Bursa Bıçak Müzesi
Konuya hakim olmayan bir ziyaretçi bu figürü nasıl yorumlayacak? Kim bu? Ne iş yapar?
55 seneden beri hemen hemen her sene en az bir kere Bursa'ya giderim. Aslen Malatyalıyım. Babam'ın mesleğinden ötürü Bandırma'da doğdum.
Gençlik yıllarımın en güzel günleri Erdek'de geçti. O yılların Erdek'i şimdilerin Bodrum'u dersek hiç de abartmış olmam. Bana göre halâ öyle.
Marmara'nın iklim koşulları ile Ege'yi mukayese bile etmem. Hele hele Kapıdağ Yarımadası'nı asla.
Yörede insani değerler halâ yadsınamaz ölçüde hala birinci sıradadır...
İklimi yaşam koşullarına daha uygundur. Ağustos ayında yorgan ararsınız...
Velhasılı Bursa ve tüm çevresi bana göre eşsizdir.
49 sene evvel evlendiğimizde önce; İstanbul'a daha sonra da Bursa'ya gitmiştik. Ya Gönlü Ferah'ta kalırdık ya da Yeşil Yayla'da...
Canımız Bursa çekti... Başkaca bir tanımı yok. Otobüs gözümü korkuttu. Uçak olduğunu biliyorum sorduk yer de varmış.
Uçak yerden havalandıktan sonra uçuş süresi sadece 20 dakika. Ankara'dan Bursa şehir merkezine ulaşım süresi ise tam tamına 72 dakika.
Esenboğa Hava Limanı'ndan kalkış / Çubuk İlçesi
Bursa Yenişehir İlçesi Hava limanı
Yenişehir'den Bursa şehir merkezi 50 dakika bir zaman alıyor.
Uçak kişi başı 50.00 TL.
Dönüşte Ankara'ya otobüsle geldik.
9 saat kişi başı 60.00 TL
Gönlü Ferah Oteli.
Geride kalan yarım asırdan fazla bir zamanı en azından ben biliyorum. Hiç bir şey değişmedi inşallah da değişmez.
Bursa'ya gitmeden önce Sn. Ali Şahin ile görüştüm. Oralara gidip de Ali Bey'i görmemek olamaz.
Yeri geldi tekrar edeceğim. Sn. Ali Şahin gibi bir avcı bir ilde bazen bir, hadi bilemedin ikidir...
Av camiasının Sn.Ali Şahin'e -başta ben olmak üzere- çok büyük borcumuz var. Bunu böyle bilin. O görünmez kahramandır. Bir dünya iş kotarır haberiniz bile olmaz.
Bakalım bu gerçeği kaç kere daha seslendirme şansım olacak...
-!..
Ali Bey öğleden sonra otelin önünden bizi alacağını söyledi.
Şehrin hemen hemen merkezinde olan müzeye gitmek bir dert, araç park edecek yer bulmak başka bir dert...
Müzeyi "Eleştirel bakış açısı"ile gezeceğim. Önce bunu bilmenizi isterim.
Daha şimdiden isminin iki kere yazıldığını görüyorum. Bence olmamış.
Sn. Derya Şahin - Ümran Bora
İçerideki yazıyı örneğin 60x 100 cm ebadında prinç levha üzerine yazsak daha zarif olmaz mı?
Üstelik o levhaya kuruluş tarihi başta olmak üzere bir kaç anlamlı not yazmak da mümkün.
Sol tarafta Bursa Büyük Şehir yazıyor. Oldu mu şimdi...
Mutlaka emeğiniz geçmiştir... Belki de tamamını belediye yapmıştır. Tamam da bu yaklaşım bir lütuf değil ki. Kent halkından aldığınız vergilerle yaptınız. Yanılıyor muyum?
Özde görüntü bağlamında duvarın da tadı kaçmış...
Bu işlere kim karar veriyor?
-?...
Avrupa'da bir kaç müze gezin sonra ne demek istediğim daha kolay anlaşılacaktır diye düşünüyorum.
Bir de bayrak gözüme çarptı!..
Mavi?
Neredeyse bayrağımızla aynı boyutlara sahip. Doğru bir yaklaşım mı?
Oldu olacak bari her gün davul çaldırsanız...
(...)
Müzeye girer girmez genç bir adam yanımıza yaklaşarak bize müze hakkında bilgi vereceğini söyledi.
İyi de, bizden bu yönde bir talep gelmedi ki...
Biz daha nefes bile almadan başladı anlatmaya.
"1960 ihtilalnde asker ve polis, halkın ellerindeki oluklu kamaları topladı" der demez ben de tabir-i caiz ise yerimde hopladım.
"Dur bakalım bunu kim diyor" diyerek sunucuya müdahele ettim. Bir süre bakıştık.
Genç arkadaşın bu söylem tarzı bazı kişileri memnun edebilir. Ama anlatılanlar gerçek değil.
Şöyle ki o yıl ben 15 yaşındaydım. Büklüm sokakta oturuyorduk. Babam Yarbaydı evimiz de TBMM'ne yürüyerek 15 dakikalık bir mesafedeydi. .
İhtilal hareketi sabaha doğru başladı. O dönemde içme suları cam damacana ile at arabalarının üzerinde gezdirilerek satılırdı. Sonradan öğrendiğimize göre gün ağarmadan süvari birliği Çakaya istikametinde harekete geçmiş..
Nal sesleri o zamanın Ankara'sında evimizden duyulunca "saygısız bir su satıcısı" diye yorumlamıştım. Duyduklarım ihtilalin ayak sesleriymiş. (Halk ve kamalar nerede?)
Derdim ne ihtilale methiye yazmak ne de haddimi aşmak. Günün ilerleyen satlerinde asker sivil kucak kucağa bir şenlik yaşandı. (Halk ve kamalar nerede?)
O gün fotoğraf makinemi alıp Ulus'a kadar yürüdüm ve bütün gün fotoğraf çektim. Hepsi siyah beyaz. (Halk ve kamalar nerede?)
Daha sonraki zamanlarda ihtilal komitesinin talebi üzerine vatandaş elindeki kesici aletleri ve ateşli silahları kendi rızası ile teslim etmiştir. Gerçek budur.
Halbuki müze girişinde anlatılandan sanki halk kamaları çekmiş de askere veya polise karşı bir duruş varmış gibi bir anlam çıkıyor. Benim ititazım öncelikle buna oldu.
Genç arkadaşım her yeri geldiğinde kan oluğu kelimesini üstüne basa basa defalarca kullandı. Konu dramatize edilerek gerçek dışı bir algı yatarılıyor.
Bana göre bu tabir bir şehir efsanesinden öte değil. Bu işlem bıçak veya kılıçı hafifletmek için yapılan bir işlem.
Ayrıca estetik kaygısı da yadsınamaz. Hepsi hepsi bu olsa gerek.
Söylemler tiyatral açıdan güzel içerik olarak kısmen de olsa bazı yanlışlar içeriyor.
Örneği aşağıda...
Yetim hakkını anladım da Kafir hakkı ne demek?
TDK /sıfat & ad
Tanrı’nın varlığına inanmayan, Tanrıtanımaz, dinsiz, inançsız kimse
Genellikle Hıristiyan olanlara halkın verdiği ad.
İyi de 500 seneden fazla bir zaman neden savaştık?
Savaştıklarımız çoğunlukla kafir değil miydi?
Öyle ise neden kafir hakkı yedik?
Açıklanmaya muhtaç bir cümle...
Bu yazılanlar bana göre gurur verici. Bunlar doğru ise hali hazırda uygulama neden yok?
-!..
Bu sunum ne kadar gerçekçi? Bu hangi yüzyılın atölyesi?
Bıçağı ile ünlü bir şehrimizde yüzlerce bıçak atölyesi var. Hangisinde böyle bir manzara var? Oldu mu şimdi?
Atölye pırıl pırıl, pencere 21.yüzyılın metal aksamı ile donatılmış. Kapısı yok.
Ortada hiç ham malzeme de görülmüyor,
Atölyeden çok kapı aralığı gibi bir mekân...
Ustanın kıyafeti hangi yüzyılın giyim kuşamı?
Kompozit saplı bıçağın orada ne işi var!
?...
Bana tüm dünyada buna benzer bir sergileme örneği gösterebilir misiniz?
Ağaç ve devasa bir kesici! Çok yakışmış doğrusu.
Bunun adına olsa olsa "eseri ayağa düşürmek" denir.
Müzelerin çoğu yerde penceresi bile olmaz.
Neden? Ne anladınız?
-!..
Kasap bıçaklarının arasına kılıç koyarsanız bunu vatandaşa nasıl anlatacaksınız?
Yer mi bitti? Bitti ise de koymayın ne kaybederiz ki!
İstanbul Haliç'te bulunan Rahmi Koç müzesine mutlaka gitmelisiniz.
Neyi, neleri yanlış yaptığınızı ancak o zaman anlayacaksınız.
Keşke daha açıklayıcı br kaç cümle kursaydınız. Önemli bir örnek vurucu gücünü kaybetmiş. Işıklandırma başlı başına bir sorun.
Böyle bir teşhir salonu dünyada bir ilk olsa gerek. Allahtan ki salon küçük!
Domala domala olsa da illa ki bu bıçakları yakından göreceğim derseniz...
Size kolay gelsin derim.
Bıçak kemiğe dayansa iyi...
Bu işe nasıl "olur" verildi?
3-4 kişi aynı anda yere yakından baka baka (!) gezmek istese ne olabilir?
Olacakları düşünemiyorum... Çarpışan otolar gibi gez gez dur...
Herkese Allah'tan akıl niyaz ediyorum.
http://www.dildernegi.org.tr/TR,274/turkce-sozluk-ara-bul.html
domalmak / Dizler bükük, baş ileride, eğilmiş bir durum almak
Hakkı ile yapabilsek!.. Keşke bu ritüellere yeniden dönebilsek.
Japonlar sabah güneşinin ilk ışıkları dünyayı aydınlatırken bıçağa su verme işlemini tiyatral olarak sergilerler.
Sözde güneşin kızıllığının hızla değiştiği öyle bir an var ki....Kaynayan potadaki demirin kızıllığı ile eşleştirilecek ve o anda çeliğe su verilecek...
Efsane yaratmak da ustalık ister
Bu tür eylemler herkesin ilgisini çeker. Dünya görmeye gelir. Yazın bir tarafa
Bravo.... Hemen altına imza atarım.
Şimdi yaşanan bazı aksaklıkların temeline inebilmek için bazı alıntılar ve açıklamalar yapacağım.
Bir ulus ancak, devlet ve bireyler arasına giren bir dizi ikincil grup varsa varlığının idame ettirebilir.
İkincil gruplar kendi faliyet alanlarında bireylerin güçlü bir şekilde ilgisini çeker ve bu şekilde onları sosyal hayatın genel akıntısının dışına sürükler...
Meslek grupları (STK) bu role uygundur ve bu onların kaderidir. (Emile Durkheim)
Durkheim toplumbilimi kendi olgularını kendi ön dayanaklarıyla işleyen bir bilim durumuna getirdi.
Auguste Comte'un fiziği, Herbert Spencer'in biyolojiyi örnek alıp inceledikleri toplumsal olaylar ona göre yalnız kendi türünden olaylarla açıklanabilir, "toplumsal olay" bireye bağlı ve bireyle başlayıp biten bir süreç değildir.
Toplumsal olay bireyi aşkındır, birey ona katılır.
Her birey için toplumsal olaya katılmak kaçınılmaz bir zorunluluktur.
Çünkü toplumsal olaylar; genel zorunlu bireyi ve bireyler arası ilişkileri belirleyen din, ekonomi, hukuk, ahlâk, siyaset, bilim ve sanat türünden olaylardır.
Durkheim bireyi, bireyselliği, toplum içinde tümüyle eritmez.
İnsanın kendine özgü bireyliğini ve topluma özgü toplumsallığını saptar. İnsan genel doğruları hazırca, tartışıp araştırmadan toplumdan alır.
Bu doğrular: bireyin, kendisi, başkaları, insanlar arası ilişkiler, doğa, evren olguları üzerine yargılarına temel dayanak olur.
Toplum bir başka yanıyla da insana ilişkin her kurumun temeli olup doğal bir bileşimdir.
Kurumlar örneğin din ve Tanrı anlayışı da topluma bağlıdır ve onunla birlikte gelişip evrimleşir.
Not:Emile Durkheim 15 Nisan 1858 tarihinde Epinal-Loren'de dünyaya geldi. 15 Kasım 1917'de Paris'te ölmüştür.
Bu kısa metin sadece Bursalı bıçak üreticisinin derdi değil, farklı konularda bu ülkede yaşayan herkesin derdidir.
Yazı, sivil toplum örgütlerinden bahsediyor. Sivil toplum örgütünün ne denli önemli olduğunun altını çiziyor.
İçinizden "bu da nesi" dediğinizi duyar gibiyim.
Anlatacağım.
Ben bu işe 36 sene evvel başladım. İlk kilitli bıçağı yaptım ve o zamanki prosedüre göre yapım ruhsatı almak için Ankara'da Asayiş Daire Başkanlığı'na gittim.
İlgili memur bıçağı eline aldı evirdi çevirdi ve bana dönerek:
- "Bununla adam öldürülür" dedi. (Sübliminal mesaj vermek sureti ile "Buna ruhsat vermezler'' demek istiyor.)
Bu sırada binada yapım onarım işleri var.. Koridorlar kum, çimento, kireç ve delikli tuğlalarla dolmuş. (Kızılay Konur sokaktaki binadan bahsediyorum.)
Ruh halim berbat. Çok kızgındım... Aylardır çelikle boğuşuyorum. Bilgi sıfır, problem çok, soracak adam yok... Üstüne üstlük bürokrasi...
Gözüme bir delikli tuğla kestirdim.5 parmağımı içine sokarak kaldırdım ve o memura dönerek pis pis sırıtırken biraz da yüksek sesle ...
.- Bunu şimdi kafana vursam ölürsün değil mi? diye sordum. (Sırıtmasam anında tutanak tutarlardı. Aklım sıra işi şirinlikle çözeceğim:)
-Evet dedi.
İstediğim cevabı almıştım. Hemen can alıcı soruyu yapıştırdım.
-Delikli tuğlaları da ruhsata bağlamayı düşünür müsünüz? dedim.
Bu küçük örnek çok anlamlı olmuştu.
Polis memuru delikli tuğlaya hasım gözü ile bakarken sıra bana geldi. Onları baş başa bırakarak, kapı aralığından yavaşça içeri süzüldüm.
Asayiş Daire başkanı da o dönemde Sn.Ahmet Karol'du. Amerika'dan yeni gelmiş ve bu makama atanmıştı.
İçeri girer girmez Sn.Karol sıcak bir yaklaşım sergiledi. Avcıydı, bu da ortak paydamızdı.
Bana dönerek "hayırdır" dedi. Yaptığım bıçağı gösterdim ve "İzin verirseniz bunu imal etmek istiyorum" dedim.
Sn. Karol- "Oooo... Amerika'da her kamyoncunun belinde bundan var" dedi ve getirdiğim evrakları tek imza ile ilgili şubelere havale etti.
İş bitti...
Kulakların çınlasın Sn.Karol. Bıçakçıların ufkunu açtınız. Tekrar tekrar teşekkür ederim.
Sn. Ahmet Karol avcıya ilk ve son defa sadece avlanma sırasında tabanca taşımasına izin vermişti.
-!..
Avcınn elinde tabancadan 10 defa güçlü bir silah varken neden tabanca taşımasın?
Tabanca artık önemli bir obje oldu. Statüyü belirliyor!
Tabancası varsa büyük bir olasılıkla önemli bir kişidir (!)
(Ne yazık ki bu tanım sizin önemli kişiden ne anladığınızla ilgili bir yaklaşımdır ve geçer akçe budur.)
1986
Konuya hakim olmayan bir daire başkanı olsaydı şimdi Bora Bıçakları diye bir kuruluş olmayacaktı...
Fidel Castro dahil onlarca önemli devlet adamlarına özel bıçaklar yaptık. Bundan da gurur duyduk. Fena mı oldu?
35 sene içinde binlerce kullanıcı bıçaklarımızı keyifle kullandı, yüzlerce eve ekmek gitti. Fena mı oldu?
35 sene önce " Ömür boyu garanti" şeklinde bir slogan ürettim. Fena mı oldu?
35 sene önce sektörü 440 C adı altında paslanmaz çelikle tanıştırdım. Fena mı oldu?
Askeri bıçakların asgari standartı 440 C oldu. Fena mı oldu?
28 sene önce av bıçağı yapabilmek için ilk ağız açma makinesini getirdim. Fena mı oldu?
(...)
Anlatmak istediğim şu. Devlet müteşebbisin önüne set çekmeyecek. Tam tersine ona destek olacak.
Bindiğin dal kesilir mi?
Yetkili makam sahiplerinden bir çoğunun benim gibi düşündüğünü biliyorum. Ama korku dağları bekliyor.
Ya sicil amirim bana bir şey derse... İyisi mi yasak olsun başım ağrımasın. Hakim yaklaşım bu.
Yasaklarla sorun giderilir mi?
Bakalım.
Aşağıda gördüğünüz kitaptan bir alıntı yapmak istiyorum.
Konu aynı zamanda güncel.
Kitabın konu başlığı yaptığı yasaklardan Düğünlerde, kutlamalarda ateşli silah kullanma yasağı.
Ne zaman gündeme gelmiş ve ne yapılmış.
Bakalım.
"İlk mühim silah yasağı 1800 'lü yılların başlarında Sultan II. Mahmut zamanında getirilmiş.
Bu yasaktan sonra insanlar kurusıkı silahları kullanmış, bununla da yaralanmalar olunca yönetim konuya köklü bir çözüm bulmak amacıyla
dönemin resmi gazetesi sayılanTakvim-i Vekayi'de yayınlanan bir kanunla"her türlü silah satışının kesin olarak yasaklandığını bildirmişti (Sayfa 42)
Resmi gazetede yayınlanan bu emir, Bağdat'tan Belgrad'a, Şam'dan Üsküp'e imparatorluğun dört bir tarafına gönderilerek idarecilerden gerekli tedbirleri almaları istenmişti.
Bağdat Valisi Abdülkerim Paşa İstanbul'dan gelen bu emir üzerine en sert tedbirleri alan vali olmuştu. Düğünlerde silah atılması ve bu sebepten ölümler devam edince
Sadrazam Ali Paşa 1856 'da yayımladığı yeni bir emirle, eğlencelerde silah atarken birinin ölümüne sebep olanlara "katil " muamelesi yapılıp buna göre ceza verilmesini istemişti.
(...)
O günden bu güne tam tamına 162 sene geçmiş. Geldiğimiz noktaya bakar mısınız?
Yaz boz tahtası gibi...
Bir hafta evvel Hollanda'da düğün konvoyu düzenleyen Türklere' görevliler binlerce EURO ceza yazdı. Orada sesimiz çıkmıyor burada teşvik ediyoruz.
Görülen o ki Türk toplumu olarak daha uzunca bir süre mutluluğu korna ve silah sesinde arayacağız.
Yazık ki ne yazık...
Bu kıymetli kaynak için başta ben olmak üzere tüm kitap sever dostlarım adına Sn. Nermin Taylan'a içtenlikle teşekkür ederim.
Şimdi bir sorgulama yapacağım. Dilerim ki anlaşılır olur...
Kriminal kayıtlar tarihsel açıdan ne kadar geriye gidiyor ve ne ölçüde saklanıyor bunu bilmiyorum.
Bana göre toplumun farklı açılardan nabzını tutan bu kayıtlar çok ama çok önemli.
Bir an için ülkedeki bıçakla adam öldürme dosyalarının tamamının bir araya getirildiğini farz edelim
İlk iş olaylarda kullanılan tüm kesici aletleri sınıflandıralım. Daha sonra da bir dizi soru soralım.
Ölümle sonlanan kaç olayda oluklu bıçak kullanılmış?
Kaç cinayetde av bıçağı kullanılmış?
Kaç cinayette çakı kullanılmış?
Şişle kaç cinayet işlenmiş?
Bu sınıflandıraları yeterince yaptıktan sonra:
Kim kullanmış?
Yaş aralıkları,
Eğitim seviyeleri,
Cinsiyetleri ve benzeri tüm etken olabilecek parametreleri sınıflandıralım.
Öldürme debepleri ve benzeri daha başka ne kadar ana başlık varsa hepsini yazdığımızı bir an için kategorize ettiğimizi düşünelim.
Hepsi titizlikle sorgulanırsa veri tabanı ancak bu şekilde oluşturulabilir.
-!..
Şimdi her başlığı ince eleyip sık dokumak sureti ile masaya yatırarak sonuç elde etmeye çalışalım.
Bana sorarsalar cinayetler % 95 oranında mutfak bıçakları ile işlenmiştir derim.
Var sayın ki böyle bir sonuç elde ettiniz.
Şimdi mutfak bıçaklarının imalini mi yasaklayacaksınız!..
Bu sorular kendilerine yanıt bulabilr ise bu verilere istinaden hazılanacak yeni yasa da toplumda o ölçüde kendisine destek bulacaktır.
Dilerim ki verdiğim örnekler anlaşılabilmiş olsun.
Özde. Eşya suç işlemez. Öldüren eşya değil onu eline alan insanın kafa yapısıdır. Çivici katili anımsadınız mı? Önce öldürüyor, daha sonra da maktulü yere çiviliyordu.
Şimdi sormak isterim. Maktulü çivi mi, çekiç mi, yoksa soyu kuruyasıca o kafa mı öldürdü?
!..
Bu gerçekler ortaya çıkmadığı sürece "ben yaptım oldu" mantığı ile hiç bir yere varamayız.
Örneğin: Yasayı hasbelkader o döneme denk gelen milletvekillerinin ilgi ve bilgieri ölçüsünde mükemmele yaklaştırabilirsiniz.
Hele hele işin içine siyaset de girdi mi...
Vay başımıza geleceklere bak...
Şimdi içinizden "siyaset nasıl işe müdahil olabilir? diye düşünüyor olabilirsiniz.
Bal gibi olur.
Bir örnek vereyim.
(...)
Hayat beni hiç bilmediğim bir iş koluna yöneltti. Sene 1983
İki sene evimin bodrum katında bulunan hobi odasında gece gündüz demeden deneme yanılma metodu ile bıçak yapmaya çalıştım.
İki senenin sonunda bıçakçılığa soyundum. Elimde ne varsa bu işe yatırdım. 50 metre kare olan iş yerimde 10 civarında işçi çalıştırıyorum.
Akşama kadar 3 adet bıçak ya yapıyoruz ya da bıçağa benzer şeyler ortaya çıkıyor.
. Azim ve heves had safhada ama ortada ümitten öte bir şey şimdilik de olsa yok.
Aradan 6 ay kadar bir zaman geçti.
Stokta ay sonu itibari ile 100 civarında av bıçağı birikmeye başladı. İşi kotarıyorum ama sayısal çokluğa henüz erişemedim.
Bir telefon geldi Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı'ndan bir yetkili beni aradı. Bıçak konusunda görüşmeye davet edildim.
Bakanlıklar'da bulunan binaya gittim. Masada 2 kişi var ben tek başımayım.
O tarihte bıçak ithali yasak. Sohbet ne var ne yok, nasılsınız faslı ile başladı.
Üretim hakkında bilgi aldılar bu arada ben konuşmanın nereye evrileceğini anladım.
Nihayet can alıcı konuya girdik. "İthalat yasak bunu biliyorsun. Bu yasak kalkarsa zorlanır mısın?" diye sordular
Ağızlarını büzmelerinden "Ömer" diyeceklerini tahmin etmiştim.
Niye zorlanacak mışım ki! dedikten sonra cümlemi "Hodri meydan" diyerek sonlandırdım.
Uzatmayayım. Beni hızla uğurladılar. İstedikleri cevabı almışlardı.
Sanki ben "hayır ithalat yasağı kalkmasın" desem "emrin olur" diyecekler...
Aradan çok kısa bir süre geçti ithalat yasağı bir kararname ile kalktı.
3-5 gün sonra da ülkenin en büyük gazetlerinden biri her gazete alana bir cep çakısı verdi.
Tesadüf olsa gerek:)
Siyaset, dolayısıyla ikili ilişkiler, menfaatlerin çatışması o tarihte vardı her zaman da olacaktır.
Gazete sahibi çakı satar mı?
Bu ülkede sattı.
Bursa'da dostlarım bana bir kitap hediye etti. Sn. Murat Kavaklı, bir meslek dalı için çok önemli bir eser kazandırmış.
Bir solukta 50 sayfa okudum 2 saattir de kitabı baştan sona aktarıp duruyorum.
Sn. Murat Kavaklı'ya ne kadar teşekkür etsek azdır.
Kanun yapacak erk sahipleri, yani parlamenterler bunu ve benzeri kitapları okumadıysa,
Yeterli sayıda atölye gezip bilgilerini -varsa- güncellemediyse,
İlgili sivil toplum örgütlerinin görüşlerini, isteklerini dikkate almaz ise,
Nasıl kanun yapacak?
Bunun kime hayrı olur ki?
Alın size bir örnek
TBMM'nde 4915 sayılı Kara Avcığı Kanunu'nun ilgili komisyonunda yanlış anımsamıyorsam avcı arkadaşlarımla 2 sene kadar danışmanlık yaptım.
50 seneye yaklaşan bir avcılık geçmişim var. Çalışmalar sırasında her yeri geldiğinde sadece doğruları somut örnekler vererek savundum.
Komisyon başkanı dahil tüm milletvekilleri benim savunduğum fikirlere itibar etti.
Kendini devlet sananlar bu tavrımdan çok rahatsızlık duydu.
Hala da duyuyor.
Sonuç?
Kanun taslağını istediğiniz kadar mükemmel yapın.
Yasa Genel Kurul'da görüşmelere açılınca komisyonda tartışmalarda sağduyuya yenik düşenler (!) Genel Kurul'da kulis yaparak ilgili maddeleri işlerine geldiği gibi değiştirdiler.
Nitekim 4915 sayılı kanun ihtiyaca cevap veremez duruma geldi.
2 sene boyunca herkesi ikna etmişsin, ne kıymeti var?
İşte bunun adı siyaset.
Sn. Fatih Adliğ beni Turgut Aydemir ustanın atölyesine götüreceğini söyledi. Kısa bir yolculuktan sonra Turgut Ustanın atölyesine geldik.
Bir anda kendimi evimde hissettim.
Çok sıcak bir sohbet tüm yorgunluğumu üzerimden aldı.
Turgut Usta müthiş bir hatip... Mesleğinin doruğunda...
Kılıç üzerine konuştuğu vakit içinizden "keşke hep anlatsa da dinlesek" diyorsunuz.
Turgut Usta yaşanan tüm problemleri sorgulama mantığı ile irdeliyor.
Bu ülke ancak bu mantığa sahip insanlarla büyüyebilir. Başka yolu yok.
Sn. Fatih Adliğ ve Sn. Turgut Aydemir Bursa'lı meslektaşlarım için çok büyük bir zenginlik.
Zamanımız sınırlı olduğu için ana problemler üzerine konuşmalara geçildi.
Turgut Usta aşağıda gördüğünüz işletme ruhsatını bana göstererek "neden?" diye bir soru sordu.
Aşağıdaki belgeyi dikkatle okuyun.
Ruhsatta Sn.Turgut Aydemir Usta'nın atölyesinde ne yapıp, ne yapamayacağını anlatıyor.
Bir benzetme yapmak istiyorum.
Bir fırın düşünün her türlü ekmeği yapıyor... Ama cevizli ekmek yapması yasaklanmış... Neden?
Ekmek yapıyor ama pide yapması yasaklanıyor... Neden?
Sofra takımları yapabiliyor... Ama sofra takımının içine olmazsa olmaz olan bıçak yapımı yasak. Nasıl bir takım bu!.. Neden yasak?
Bütün gelişmiş ülkeler uzayda yer kapma yarışına girmiş... Gökyüzü parselleniyor. Mars'ta koloni kurma çabası almış başını gidiyor...
Bizim uğraştığımız işlere bakar mısınız!
Bursa'da bıçak üreten kaç atölye var? Bunu bilmiyorum.
Problemleri aşmak istiyorsanız tek çatı altında birleşin.
Güçlü bir sivil toplum kuruluşunun çözemeyeceği problem olamaz.
STK, üyelerinden aldığı aidatlarla yaşayacak ve iş yapacaktır.
Bir örnek vereyim.
Türkiyede kaç avcı var?
Bakanlıktan alınan avlanma ruhsat sayısan bakarsanız 120.000 ila - 150.000 civarında...(Tahmini)
(Kayıt dışı dağda dolaşan en az 200.000 avcı var. Bunu da bilelim.)
Bu avcılara deseniz ki senden ayda sadece 1 TL istiyorum...
Gülerek "lafı mı olur" derler... Derler de bin tanesi 1 TL verir mi göreceğiz.
Hepsi 1 TL verse aylık gelir 130.000.00 TL olur. Örgütün avukatı, muhasebecisi kitaplığı arşivi hatta istihdam ettiği bilim insanı olur.
Fena mı olur?
5 senede ülkeyi bu bağlamda cennete çeviririm.
Bu konuya derinlemesine gireceğim. Kısa bir süreye ihtiyacım var.
Soldan Sağa: Turgut Aydemir - Fatih Adliğ - Mert Şentürk - Ali Şahin
Turgut Aydemir - Mehmet Emin Bora
Turgut Usta'nın sohbetine doyamadım dersem, hiç de abartmış sayılmam.
İnşallah daha geniş bir zamanda özellikle kendisini ziyaret etmek istiyorum.
Belki kılıç ve yay konusunda beni bilgilendirir izin verirse ben de sizleri...
Kısa ziyaretim süresince bana yol gösteren yeni dostlarla tanışmam vesile olan Sn. Fatih Adliğ'e huzurlarınızda içtenlikle teşekür ederim.
Dilerim ki tekrar tekrar görüşme fırsatı çıksın.
Bir sorun varsa mutlaka bir de çözüm yolu var demeketir.
İhtiyacımız ise önce birlik sonra da cesarettir.
Bursa'lı kardeşlerim bunu yapabilir diye düşünüyorum.
Soldan Sağa : Mehmet Emin Bora - Kadri Yolu- Fethi Adliğ- Özgür Adliğ - Fatih Adliğ
:
Cesareti olmayan adam, keskin kenarı olmayan bıçağa benzer.
Benjamin Franklin
Mehmet Emin Bora
19 Kasım 2018 / Ankara