaman geçti o hâlâ eşsiz... Ben ondan şunu öğrendim:

Belge varsa bilgi var. Okursan sen de öğrenirsin. İşin özü bu. Bkz: https://www.arpacik.net/icerik_yazar.asp?Icerik=1060&Yazar=815

Açılış günü yaklaştıkça eksiklikler bir bir ortaya çıkmaya başladı.

Hayatım boyunca hiçbir işi üstünkörü yapmadım. Elimden gelenin en iyisini yapmak benim "olmazsa olmazım''dır.

Bunun zor olan iki yüzü var:

1- İyi işi yapanı -özellikle Çamlıdere'de- kolay kolay bulamazsınız.

2- İyi iş de iyi para demektir. O da her zaman olmaz.

Üstüne üstlük karşımda bir de zamanı, mekânı ve kişileri denkleştireceğim bir organizasyon problemi var:

1- Açılış tarihi yaz tatilinden önce olmalı.

2- Seçimlere denk gelmemeli.

3- Bayramları da göz önüne alacaksınız.

4- Davet ettiğiniz sanatçıların önceden belirlenmiş konserleri bile iki ayağınızı bir pabuca sokmak için tek başına yeterli...

5- Yerel idare ile çalışmanız gereken hususlar var. 

6- Çamlıdere’de nitelikli bir tek otel dahi yok. Buna karşın, açılış günü için yatılı gelmesi muhtemel olan ve birbirinden farklı en az 4-5 ailenin konaklama problemi de mutlaka çözülmeli.

7- Davetiye içeriği, baskı ve dağıtım işi tek başına problem.

8- Masa düzeni nasıl olmalı?

9- Ses düzeni nasıl kurulmalı?

10- İkram içeriği nelerden ibaret olacak?

11- Açılış konuşmasını kim yapacak?

12- Açılış öncesi tanıtım videosu nasıl hazırlanacak?

13- Açılışı nasıl kayıt altına alacağız?

14- Fotoğraf ve video çekim işini kim organize edecek?.. 

Ve şimdi aklıma gelmeyen daha birçok ayrıntı...

Bir yerden başlamamız lazımdı...

Aile içi görev dağıtımı yaptık… 

Kızım Pınar Özdemirci masa düzenini ve önemli bir yemek işini üstlendi.

Eşi, oğlumuz Dt. Dr. Mete Özdemirci, belki de işin en zor yanı olan, mangalların yönetilmesini sahiplendi.

Oğlum Tolga Bora ve çalışma arkadaşları erkenden gelerek sahanın her metrekaresine göz kulak olacaklar.

Ve eşim...

Bir hafta boyunca pazar pazar dolaşarak pazarcılarla itişe kakışa "fincan" ebadında dolmalık biber seçti. Üç günde komşuları ile 200 adet zeytinyağlı dolma yaptı.

Ayrıca 2 tencere dolusu zeytinyağlı yaprak sarma hazırlandı. Bu konuda Sn. Saliha Tan ve Sn. Hacer Durcan'a ne kadar teşekkür etsek azdır.  

25 kg kadar da aşure pişirildi. Bu arada açılış öncesi yaklaşık bir ay kadar her gün farklı yemek pişirme işi de onun standart görevi arasındaydı.

Eşim eşsizdir... Tüm yakın çevresi bunu bu şekilde seslendirir.  

 

3-4 tepsi baklava (Tereyağı ve cevizi ayrıca evden götürüldü.) yaptırdık. Sıcağı sıcağına servis yapılabilmesi için gereken önlemler alındı.

Evimizde bulunan 3 buzdolabı, aklınıza ne gelirse, meşrubat ile dolduruldu.

Yine evimizde bulunan "buz makinesi" 1 hafta boyunca tüm gün çalıştırıldı ve her ihtimale karşılık (Çamlıdere'de ayda en az 20 kere elektrik kesilir. Ola ki kesilmez ise bilin ki anormal bir durum vardır.) "buz stoku" yaptık.

Çocuk gelir de ağlarsa onu nasıl meşgul ederiz diye oyuncaktan tutun da şeker türlerine kadar ne varsa alındı.

Sanayi tipi çay makinesi ile gün boyu aralıksız çay servisi yapıldı. Pınar'ın can dostu olan Sn. Gaye ve Tarkan Ariç çifti, bir gün evvel gelerek tüm sahayı göz altına aldılar.

Bunun ne denli önemli olduğunu ancak yaşayan bilir. Onlara ne kadar teşekkür etsem azdır.  

Zaman daraldı  ama ortada davetiye yok!

İki satır yazıyı bir araya getiremiyorum. İmdadıma komşumun kızı Sn. Gözde Çoban yetişti.

Ben masa başında kara kara düşünürken Gözde Hanım'ın bana usulca seslendiğini duydum.

"Mehmet Amca isterseniz bunu ben yapabilirim'' demez mi?

Sn. Gözde Çoban

Çok uzun bir zamandır bu kadar öz güven dolu bir ses tonu ile karşılaşmadım.

Ağzımdan tek bir cümle çıktı "Hay hay şimdiden teşekkür ederim."

Gözde Hanım kaligrafi dalında uzman. Hacettepe Üniversitesi’nde grafik alanında master (Bu yazı yayına girdiği tarihte master çalışması başarı ile tamamlanmış, doktora çalışmasına başlamıştır.) yapıyormuş. 

Benim gözümde büyüyen taslağı birkaç saat içinde masamda hazır buldum…

Gözde kızıma ne kadar teşekkür etsem azdır...

Ertesi gün sabah, doğruca Ankara'nın yolunu tuttum.

2 saat sonra kadim dostum Tuncay Özdemir kardeşimin yanındayım...

Tuncay Özdemir çok sıra dışı dostlarımdan biridir. Zaman içinde çok sayıda değer yargımızın büyük bir benzerlik gösterdiğine tanık olduk.

Köklü dostlukların temelinde olan bu özelliğin ne kadar kıymetli olduğunu insanoğluna "zaman" öğretiyor.

Acı günlerde çevrenize bakın... Kim var? Kimler yok!..

Tuncay Özdemir'i anlatırken gerçekten zorlanıyorum.  O üç beş satıra sığacak insan değil ki...

Aradan yarım saat ancak geçti... Davetiyeyi kim basacak? Hangi kâğıda basacağız? Yazının puntosu şu, zarfı bu olmalı derken Tuncay Bey bana döndü ve "2 gün sonra her şey bitmiş olur'' dedi.

Kendisine teşekkür ederek yanından ayrıldım.

Sonuç mu? O hiçbir zaman yanılmadı ki.

 

Sn. Tuncay ÖZDEMİR 

Sorunları tek tek devre dışı bırakmaya başlamıştım. Şimdi zor olanların üzerine gitme vaktidir diyerek doğruca Ankara'nın yolunu tuttum. Hedef Konya Sokak!

Ayrıntılı bir araştırmadan sonra ses düzeni kiralama bedeli ile yenisini satın alma bedelinin aynı olduğunu tespit edince ben satın almayı tercih ettim.

Bir anda sesimizi 3-4 km öteden duyurabilecek düzeye geldik.

İki iş gününün sonunda masamın üstünde 500 adet pırıl pırıl davetiyeler hazırdı. Temel kaygımız olan davetiyenin görsel zarafeti her anlamda fazlası ile korunmuştu.

Şimdi, "Kimlere göndereceğiz?" ve "Adresler güncel mi?" sorularına yanıt arıyoruz. Adres temini başlı başına bir problem...  

Ne var bunda diyebilirsiniz.  İyi de çalan da söyleyen de oynayan da siz olursanız "biraz zor oldu'' diyebilirim. İyi ki can dostlarımız var. 

Sözün özü, davetiyeler erkenden dağıtılacak ki insanların tatil planları ile çakışmasın.

Zarfların üstünü kim yazacak? Nasıl dağıtacağız!..

Yine görev bölümü yaptık:

Çamlıdere içinde ben,

E-posta marifetiyle kızım,

Sosyal medya üzerinden de eşim temasa geçecek ve dostlarımızı durumdan haberdar edeceğiz.

İşin bir de devlet tarafı var.

Başta Sn. Cumhurbaşkanı olmak üzere 13 muhatap belirledik. Bakanlıkları belirlerken bizim kütüphanemizle ilgili olduğunu düşündüklerimizi seçtik.

          1- Cumhurbaşkanı Sn. Recep Tayyip Erdoğan

2- TBMM Başkanı Sn. Prof. Dr. Mustafa Şentop

3- Kültür Bakanı Sn. Mehmet Ersoy

4- Milli Eğitim Bakanı Sn. Prof. Dr. Ziya Selçuk

5- Turizm Bakanı Sn. Mehmet Nuri Ersoy

         6- CHP Başkanı Sn. Kemal Kılıçdaroğlu 

         7- MHP Başkanı Sn. Devlet Bahçeli

         8- İYİ Parti Gn. Başkanı Sn. Meral Akşener 

         9- HDP Eş Başkanları Sn. Sezai Temelli-Sn. Pervin Buldan

         10- İçişleri Bakanı Sn. Süleyman Soylu

         11- Tarım ve Orman Bakanı Sn. Bekir Pakdemirli

         12- Çevre ve Şehircilik Bakanı Sn. Murat Kurum

         13- Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Sn. Mansur Yavaş

Bu tercihi yaparken özellikle kütüphanemizde ağırlıklı olarak bulunan:

Yaban hayatı, çevre, etik, eğitim, orman, felsefe, tarih ve daha yüzlerce ayrı konuda 10.000 kitaptan bahsediyorum.

Bu kütüphane gün gelir onların da hafızası olabilir... Belli mi olur?

Son dakikada aklımıza gelmeyen bir sorunla karşılaştık. Parlamento, terör kaygısı ile, kapalı kutuları teslim almıyormuş. 

Biz kara kara ne yapacağız diye düşünürken AK Parti Ankara / Nallıhan Milletvekili Sn. Nevzat Ceylan imdadımıza yetişti.

Kızım ve eşim Parlamento binasına kadar götürdükleri paketleri Sn. Nevzat Ceylan'a (Açılıştan bir ay önce Sn. Nevzat Ceylan'dan açılış konuşmasını yapması için "olur" almıştım.) elden teslim ettiler.

Şimdi: Her pakette: 1 davetiye + 1 albüm + 1 de CD oldu.

Zarf üstleri yine Gözde Hanım'ın el yazısı ile oluştu.

Davetiye

 

Tanıtım  CD'si 

Not: Bu CD’yi arpacik.net adresindeki videolar kısmında izleyebilirsiniz.

 

20 fotoğraftan oluşan bir de özel bir albüm... 25x20 cm boyutlarındaki 12 sayfalık fotoğraflı tanıtım albümü sadece 20 adet basıldı.

 

 

Paketlerin her şeyi ile birbirinin aynısı olması için özellikle özen gösterdik. Bunun önemli olduğunu düşünüyorum.

Ola ki yine de hata yapmış olabiliriz. Herkesten özür diler engin hoşgörünüze sığınırız. 

13 kişiden sadece 4 kişi davetiyemize cevap verdi:

1- TBMM Başkanı Sn. Mustafa Şentop

 

2- İyi Parti Genel Başkanı Sn. Meral Akşener

 

3- Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Sn. Mansur Yavaş

4- AK Parti Ankara Milletvekili Sn. Nevzat Ceylan

 

 

 

Onların posta marifeti ile gönderdiği belgeleri arşivimizde gururla saklayacağız.

"Onlar bu işi protokol gereği yapmışlardır" dediğinizi duyar gibiyim.

Ben de "Doğal olanı bu değil mi?" diye sormak isterim.

Peki diğerleri neden hiç ilgi göstermedi?

!..

Bu soruyu yanıtlamak en azından bana düşmez.

Canları sağ olsun. Ben olması gerekeni yaptım diye düşünüyorum.

(...)

Doğruluğuna yürekten inandığım ve ilk defa Sn. Prof. Dr. Ali Demirsoy'dan duyduğum bir dizi söylem var:

Gezmeden gezgin, çalışmadan zengin, okumadan da bilgin olunmaz.

Ne yaparsan yap hepsinin temelinde eğitim, onun da özünde kitaplara yani kütüphaneye ihtiyaç var.

Benim yükümlülüğüm bu ihtiyacı gidermekle sınırlı. Hüküm ise zaman içinde oluşacak.  

Açılış gününden 3-5 gün önce belediye ile ilişki içine girdik. Hava şartlarının olumsuz olabileceği ihtimalini düşünerek "Ne yapabilirsiniz?" diye sordum. Sahanın üstünü kapatabileceklerini hatta masa ve sandalye ihtiyacını da karşılayabileceklerini söylediler. Teşekkür ettim. Yeri geldi, bir kere daha teşekkür etmek isterim. Onlar olmasaydı nerede oturacaktık acaba? Sadece bununla da kalmadılar. İkram sırasında bizlere yardımcı olacak pırıl pırıl ve tek tip giysileri ile iki hanım kızımız (İlk fırsatta onlardan fotoğraf rica edeceğim. Uygun görürler ise onları sizler de tanıyacaksınız.) da aramıza katıldı. Onlara buradan ayrıca teşekkür etmek isterim.

Belediye başkanı Sn. Caner Can olmak üzere tüm emek sarf eden belediye mensuplarına teşekkürü ayrıca borç biliyorum. Sağ olun, var olun.

Belediyenin desteği bizi rahatlattı: 30 ‎Haziran ‎2019 ‎Pazar, Saat: ‏‎11:06 

Bu arada bir sürpriz yaşadım. Eşim bana bir piyano hediye etti. Böylelikle, Çamlıdere’ye Cumhuriyet tarihinde ilk kez bir piyano gelmiş oldu.

Çocuklarımın Devlet Opera ve Balesi sanatçısı olan arkadaşlarına karşı artık mahcup olmayacaktık.

Piyanist Sn. Naile Ahmedova

Arka sıra: Y. Mimar Sn. Kaan Özer-Mezzo-soprano Sn. Ferda Yetişer-Bariton Sn. Serkan Kocadere

Ayakta: Tenor Sn. Erdal Şen

 

Bu özel insanların olağanüstü sesleri vadiye yayılsın ki Çamlıdereli misafirlerimiz de bu farkındalığın tadına varabilsinler istedim…

 Mezzo-soprano Sn. Ferda Yetişer ve Bariton Sn. Serkan Kocadere 

Ankara'daki evimizde kapı komşum olan Beyin Cerrahı Sn. Doç. Dr. Erdal Yılmaz ve eşi Sn. Alev Yılmaz, 6 ay yaz kış, gece gündüz demeden bize yardım edip kitap taşıdılar.

Beyin Cerrahı Doç. Dr. Sn. Erdal Yılmaz ve eşi Sn. Alev Yılmaz

 

Tanıtım videosunu izleyenler "Aman Avcı Vurma Beni'' türküsünü" seslendiren   2 kızımızı anımsayacaklardır. 

Sn. Ayça Yılmaz ve Sn. Eylül Ergül.

İkisi de konservatuvar mezunu olan kızlarımız aynı zamanda master öğrencisi. Onlarla 480 dakika çekim yapıldı, aynı şarkıyı onlarca defa söylediler...

Sonuçta 3 dakikalık bir video hazırlanabildi…

Kendilerine ne kadar teşekkür etsek azdır diye düşünüyorum.

 

Sn. Muzaffer Evci ise bana göre çok ama çok başarılı bir belgeselin altına imza attı. Bu kadar kısa bir sürede bu kadar çok şey anlatmak büyük bir profesyonellik ister. 

Not: Bu videoyu arpacik.net adresi içinde videoların altında izleyebilirsiniz.

Çok çok teşekkür ederiz Sn. Muzaffer Evci

Yeri geldi... Bilmeyenler için detaya gireceğim. Sizlere Sn. Ömer Kıraç kardeşimden bahsetmek isterim.

"Nevi şahsına münhasır" terimini kullanacağım, yani "kendine özgü davranış ve karakteri olan kimse" diyeceğim ona.

Ömer Kıraç kardeşimi çok uzun zamandır tanıyorum. En az 25 seneden bahsediyorum.

İnsan hiç mi hata yapmaz?

Adı Ömer Kıraç ise yapmaz.

Aslında Ömer Kıraç hakkında özel bir yazı yazmamın zamanı çoktan geldi de geçiyor diye düşünüyorum.

Ömer Kıraç adı başlı başına bir yazı konusudur. Herkes bunu böyle bilmeli. 

Ben şimdi size sadece bu açılış törenindeki sihirli eli anlatacağım.

Ömer KIRAÇ kardeşim, tanıtım filminin çekileceği gün Sn. Muzaffer Evci'nin kendisini otoban üzerinden alması ile Çamlıdere'ye geldi. Hem de onlarca malzemeyi sırtlayarak.

En ufak aykırı bir sesin tüm çekimin yeni baştan yapılmasını gerektireceği için Sn. Muzaffer Evci çekim esnasında doğal olarak hepimizi odanın dışına davet etti.

Ömer Bey dışarı çıkınca hava şartlarını gördü ve o muhteşem hava çekimi bu sayede gerçekleşti. Aşağıdaki, fotoğraf tanıtım videosunun sadece bir karesi.

Tamamını, arpacik.net adresi içinde videoların altında izleyebilirsiniz.

Aluç Dağı Sitesi'nin havadan görünüşü / Haziran 2019

 

Bu videoyu doğal olarak dostlarımıza gönderdik. Ben de İstanbul'da emlakçılık yapan 61 yıllık sınıf arkadaşım Sn. Ertan Uslu'ya gönderdim. O da İstanbul'daki emlakçı arkadaşlarına göndermiş.

Netice: İstanbul'daki emlakçılar "Çamlıdere'den arsa kapatmak gerekir" diye kanı sahibi olmuşlar.

Bana "Cennette yaşıyorsun" diyen çok sayıda arkadaşım oldu.

Bu başarının bir tek sahibi vardır: Sn. Ömer KIRAÇ.

Ömer Kıraç kardeşime çok şey borçluyuz. Zannetmeyin ki onun katkısı sadece bu.

www.arpacik.net onun gayretleri ile yaşıyor.

Bana katlanabildiği için ben yazabiliyorum.

Ne zaman bir problem yaşasam hızır gibi imdadıma yetişiyor. Uzaktan bağlantı ile, sorunları anında ortadan kaldırıyor. 

İş ahlakının yanı sıra iyi bir evlat, koruyucu bir kardeş ve mükemmel bir aile babasından bahsediyorum. Üstün meziyetlere sahip bu kardeşime ne kadar iltifat etsek inanın ki azdır.

 

Sn. Ömer Kıraç ve Sn. Prof. Dr. Ali Demirsoy

 

Sn. Ali DEMİRSOY'a olan saygım ve hayranlığımı nasıl anlatacağım! Bu benim için çok ciddi bir problem. Kelimeleri, dolayısıyla cümleleri düzgün kuramayacağımı düşünüyorum.

Bilsem ki hayatımı ona versem bir faydası olur... Bir saniye düşünürsem namerdim.

Bu nasıl bir mantıktır? diyorsanız... Anlatabilirim. Şöyle bir mantık: 

Benim bu dünyaya ne katacağım belli, Sn. Demirsoy ne katar o da belli. Peki gerçek bu ise tercih sebebim belli değil mi? 

Saygıdeğer hocam kimin hayatına bir nebze de olsa dokundu ise, o kişi -hocamın sık sık bahsettiği konu olan evrim sürecine uygun olarak- evrilmeye başladı demektir.

Özde, saygıdeğer hocaya ne kadar teşekkür etsek azdır. Açılış günü bizleri fazlası ile onurlandırdı.

    

Bir kahramanım daha var. Sn. Engin Çalışır. O,  www.arpacik.net  sitesinin tasarımını yaptı. İlk yazım olan Kemaliye/Taşyol başlıklı yazımın yayın tarihi 07 Ağustos 2004.

Bugünkü tarih itibarıyla, insan ömrü ile kıyaslanacak olursa büyüklüğü anlaşılan, kocaman bir 16 yıl geride kaldı.

Hiçbir gelir olmadan ayakta duran bir internet sitesinden bahsediyorum.

16 yıl içinde 1.590.645 kişinin ziyaret ettiği bir site...

Geride kalan bu yıllar içinde 350’den fazla yazı yazmışım. Bunu günlük gazetede yayınlanan köşe yazıları ile mukayese ederseniz minimum 43 ile çarpmanız gerekir.

Çünkü Milliyet gazetesinde köşe yazısı yazarken bana ayrılan köşede sınırlı sayıda bir alan işgal etmem istenirdi.  Örneğin 1500 vuruş, yani nokta da bir, harfi de bir vuruş sayılacak.

Diğer bir ifade ile yazı bittiğinde klavyeye 1500 kere dokunmuş olacaksın.  

Dolayısıyla arpacik.net içinde yayınlanan yazılarımı köşe yazısı kriterleri ile değerlendirirsek 2000’den fazla köşe yazısı yazmış olurum. 

Av dergilerine ve Milliyet gazetesine yazdıklarıma eğitim kitaplarımı da eklersek bu yekûn çok yüksek bir seviyeye çıkar.  

Tabii ki maksat çok sayıya erişmek değil, çok okuyucuya ve dolayısıyla çok yüreğe dokunmuş olmaktır. Dilerim ki öyle olmuş olsun. 

Gelecek kuşaklara bilgi ve belge aktarabilmişsem kendimi bahtiyar addederim.   

Sn. Engin Çalışır ve Sn. Prof. Dr. Ali Demirsoy

 

Sn. Ali Demirsoy’dan aldığım izinle, bundan sonra, kütüphanenin konferans salonunu "Prof. Dr. Ali Demirsoy Konferans Salonu" adı altında anacağız.

29 Haziran 2019 (açılıştan bir gün öncesi) / Çamlıdere

29 Haziran günü içinde bize yardım etmek isteyen tüm dostlarımız, doğru zamanda ve tam kadro Çamlıdere’ye geldi.

Görevler belirlendi, işbaşı saati sabah 05.00 olarak kayda geçti.

Gece hep beraber yemek yedik. Son görevler bir kere daha seslendirildi ve herkes saat 12 sularında uykuya çekildi.

Zamana bağlı tüm aktiviteler öncesinde, son 60 sene içinde, bir keresinde 10 dakika kadar geç kalmışlığım oldu. Hâlâ anımsar ve utanırım.

Bunu niye anlattım?

03.30 gibi uyandım da ondan. Aklım sıra ayak ucuna basarak sessiz kaldığımı düşünüyorum. Her ne olduysa oldu. Benim ayak sesimi duyan herkes 15 dakika sonra salona indi.

Duyarlılığa bakar mısınız? 

Saat 05.00’te kahvaltıda tam kadro buluştuk. Herkes neşeli…

İnanın bana düğün evi olsa bu kadar olur...

Yeri geldi… Çok ama çok teşekkür ederim can dostlarım...

Bu borcun ödenemez olduğunun ailece bilincindeyiz

06.00’da herkes işbaşındaydı. 15 dakika içinde masaların tozunu alan gençler aklıma geldikçe -aradan 6 aya yakın bir zaman geçmesine rağmen- hâlen gözlerim yaşarıyor. Tıpkı bu satırları yazdığım şu anda olduğu gibi...

Mola istiyorum…

(...)

30 Haziran 2019 / Çamlıdere

Saat 10 gibi, önce yakın akrabalarımız, daha sonraki saatler içinde ise can dostlarımız arka arkaya gelmeye başladılar…

Bora Ailesi Sn. Şenay Çetin- Ü. Bora-Sn. Hacer Durcan
Zemin kat Açılış günü 
 Sn. Orman Y. Mühendisi Hasan Saday ve eşi ve Ümran Bora  
 

Mehmet Emin Bora ve Sn. Dr. Tufan Türenç

Sn. Tufan Türenç kütüphaneye kitap hediye ediyor

Sn. Hasan Saday ve ailesi ile sohbet  Sn. Av. Şebnem Çıngır ve Sn. Av. Mustafa Müfit Çıngır

 

                     

Sn. Ahmet Demirbaş-Sn. Sibel Demirbaş-Sn. Saliha Tan-Sn. Başak Altuğ ve Eşim

Sn. Özden Kuntasal-Gülseren Akın 

Soldan Sağa:
Kalp Cerrahı Sn. Mustafa  Çınar-
Sn. Doç Dr. Demokan Erol-

Eşim-Sn. Prof. Dr. Neşe Erol-Sn. Prof. Dr Çetin Turgan. 

    

 Sn. Av. Rıdvan Avcı-Sn. Bn. Nevin Avcı 

 

 Sn Yurdanur Altuncu-Eşim-Sn. Yüksel Özaydın-Uzay İmgel-Sn. Seda İmgel
Sn. Prof. Dr.Ali Demirsoy-AK Parti Ankara Milletvekili Sn. Nevzat Ceylan 
Çamlıdere Kaymakamı  Sn. Mutlu köksal-Arka planda, Sn. Kutlu Tamay
  Sn. Sefa Tursun
Sn. Nermin Sarıtoprak-Eşim-Sn. Veli Sarıtoprak
Eşim-Sn. Kaan Özer-Sn. Sefa Tursun-Oğlum Tolga Bora ve kızım Pınar Özdemirci 
  Açılış, yaklaşık olarak 1 saat ertelenince ne yapacağımızı bilemedik!

Açılış için Anadolu Ajansına 10 gün öncesinden hem haber vermiştik. Allah var çok ilgi gösterdiler. Açılış günü sabah 11:00 sularında kameraman ve söyleşi yapacak olan Sn. Yasemin Kalyoncuoğlu Hanımefendi Çamlıdere'ye geldi. Çok güzel bir haber yaptılar. Usul gereği haberi basın ile paylaştılar. Bu sayede pek çok büyük gazetede açılış haber oldu. Onlara teşekkür borçlu olduğumu düşünüyorum. Keşke bir kere de onları misafir olarak karşılayabilsek. Tekrar tekrar teşekkür ederim Yasemin Hanım.

 
Sn. Ayşe Nevin Yıldız-Sn. Hakan Tarhan-Sn. Oğuz Çörekçi
 
Sn. Muharrem Çetin ve Sn. Zuhuri Canatar
Sn. ? Çalıkıran-Sn. Durali Çalıkıran-Sn. Metin Gürsoy
 
Çamlıdere Kaymakamı Sn. Mutlu Köksal
Sn. Kutlu Tamay  
 
 
 
 

Torunlarım: Ece Özdemirci-Çağla Bora...

 
 

 

 

   

 

Eşim açılış için anons yapıyor

AK Parti Ankara Milletvekili Sn. Nevzat Ceylan 

Sn. Nevzat Ceylan hakkında benim bir şeyler söylemem  gerekiyorsa bunu  ertelemeyi arzu ederim. Kendisini 20 seneden daha fazla bir zamandır tanıyorum.  Sıra dışı bir bürokrat olan Sn. Ceylan kendi anılarını bir kitapta toplama gayreti içinde. Hasbelkader ben okudum. Dolayısıyla iddia ediyorum ki konu ''yaban hayatını korumak'' ise, karşınızda çok büyük bir savaşçı var. Konu vatanseverlik ise en büyüklerden biri ile karşılaşmaya hazır olun. Şimdilik bunu böyle bilelim.  Fazlası var eksiği yok, benim de daha fazlasını açıklamaya yetkim!..

 
 
Sn. Hakan Şahin-Sn. Ali Şahin   Sn. Umut Özkara-Sn. Gül Özkara

 

NOT : Son Kalenin açılışından sonra misafirlerimizce çekilen ve elimize yeni ulaşan

fotoğraflar alt kısıma eklenmiştir.

Şimdi bir benzetme ve daha sonra buna bağlı olarak bir de alıntı yapmak istiyorum.

Örneğin bir filmi ele alalım: Bir film, binlerce bağımsız görüntüden oluşur, bu karelerden her biri bir şey ifade eder ve bir anlam taşır; yine de filmin son karesine gelinmedikçe verilmek istenen mesaj da tam anlamı ile ortaya çıkmaz.  Genellikle son karelerde heyecan had safhaya ulaşır...                            

Aynı şey yaşam için de geçerli değil mi? Yaşamın nihai anlamı da -eğer böyle bir şey varsa- en sonunda ölümün eşiğinde ortaya çıkmıyor mu?

Ve bu nihai anlam da her bir durumun potansiyel anlamının, ilgili bireyin bilgisi ve inancının elverdiği ölçüde en iyi şekilde gerçekleştirilip gerçekleştirilmediğine bağlı değil mi?

Logoterapinin de ortaya koyduğu gibi, kişinin yaşamda bir anlama ulaşmasının üç temel yolu vardır:

Bunlardan ilki, bir eser yaratmak ya da bir iş yapmaktır.

İkincisi, bir şey yaşamak ya da bir insanla etkileşime girmektir; başka bir deyişle yaşam sadece işte değil, sevgide de anlam bulunabilir. 

Ancak daha da önemlisi, yaşamdaki anlama giden üçüncü yoldur:

Değiştiremeyeceği bir kaderle yüz yüze gelen umutsuz bir durumun çaresiz bir kurbanı bile kendini aşabilir ve böylece kendini değiştirebilir.

Kişisel bir trajediyi bir zafere dönüştürebilir.

Logoterapi şöyle anlatılmaktadır:

Geçmişteki hiçbir şey tekrar erişilmeyecek şekilde kaybedilmez, tersine, her şey geri dönülmez şekilde saklanır. Elbette insanlar sadece geçiciliğin anız tarlasını dikkate almaya, ama yaşamlarının hasadını doldurdukları geçmişin zahire ambarını -yapılan işler, sevgiler ve bir bu kadar önemlisi, cesurca ve onurla yaşanan acılar- görmezlikten gelmeye eğilim göstermektedir. Bundan dolayı, yaşlı insanlara acımak için ortada hiçbir neden olmadığı anlaşılabilir. Bunun yerine, gençlerin onlara imrenmesi gerekir. Yaşlıların gelecekte hiçbir fırsatı, olasılığı olmadığı doğrudur. Ama onlar, bundan fazlasına sahiptirler. Gelecekteki olasılıklar yerine, geçmişin gerçeklikleri gerçekleştirdikleri potansiyeller, buldukları anlamlar, değerler var ve hiç kimse ve hiçbir şey bu değerleri geçmişten koparamaz.

 

Aşağıdaki fotoğraf Kapatılan bir köy okulundan arta kalanı gösteriyor. Bana göre eğitimdeki en büyük yanlış, "taşımalı eğitim sistemi"dir.

Çamlıdere İlçesine bağlı Sarıkavak Köyü İlköğretim Okulu

Fotoğraf: M. E. Bora / Kasım 2019 

Bkz: https://www.arpacik.net/icerik_yazar.asp?Icerik=1024&Yazar=815

Özde, tarımdan uzaklaşan köylü, ilk aşamada genç nüfusunu büyük kentlere selametledi. Bir süre sonra da kendisi de gitti. Alışamadı ortama.  Köyüne döndü. Evde bir nene bir de eli iş tutmaz dede kaldı.

Köy ölüm sessizliğine büründü. Böyle olmadı mı?

Çamlıdere'de 41 köy var. Kış aylarında ortalama nüfus 4 ila 8 kişi arasında değişiyor.

Hâlbuki köyde yaşamı teşvik edebilirdik.

Okulları kapatmasaydık eğer, ufacık çocuklar kar kış demeden günde en az 30 km kat etmek için -kargalar bile kahvaltı etmeden- yollara düşmek mecburiyetinde kalmazdı.

Öğretmenler kimi yerde (örneğin Ankara merkezde oturan ve Çamlıdere’de çalışan bir öğretmen için) günde 200 km yol yapmasalar, derse yetişeceğiz diye sabahın köründe yollara düşmeseler, "akşama kalırız yollar buz tutar" diye kara kara düşünmeseler daha iyi olmaz mıydı?

Kuru derelerin önüne, fay hatlarına baraj yapıyoruz diye para saçmasak da bunun yerine öğretmenlere, polislere, subaylara lojman yapsak daha iyi olmaz mıydı? 

Köyde yaşasalar ve gençlik yıllarında kazançlarından tasarruf etseler, köye ışık saçsalar kötü mü olurdu?

Astsubay, kır bekçisi, tarım görevlisi, din görevlisi, ihtiyar heyeti yaşamın bir parçası olsa… Köyde yaşamak sizce de daha iyi olmaz mıydı?

(...)

55 senedir dağlarda dolaşıyorum. Kır sosyolojisi hakkında gözlemlerim var.

Dağlara ovalara benim gözümle baksanız içiniz parçalanır.

Bırakın köyün simgesi olan soğanı, sarımsağı…

Meyveyi, sütü, yumurtayı...

Kara öküzü, sarı buzağıyı…   

Ne arpası kaldı ne de buğdayı...

Boşuna mı ithal ederiz sapı samanı?..

Hormonlu eti, genetik şifreleri ile oynanmış nohudu, mısırı, mercimeği?..

Onlara "efendimiz" demiştik ta 98 sene önce…

Şimdi utanmamız gerekiyor ama o da kalmadı bence...

(...)

Daha neler neler kaybettik... Kentleşeceğiz derken köylüleştik.

(Dilerim ki yanlış anlaşılmasın)

Köyde doğmak değil köylü kalmak ayıptır.

Okulları kapattık. Köyleri şehirlere taşıdık. Köylü köyünden uzaklaşınca tarım bitti. Tabii ki tek sebep sadece bundan ibaret değil.

Nitelikli insanın olmazsa olmaz şartı, evrensel ölçekli değerlendirmelerde elde edilen verilerle belirlenir. Uluslararası değerlendirmeleri mutlaka takip etmek lazım. Bir bakalım:

OECD yıllık eğitim raporunu yayımladı: Türkiye zorunlu eğitim saatleri en az ülkeler arasında:

Rapora göre, üye ülkelerde zorunlu eğitimde ortalama ders süresi 7533 saat. Zorunlu eğitimde ders saatlerinin en az olduğu ülke ise 5940 saat ile Macaristan. Letonya 6 bin saat ile ikinci sırada yer alırken, 6 bin saatin çok az bir üstünde bir rakamla Polonya ve Türkiye bu klasmanda 3. ve 4. sırayı alıyor. Zorunlu eğitimde en fazla ders süresinin olduğu ülke 11 bin saat ile Avustralya. Bu ülkeyi 10960 saat ile Danimarka izliyor.                                                            

Türkiye’de eğitime yatırım az:

OECD raporuna göre, 2015 rakamları temel alındığında Gayri Safi Yurt İçi Hasılaya (GSYH) göre ilk, orta ve orta üstü eğitim kurumlarına toplamda en fazla yatırım yapan ülke Norveç. Bu ülke GSYH’nin yüzde 4,5’inin üzerinde bir oranı eğitim kurumlarına ayırırken, İskandinav ülkesini çok az bir farkla Yeni Zelanda ve İsrail izliyor. Bu sıralamada yüzde 3 ile Türkiye son sıralarda yer alıyor. Litvanya yüzde 2,5'ten düşük bir rakamla bu sıralamada sonuncu. Sondan ikinciliği yüzde 2,6 oranıyla Çek Cumhuriyeti ve İrlanda paylaşıyor.

Bu konu başlı başına bir problem. Kütüphane ile ilgisi olduğu için yazımı bununla bağlamak istedim.

Kütüphanede Köy Enstitüleri ile ilgili çok sayıda kitap var. İnsanlar okusa neleri neden kaybettiğimizi kolayca anlayacak

Ama okumadan da asla hiçbir şeyi anlayamayacak!.. Adnan Menderes'in bu okulları neden kapattığını asla anlayamayacak.  Hatta onu kahraman zannedecek. 

Yaşanan acı olayların nedenlerini araştırmadan -okumadan, öğrenmeden, sorgulamadan- yaşamayı marifet zannedenler "kader" kavramından medet uman zavallılardır.   

Niteliksiz okulların mezunlarının, özellikle 21. yüzyılda, pek şanslarının olacağını düşünmüyorum. Bu insanların bir tek hedefi vardır: Kapağı devlete atmak.

Devlet makamı nitelikli bireylerden yeterince istifade edemediği için, doğal olarak, hizmet kalitesi her geçen gün hızla eksilmektedir.

Doğru olan: Nitelikli insanlardan oluşan küçük bir devlet, buna karşın asrın tüm imkânlarından faydalanan büyük bir millettir.

 

Özde:

Devlet büyürse millet küçülür,

Millet büyürse devlet güçlenir.

Türk milletine bu yakışır diye düşünüyorum.

    

Cumhuriyetin ilanından sonra M. Kemal Atatürk'ün önderliğinde başlatılan devrimlerin kısa süredeki olumlu sonuçları, pek çok ülke gibi, Çin’in de dikkatinden kaçmamıştı.

Daha sonra öğreniyoruz ki bu uygulamaların bir benzeri de Çin’de gerçekleştirilmiş.

O zaman sormazlar mı: "Biz niye terk ettik?"

Köy enstitülerini neden kapattık?..

Hadi diyelim ki "Olan oldu..."

Peki neden yeniden açmıyoruz? O zaman o şartlar altında onları gerçekleştirdiysek şimdi kralını yaparız. İnanın bana kentler hızla boşalır.

Hele hele vatanın her bir yanı internetten faydalanırken!.. Bilgiye ulaşmak bu kadar kolaylaşmışken... 

Hayal edebilir misiniz?..

(...)

Eğitimden bahsediyorum… Yeri geldi, bir şeyin altını hem de kalın kalın çizmek isterim. 

Milli Eğitim Bakanı Sn. Ziya Selçuk'u yürekten kutluyorum. Onu olabildiğince yakından takip ediyorum. Aklıma cumhuriyetin kuruluş yıllarında büyük özveri ile çalışan kahraman insanlar geliyor… 

Çalışıyor boş laf etmiyor politik mesajlardan uzak duruyor, kısıtlı bütçesi ile çağdaş atılımların müjdesini veriyor... Ama bir anda istifa ederse... Hiç de şaşırmam.

                                                                                                                                                                                 

Evrende aklı ve zekâsını kullanarak düşünebilen ve bunlardan düşünce ve veri üretebilen, bu üretimi sonraki nesillere aktarabilen yegâne canlı türü olarak, diğer varlıklardan öne çıkan bir beynimiz var. Buna karşın, “Deniz üzümü” olarak bilinen küçük bir yumuşakça türünün ilginç bir yaşam döngüsü vardır. Yaşamının ilk dönemlerinde ortalıkta yüzer, sonunda kendine kaya midyesi örneği tutunacak bir yer bulur ve ardından beslenme amacıyla kendi beynini emer. Neden mi? Çünkü beyne ihtiyaç kalmamıştır artık. Kalıcı evini bulmuştur. Beyni, ona tutunacağı yeri belirleme ve o yerde karar kılmasını sağlamıştır ve görev de tamamlandığından canlı, beynindeki besinleri artık diğer organlarına yönlendirebilir.

İşte, bu deniz üzümünden alınacak ders:

Bazı insanların beynindeki putları kırma çabası göstermeden, özgürce düşünmesine olanak veren beynini kullanma gereksinimi duymadan beynini yiyerek tüketmesi ve kullanmamasıdır. Nasıl, sizlere tanıdık geldi mi? Bazılarının kendi düşüncelerini üretemeden, olgunlaştırmadan; patronlarının, amirlerinin, aile büyüklerinin, arkadaşlarının vb. onun yerine düşünmesi ve karar vermesine izin vermesi bu analojiye örnek bir yaklaşım değil midir?

Beynimizi yemeyelim! Onu kullanmanın akılcı yöntemleri peşinde gidelim…

Logoterapi, Yunancada "anlam" anlamına gelen logos ve terapi sözcüklerinin birleşmesinden meydana gelmektedir. Logoterapi, yaşamın her koşulda, hatta en kötü koşullar altında bile, potansiyel olarak var olduğunu varsayar. Logoterapinin kurucusu Viktor E. Frankl (1905-1997), insanın düşünebileceği en kötü koşullara bile direnerek ve mücadele ederek göğüs gerebileceğini söyler. Ancak kişinin hayata asılması için, yaşamı ve ölümü anlamlı kılacak bir nedeni ve uğruna yaşayacak bir şeyi olması gerekir. (Bu paragraf düzeltilmiş bir alıntıdır.)

“Hayat bir oyuna benzer. Uzunluğu değil, iyi oynanıp oynanmadığı önemlidir.”

                                                                                                                                                   Seneca

 

Mehmet Emin BORA

Ankara / 06.01.2020

 

 

 

 

Bu yazı 2381 kez okundu...