Adalet!


MÜZMİNLEŞMİŞ BİR DERT!

ADALET ARAYIŞI

19 Haziran 2017

73 yaşımdan gün almaya başladım. Ben beni bildim bileli bu ülkede insanlar bir şekilde adaleti arıyor.

 "Bir dokun bin ah işit" yaygın kullanılan bir sözdür.  Çünkü bu ülkede kime sorsanız sorun, adaletsizliğe uğradığına dair bir yaşam öyküsü mutlaka vardır.

Ben yaşadıklarımdan sadece birini anlatacağım.

  (X) ilçesi'nde  bir arsam var. Nerdeyse 35 yıldan bu yana üzerime zorunlu (!) olarak tapulandı. İmarlı hatta daha ötesi de var.

O tarihte yeni bir binaya başlamak için belediyeden temel ruhsatını almıştık. 

Aradan bir yıl geçti. Ortaklık dağıldı. Ben de  yeni bir iş kurmak için arsayı acilen satmak ihtiyacını duydum.

Talip çıktı, telefonla konuşarak 15 dakika içinde fiyat üzerinde anlaştık. (Sıkıntının boyutunu varın siz tahmin edin.)

 Alıcı, yanlış anımsamıyorsam bir miktar da kapora göndermişti. İlçede kuyumculuk yapıyormuş. 

Satış kararı duyulur duyulmaz 24 saat içinde ne olduysa oldu...

Temel ruhsatı alınmış arsa "encümen kararı" ile bir anda "basket sahası" olarak ilan edildi.

Ben çevredeki daire sahiplerinin çocuklarına, gençlerine spor  yapma imkanı olsun diye 2 pota dikmiştim.

(1 Kamyon çimento kullandığımı iyi anımsıyorum. (Allah bana akıl ihsan etsin... Geç olsa da...)   

 Arsamın 3 tarafı bina ile çevrili  Bir tarafı da ana yola bakıyor. O ana kadar toplam 76 daire yapmıştık. 

Çok çok sonraları öğreniyorum. Bizim ev sahibi yaptığımız bu 76 daireden birileri (!) evlerinin önü kapanmasın diye hane hane dolaşıp imza toplamış.

Dilekçeyi de hemen belediyeye vermiş. Haklı olduklarını düşünüyorum. Onlara çok iyliğim dokunmuştu. Karşılıksız kalmamalıydı.  

Belediyenin ise canına minnet!   

Sizce neden?

-!..

(Yanıtı "Gerçekler, Hayaller ve Kaybolan Yıllar" başlıklı yazımın içinde bulabilirsiniz.)  Bkz:

Bu olay, olmaz bir şey değil.  Ama yolu var yordamı var. Örneğin arsayı rayiç bedelle istimlak edersin.

Bunu beceremeyeceksen evlerinin önünün kapanmamasını isteyen hane sakinleri birleşerek rayiç bedeli bana öderler, arsa da  onların olur.

Bu da ikinci yol.  

Her iki yol da göz ardı edildi ve kırk seneye yakın bir zaman ben arsamı en hafif tabir ile "kirli ellerden" kurtarmaya çalışıyorum.

Şimdi seçkin dikkatinize sunmak isterim.

Kendinizi benim yerime koyun. Geleceğiniz için bir güvence olarak size dayanak teşkil edecek bir mali gücü, birileri keyfi olarak elinizden çekip alıyor...

Başıma gelenleri tek tek anlatayım da gelecek kuşaklar hangi şartlar altında yaşadığımızı bilsinler.

O tarihte doktor olan bir arkadaşımın kardeşi bu (X) ilçesi'nde kaymakamın eşi idi. Aynı zamanda o ilçede hakimlik (hakime) görevini yürütüyordu.

Ben  "yanlış hesap Bağdat'tan döner" diye düşünüyordum.

Kaymakam ilçenin en büyük yetkili amiri. Tapumu ona göstereceğim. Temel ruhsatını da dilekçemin ekine iliştirdim mi....

İş biter, dolayısıyla encümen  kararı iptal olur, arsam da  bana geri verilirdi.

Bu düşüncelerle bir akşam eşimle Ankara'dan yola çıktık. İstikamet (X) ilçesi'...  

Çok ama çok kızgındım. Yol boyu söylendim (!) durdum. O kadar hızlı gitmişim ki sabahın bir köründe (X) ilçesi'ne vardık.

Dairelerin açılmasına en az 4 saat kadar bir zaman var. Yol üstünde bir otele yerleştik. Uyu uyuyabilirsen. Bu arada iyice bilendim. Had safhada kızgınım.

Kaymakamlık binası önünde arabada dairelerin açılmasını beklerken günlük gazeteleri okumaya başladım. Vakit doldu. Kaymakam geldi, arkasından biz de usulünce odasına girdik.

Malum diyalogdan sonra kaymakam beyin  "Hayırdır" kelimesinin ardından ben kelimenin tam anlamı ile döküldüm.

Kaymakam bey beni sakin sakin dinledi ve bu işin ancak mahkeme kararı ile düzeltilebileceğini bana anlattı.

Bir anda tüm umudumu yitirdiğimi anımsıyorum. Kelimenin tam anlamı ile omuzlarımın çöktüğünü hissettim.

Ben bu ruh halini yaşarken odaya yanlış anımsamıyorsam binbaşı rütbesi ile bir subay girdi. Kaymakamın önündeki diğer sandalyeye de o oturdu. Kaymakam beye askeri garnizonun bir sorununu aktarmaya başladı. 

Kaymakamlığın önünde beklerken gazete okuduğumu belirtmiştim. Sürmanşetten yayınlanan günlük haber aklımda. Çünkü İstanbul'da yaşanan bu olay benim derdime çok benziyor.

İstanbul'un Avrupa yakasında bir taş ocağı yanlış anımsamıyorsam  bir yarbay tarafından basılmış ve zorla kışlanın ihtiyacı olan taşlar asker gücü ile alınmış.

Konu, nasıl oldu da açıldı şimdi anımsamıyorum. Ama  mutlaka ben açmışımdır. Yaralıyım ya... Ha benim arsama birileri el koymuş, ha taş ocağı basılmış birileri taşları asker gücü ile gasp etmiş....

İkisi de hukuk dışı.

Bir süre sonra söz bana gelince her iki olayın temel benzerliği üzerine cümleler kurarak aklım sıra rahatladım. Ortam bir anda gerildi.

Binbaşı var olan gergin havadan kendine görev çıkardı. Başladı yarbayı savunmaya. Kaymakam bey olmasa... Ne olacağını kestirmek kolay değil.  

Konuşma öyle bir hale geldi ki kaymakam bey sadece iki tarafa da sık sık "sakin olun" demek durumunda kaldı.

Kendimi nasıl tuttum bilemiyorum. Şimdi bile gerildim. Gerisini siz düşünün.

Binbaşı:  "Tabi  alır, kışlanın taşa ihtiyacı var "diyor başkaca bir şey demiyordu. 

Kafa bu. Mülkiyete tecavüz eden biri var, daha da kötüsü onu savunan da...

Elimde olsa her ikisini de meslekten o gün ihraç ederdim.  

Devletin içinde görev yapan hangi kesimden olursa olsun bu ve benzeri tavrı sergilemeyi düstur edinmiş binlerce insan, o gün vardı bugün de var.

Vatandaşın hakkı  ne olacak? Hak hukuk nerede!

Öyle bir yaklaşım akıllarından bile geçmiyor. Osmanlıdan kalan bu yanlış uygulamanın arkasında "4483 Sayılı Memurin Muhakematı Hakkında Kanun" var.

(Gerekirse bu konuda ayrı bir yazı yazacağım.)

Bana bunca eziyeti reva gören bu insanların o ayki maaşından sadece ve sadece 50.00 TL kesin... Kesin de ben bi göreyim sizi...

O kişi sizin 500.000 TL'lik arsanızı bir gecede dipsiz kuyuya atar, zerre kadar da dert etmez.

O kişi üstündeki üniformanın arkasına sığınır, taş ocağını basar kamyonla taşı gasp eder, gider...

Akşam da başını yastığa koyduğu gibi huzur içinde deliksiz uyur. Aklı sıra devleti korudu...

Siz ise kapınıza sıra olan alacaklıları hatırladıkça yatağı yorganı tırmalar durursunuz. Gece tansiyonunuz fırlar, kanama geçirirsiniz, sizden başkası ne görür ne de duyar. 

Yaşanan gerçek budur. 

Bu kafa değişmedikçe adaleti ararken ölür gidersiniz. Olsa olsa "rahmetlinin vadesi bu kadarmış" derler...  

Kitap yazabilirim. Şimdilik burada kalsın.

Dolayısı ile yanlış hesap Bağdat'tan dönmedi. Ayrıca ben Bağdat'ın bu kadar uzakta olduğunu da hiç düşünmemiştim. 

Kim bilebilirdi ki bu mesafe yürüyerek gidilip  yürüyerek gelinecek!

Bu benzetme bile yerli yerine uymuyor.

Bir hesap yaptım.

Sn. Kılıçdaroğlu 500 km yolu aşağı yukarı bir ayda alabiliyorsa ve Bağdat - Mersin arası da 1345 km ise,  gidiş-geliş yaklaşık olarak 6 ay sürmeli diye hesapladım.

 

Mersin - Bağdat arası 1345 Km.

Hadi ben bilemedim 12 ay olsun. 

-!..  

Emekleyerek gitsen bile hesap tutmuyor.

Benim davam 360 ay sürdü...

-!..

30 sene...

Hayatımdan çalınan süre tam tamına 30 yıl...

Adalet bunun neresinde?

-!...

Belediye (Devlet) her 5 yılda bir arsayı "yeşil alan", "otopark", "sağlık ocağı" yapacağım diye el koymaya devam etti..

Bundan kasıt her bir yeni gerekçenin ardından 5 yıl geçmesi gerekiyordu. 5 Yıl geçmeden yeni bir dava açamıyordum.

5 yıl geçince ben hukuki itirazımı yapıyor ve davayı kazanıyordum. O da (!) yeni projesini deklare edip yeni bir 5 yılın tadını çıkartıyordu. Böylelikle aradan tam tamına 30 yıl geçti.

Ne bekliyorlardı?

-!..

Bu sorunun gerçek yanıtı bulunmadıkça... 

Ana sorunu asla teşhis edemezsiniz.

30 yılda kaç kere mahkemelik oldum artık unuttum. Çok daha önemlisi ticari bağlamda bu süre içinde kaç kere ne fırsatlar kaçırdım.

Artık düşünmek bile istemiyorum. Mental anlamda yoruldum.

Özde, ne istimlak edip bedelini verdi, ne de arsanın üzerinden elini çekti.

Neden?

-!... 

Bunun sebebi bulunmadıkça biz adaleti daha çok ararız.

Ben bu yazıyı kaleme alırken  bazı gelişmeler oldu. Galiba arsamın üzerinden elini çekiyormuş...

Varsayın ki arsamı geri verdi.

Eşşeği kaybettik 30 yıl sonra bulduk.  Sizce  sevinmeli miyim?

Olan bitenin özü bu değil mi?

Peki geriye dönük kayıplarımı kim ödeyecek?

Hayatımdan çalınan 30 yılın bedeli size göre ne olmalı?

Kaçırdığım fırsatlar ne olacak?

Bunun parasal bir karşılığı var mı?

Size göre bu nasıl ölçülebilir.

Kaybolan günlerimin, aylarımın kapkara geçen gecelerimin hesabını kimden soracağım!

Avrupa insan hakları mahkemeleri  5 yıldan fazla süren mahkeme süreçlerini  "makul sürenin" dışında kabul ederek devleti tazminat ödemeye mahkum ediyor.

Devlet o insanlara milyonlarca Euro tazminat ödüyor. (Bu hal kısa bir süre de olsa  bizde de bir süre uygulandı. O kadar çok dava vardı ki korkup yasayı değiştirdiler)

Bildiğim kadarı ile İngiltere'de hakimlerin tespit edilmiş bir maaşı yokmuş. Devletin kendilerine ucu açık bir çek defteri vermiş.

Hakim dilediği kadar kullanıyormuş. Güvene bakar mısınız?

Ben olsam hızla benzeri bir uygulamaya geçerim.

Bu hakim benim davamda 30 yılımı çalan insanları cezalandırır.  Cezayı da devlet ödemez, daha doğrusu ödememeli...

Cezayı  o dönemlerin mahkeme kararına uymayan mahalli idarenin yetkililerine rücu etmeli.  Haksız iktisap yapanlar bunun bedelini mutlaka ödemeli.

"Kamu yararı vardı" masalından artık usandık. Varsa rayiç bedelini neden ödemedin!    

Bunun yolu bir kere açılsa var ya... Bir anda bu konudaki dava yükünden kurtulursunuz. 

Adalet de bu şekilde yerini bulur. Bunu uygulamaya al... Bak bakalım el alemin malı ile oynayabiliyorlar mı?

Belediyeler imar planları ile diledikleri gibi oynarlarsa... Bu olmaz işlere dönüşür...

Gerçek bu ise adalet arama çabası hiç kimseyi hiç bir dönemde rahatsız etmemeli.

Suçsuz yere yargılanıp hapishanelerde ölen insanlarımız olduğunu biliyoruz.

Kuddusi Okkır'ı anımsıyorsunuz değil mi?

O iddiaları ortaya atanlar bilinmiyor mu?

-!..

Onlar hakkında ne yapıldı?

-!..

Bu Okkır'ı yaşama döndürebilir mi?

-!...

 Bir avukat dostumla konuşurken öğrendim. 40 sene önce Gerede kavşağında yaşanan büyük bir otobüs kazasında otuzdan fazla vatandaşımızı kaybetmiştik. Tazminat davaları hala devam ediyormuş!

Bunun neresi adalet!

Tazminat davaları kesinleşmiş. Gel gör ki o otobüs firmalarının sadece tabelaları kalmış...

 Hileli iflas bu ülkede yol olmuştur.

Alın size bir örnek:

Bir limitet şirket kurarsınız. Başına da sorumlu bir müdür yerleştirdiniz mi.... Tezgah hazır demektir. Süreç içinde haksız ticaretten doğan kazançlarını da bir yakının üzerine geçirdin mi...

Gerisi çok kolay. Ye iç.... git.

Sorumlu müdürün vay haline...

Devlet tuttuğunu öpüyor. Çalanı değil.   

Şimdi adalet aramayalım mı? O kanunları kim yaptı?

Geciken adaletin neresini alkışlayalım?

Avrupa'ya kızıyoruz. Ama bizi aralarına almaları için de her türlü yolu deniyoruz!

Şimdi sizlere  sormak isterim. Bu işte bir yanlışlık yok mu?  

 

 

 

Malum yürüyüş Çamlıdere yakınlarında bulunan E5 diye tanımlanan eski İstanbul yolu üzerinden gerçekleştirilmişti.

Yağmurlu bir gündü. Eşime "Biz de katılalım" dedim.

Apar topar yola düştük.

Avcı mantığı ile en iyi arazi parçasını kısa sürede tespit ettim.

Yağmur yağmasına rağmen tepeye  masamızı kurduk fotoğraf çekmek için hazırlandık.    

Fotoğrafın bir önemli özelliği de kendine ait bir dilinin olmasıdır. Bu dil evrenseldir. Fotoğrafın Türkçe'si, İgilizce'si, Çince'si yoktur...

Fotoğraf yaşanan günün sessiz şahididir.

Siz susarsınız o konuşur.. Sessizliğin sesidir..

Ne anlayabiliyorsanız o kadardır.    

Bu andan 30 sn. evvel eşimle beraber ayağa kalkarak sağ ellerimizde tuttuğumuz şapkalarımızı sallamaya başladık.

Aynı anda sağa ve sola doğru sallanan ellerimizin yarattığı senkronizasyon çok kısa sürede konvoya katılanların dikkatini çekti

Otobüsten mikrofon ile teşekkür, yürüyüşe katılanlardan ise alkış aldık.  Bu anı yaşamak bile bize fazlası ile yetti.

Sağdan tek başına yola düşen de eşim... Gören de zanneder ki motorlu taşıtlara yol gösteriyor.

Yukarıdaki fotoğrafları çok da kolay çektiğim söylenemez. Çok koşuşturdum.

Yol boyu asker ve polis son derece hoşgörülü davrandı. Sonuçta İstanbul'da sonlanan yürüyüş de  kazasız belasız bitti.   

İstanbul / Kadıköy

Siyasetten usandım. Gına geldi.

Adalet de yok, iş de yok. Yaşama sevincimiz tükendi. Gerisi boş laf.

(...)

Ben bu yürüyüşün fotoğraflarını şimdilerde 5 yaşlarında olan iki torunuma onurlu bir anı olsun diye çektim.  "Dedem duyarsız insanmış" demesinler diye...

Yürüyüş  sırasında verilen molalarda partililer tarafından televizyon programcılarının uzattığı mikrofonlara konuşanlar oldu.

Aynı cümleyi tekrarlamak sureti ile, ekranlarda görünme tutkusunu tatmin ederken iki de bir "adelet" diye cümle kuran o insanları da ibret ile izledim.

Daha doğru dürüst Türkçe konuşamıyor, devletin yönetimine talip!.. Adalet arayışına hiç bir şekilde gölge düşmemeli.

Türkçe öğretecek hoca arasa daha doğru olur.

Ayıptır yahu... 

Ben sağlık problemlerim ile uğraşırken iki acı kayıp haberi aldım. Doğrusu içim çok yandı.

M.E.Bora - Güneş YUNUS 

Fotoğraf sergime gelmişti. Ona Allah'tan rahmet, yakınlarına sabır ve metanet diliyorum. Ruhu şad olsun.

Güneş YUNUS namuslu, dürüst ve eğitimli bir insandı. Atıcılık alanında 3 kere olimpiyatlara ülkemiz adına katılma başarısı göstermiş, dil bilen, yeni dünya değerleri ile barışık bir insandı.

Seviyesiz insanlarla zorunlu olarak yarıştı...

Kazansa idi eminim ki iz bırakırdı. Dost bildikleri onu arkasından vurdu. Çoğu da avcı idi. Ölüm haberi beni fazlası ile üzdü. (04 Mayıs 2017)

Aklıma oynanan oyunlar geldi.. Şimdi yine o günleri anımsayarak ayrıca üzülüyorum.

Ben bu acı ile yanarken benzeri bir haber daha geldi.

Sn. Prof. Dr. Namı Çağan'ı kaybettik.

Ne memuriyet hayatım oldu ne de siyaset ile uğraştım. Ama onları yakından izleme fırsatım her zaman yeteri kadar oldu..

Makam elden gidince dostlar düşman oluyor. Bunu gördüm.

Aşağıdaki fotoğrafta Milli Parklar'da Genel Müdürlük yapmış iki yakın dostum var.

Sn. Hüsrev Özkara ve Sn. Nevzat Ceylan

Soldan Sağa: Hüsrev Özkara -  M. E. Bora - Nevzat Ceylan - Ali Mutlu 

01.09.2012/ Saat 15:35 - Çamlıdere / Ankara

Kim ne derse desin, Milli Parklar Genel Müdürlüğü bu  iki insanın sayesinde bu günlere gelmiştir.

Gn. Md. Muavinleri arasında Sn. Muzaffer Topak'ın yeri bir başkadır.

Hüsrev Bey'in her zaman sağ kolu olmuştur. Yeri geldi anmak istedim.

Hüsrev Özkara - Muzaffer Topak
2017 / Çamlıdere

İçinizden geçenleri duyar gibiyim. Konu ile ne alakası var diyorsunuz.

 Var.

Rahmetli Nami Çağan olmasa hiç birimizin yapabileceği hiç bir şey yoktu.

Tüm yenilikler Nami Çağan'ın bakanlık yaptığı dönemde, altını çizerek söylemek isterim ki -onun oluru- ile gerçekleşti.

O izin vermese Fransa'ya gidemezdik. Avrupa'daki uygulamayı görmeyince avcılık dünyasına yeni bir soluk kazandıramazdık.

Ben isterdim ki Nami Çağan'ın cenaze törenine tüm avcılar katılsın.

Orman Bakanlığı ise özel bir anma günü düzenlesin.

Heyhat!

Prof. Dr. Nami Çağan'ın cenaze töreni / 20 Temmuz 2017- Saat 13:22 / Fotoğraf - Hüsrev Özkara

Ön plandaki iki gözlüklü beyefendi :

Soldaki  Gn. Md. Yard. Sn. Rasih Kubaoğlu

 Sağdaki Müsteşar Yard. Sn. İrfan Çelik  / Her ikisi de o dönemin çalışanı. Vefa borçlarını ödemeye gelmişler.

Şimdi gelmeyenlere  "Yazıklar olsun" demekten başka elimden hiç bir şey gelmiyor. Çok acı çok...

Sn. Prof. Dr. Nami Çağan'ı rahmet dileklerimle içtenlikle anıyorum. Ruhu şad olsun.

Ben ve benim gibi düşünenler her fırsatta onun adını yaşatacağız.

Onun hiç kimseye ihtiyacı olduğunu düşünmüyorum. Bizim vefa borcumuzun olduğu ise tartışılamaz..

http://arpacik.net/icerik_yazar.asp?Icerik=487&Yazar=815

Bir önceki sene iki kanama geçirdim. Gözlerimi kaybetme aşamasına gelmişim haberim olmamış.

2016 kışını yoğun tedavi ile geçirdim. Eskisi kadar ne çok okuyabiliyorum, ne de yazmak nasip oluyor.

Bu konuda hoşgörünüze sığınmak isterim.

Bir toplumda aydınların çoğalması özlenen bir gelişmedir elbette.

Kuşkulanan, araştıran, sorgulayan, değerlendiren, tartışan,

Vardığı çözümleri başkalarıyla paylaşan insanların çoğalması,

Toplumsal yaşamın en büyük güvencesidir.

Mehmet Fuat

      

Ademin hayvaniyeti yemekle,

insaniyeti okumakla kaimdir.

                                                                  (Namık Kemal)

Mehmet Emin BORA

31.08.2017 /Çamlıdere / Ankara 

Not: Mahkemeyi kazandım. Arsam bana iade edildi. (01.10.2017) 

 

 

 

 

 

 

Bu yazı 3256 kez okundu...