Gerçekler Hayaller ve Kaybolan Yıllar
Dursun Bey Yayla Geyik Üretme İstasyonu / Eylül - 1999
Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü'nde 2000 yılında başlatılan "yeniden yapılanma" çalışmalarının üzerinden bu güne kadar tam 17 sene geçti.
Bu süre zarfında (2003) kitabın 2. cildine başlayamadan iktidar el değiştirdi. Böylesi bir durumla karşılaştığınızda "Sürdürülen çalışmalar ne olacak" diye bir bürokrata sorarsanız size klasik bir cevap verir."Devlette devam esastır. Hiç merak etmeyin" Gözleriniz yaşarır. Yüreğiniz kabarır, gaza gelme gibi bir zafiyetiniz de var ise, inanın bana o kıllı yüzü öpmeyi bile düşleyebilirsiniz. ( Ffıırrtt) Duygulandım elimde değil. Hâlbuki bu cevabın gerçek anlamı şudur. Geçmişi külliyen yok sayacağız.Tek bir iz bile kalmayacak. İçiniz rahat olsun. Öpüldünüz. Kime niyet kime kısmet denilen de budur.
Şimdi 2003-2017 yılları arasında geçen 14 seneyi irdeleyeceğim. Bir vatandaş olarak "buna hakkım var" diye düşünüyorum.
Uzunca bir süre olmasına rağmen kat edilen -gelişme anlamında- mesafe yok denecek kadar az.
Öncelikli sebebin insan kaynaklı olduğunu düşünüyorum.
Liyakat esasına göre değil de, siyaset merkezli ahbap çavuş ilişkisine girerseniz, olacağı budur.
Gerçekten bilgi ve beceri sahibi kişilerin önü siyaseten kesilince diyebilirim ki - Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü'nü yakinen takip edenler için - yaşananlar hiç de şaşırtıcı değil.
Bu ülkenin makus talihi çok kısa zaman aralıkları gözardı edilirse uzunca zamandan beri böyledir.
Halbuki, 21. Yüzyılda zaman mefhumu değişmiştir. Bu bakış açısı ile az bir zaman değildir 14 sene...
Cumhuriyet tarihini bilmeden konuşanların sayısı o kadar çok ki!
Nelerin hangi şartlar altında nasıl yapıldığını bilmeyenler için karayollarından çarpıcı bir örnek vermek isterim.
Önce TBMM tutanaklarından kısa bir alıntı yapmak isterim.
"Cumhuriyet Döneminde Türkiye’de yol vergisi, sakatlığını rapor ile ispatlayan fakirler, silah altında bulunanlar, verginin toplanmasında görev alacak imam ve muhtarlar vergiden muaf tutulmuşlardır (1.Madde).
Eski yasalardan farklı olarak muafiyetler biraz daha genişletilmiştir. Yol vergisinin nakdi kısmı her yerin işçi ücretleri gözetilmek ve dört işçi gündeliği esas olmak üzere vilayetlerin il genel meclisleri tarafından tespit edilecektir (2.Madde).
Yol vergisi devlet bütçesinden maaş alan bütün memur ve hizmetlilere de uygulanacak olup genel meclislerce belirlenecek zamanlarda ve iki taksitte alınacaktır (3.Madde).
Ayrıca vergiyi toplamakla görevli muhtarlara belirli oranlar üstündeki tahsilâtından dolayı genel meclislerce tayin olunan miktarda aidat verilecektir (5.Madde).
Nakit olarak yol vergisini ödemeye mali güçleri bulunmayanların yükümlülükleri köy ve kasabalarına mesafesi üç saati geçmeyen yerlerde il yolları ve mahalli yol inşaatlarında çalışmak üzere bedeni yükümlülüğe çevrilecektir (6.Madde).
Vergi uygulamaya konulduktan sonra Meclis’teki eleştirilerin haklılığı kısa sürede kendini göstermiştir" (1923)
Aşağıdaki iki ayrı kareden oluşan fotoğraflar o dönemin çalışma şartlarını göstermektedir.
Çok zor bir savaştan çıkan genç, cumhuriyet karayollarında 5 çocuk sahibi aileyi çalışmaya zorunlu hale getirirken; 6 çocuk sahibi olan kişiyi de bu mecburi hizmetten muaf tutmuştur.
Yapılmak istenilen nüfusu arttırma politikasıdır.
Karayollarının internet sayfasını incelemenizi öneririrm.
Bedeni Yol Mükellefiyeti / Karayolları Genel Müdürlüğü "Dün - Bugün- Yarın" Bkz:
Bu sayfadan edindiğim bilgilere göre:
110 yıl evvel, 1907 yılında hayvan ile çekilen taşıtla;
Ankara-İstanbul arası 79,
Ankara-Samsun arası 96,
Diyarbakır–İskenderun arası 102 saatte aşılırken,
42 sene sonra 1949 yılında otobüs ile:
Ankara’dan İstanbul’a 18 saatte,
Ankara’dan Samsun’a 20 saatte,
Ankara’dan Zonguldak’a 14 saatte ulaşma imkanı sağlanabiliyordu
Şimdilerde (2017) express otobüsler ile:
Ankara, İstanbul arası 5 saate,
Binek arabaları ile aynı yol 3 saate düşmüştür.
Ankara -İstanbul arası ise uçakla 35 dakikadır.
Ayrıca bu sürecin "ekonomik uçuş şartlarında" gerçekleştirildiğini biliyoruz. (Uçuş süresi daha da kısa olabilirmiş.)
Özde :Geçmişe ait elimizde yeterince bilgi var ise, mukayese yapma şansımız da var demektir.
Bertrand Russell bu çalışmayı "Gözlem ve gözleme dayalı akıl yürütme yoluyla dünyaya ilişkin olguları birbirine bağlayan yasaları bulma çabası" olarak tanımlar.
Meselâ:
Özde karayollarındaki gelişme hızı ile, Milli Parklar ve Av Yaban Hayatı Genel Müdürlüğü'nü mukayese edebiliriz.
Ne alâkası var dediğinizi duyar gibiyim.
Bence var. İkisinin de çalışma alanı doğanın içinde.
Bu önemli bir benzerlik.
Her ikisi de doğanın zor şartlarını yenmek zorunda.
Her ikisi de hayatın olmazsa olmazları ile uğraşıyor.
Daha ne olsun?
Kara yollarındaki iyileşme sürecini 67 yıl öncesi ile mukayese edersek, Ankara-İstanbul arası otobüs ile 18 saatten 6 saate düştüğüne göre:
Süreç içinde % 300 bir iyileşme sağlandığını iddia edebiliriz.
Şimdi elimizde Milli Parklar ve Av Yaban Hayatı Genel Müdürlüğü'nün 67 sene öncesine ait bir veri olmalı ki -mümkün ise önce kurum içinde olmak kaydı ile- onu da mercek altına alabilelim.
Gelin görün ki Milli Parklar ve Av Yaban Hayatı Genel Müdürlüğü'nün benzeri ölçümlerle irdelemenin pek de kolay bir yolu yoktur.
Çünkü bırakın başarı için geçmişe dönük veri arama işini, yakın geçmişinde "kurumda kimler genel müdürlük yaptı" diye sorsanız...
Size cevap verecek sınırlı bir kaç kişiyi bulmanız bile başlı başına bir iştir. 1- Bkz:
Özdemir Asaf'ın "İnsanın büyüdükçe mi artıyor dertleri? Yoksa insan büyüdükçe mi anlıyor gerçekleri sözü aklıma geliyor.
Neden, neden, diye sorguladığımda Mümin Sekman teşhisi koyuyor.
Okumaktan çok seyre,
Düşünceden çok görüntüye,
Kafa yormadan çok 'Yorma kafanı' telkinine açık bir toplumuz da ondan dediğini duyar gibi oluyorum.
Suç duyurusunda bulunursunuz! Onu bile görmezden gelirler. 2- Bkz:
Bu kurumun yayınladığı istatistik bilgileri -zaman zaman da olsa- kapsayan bir yayını (periyodik) yoktur.
Vardır.
-!..
Siz okurken şaşırıyorsunuz ama her iki cümle de kendi başına doğru.
Birinci cümle doğru. Var mı var. (4 satır sonra var olduğunu görebilirsiniz.)
İkinci cümlenin ispatı da aşağı. Bir dönem TRT'nin televizyon yayınları için sıkça söylenen bir cümle vardı.
"Görüntü var ses yok" şeklinde. Tıpkı onun gibi.
Av dergisi var ama içinde avcılık ile ilgili dişe dokunur bir şey yok. Bkz:
Not: Sn. Hüsrev Özkara'nın geçen sene bu dergilerden bana vermişti. Dergilerim Çamlıdere'de. Bu fotoğrafları internet sitesinden sağladım. İçlerinde avcılık ile ilgili, bir yazı olabilir.
Bu onu avcılıkla ilgili olduğu anlamına gelmez. Arap alfabesi ile yazılı dergi de, yanılmıyorsam eldeki en eski sayı.
Av dergisi var mı? Var
Avcılıkla ilgili yaz var mı? Yok.
Not: "Orman ve Av "diye dergi yayılıyorsun, kapakta kayak yapan insanlar var! Oldu mu şimdi?
Ne demek istediğimi anlatabildim sanırım.
Derginin yayın hayatına atıldığı tarih1928.
1928-1937 arası sürekli yayınlanmış Daha sonra uzunca bir süre ortalıkta yok.
2007 yılında tekrar yayında, ta ki 2017 yılına kadar da gelmiş ve halen de yayınlanıyor.
Fiyatı! 2.50 Krş
Derginin muhteviyatında avcılıkla ilgli sınırlı sayıda yazı var. İçerik açısından sizi düşünmeye zorlayacak bir konu başlığıise hemen hemen yok gibi.
Var sayın ki 3-5 güçlü kalem bu eksikliği gidermiş olsun.
Dergi ayakta kalabilir mi?
-!..
Zararı sineye çekerseniz tabii ki kalır.
Bu da problem değil. Duymuşsunuzdur. "Eşeğin büyüğü ahırda" diye bir söz vardır. Anlamı da "daha büyük problem geride" demektir.
Durum aynen bu ve bana göre çok da üzücü.
Onlarca emekli, bu dernekte hemen hemen her gün ya "al kızı ver papazı" diye masaya kağıt vuruyor, olmadı tavla veya konken ile vakit öldürüyor.
Hiç kimse bana göre vahim hatayı görmüyor! Ben yanlış bir tespit yaptım! Var sayın ki görüyor diyelim ve ekleyelim.
Görüyor da ne yapıyor?
Ormancıların tek dergisinde "orman ve avcılık ilişkisinin önemini görmüyor ki" bu kötü gidişe "dur" diyebilsin.
Gel de Rahmetli Prof. Dr. Uçkun Geray'ı anma...
Çok erken ayrıldı aramızdan. Asla hak etmedi kendisine yapılanları.
-!..
Orman Fakülteleri'ndeki avcılıkla ilgili müfredatı görmek isterdim doğrusu (varsa tabi)
Veya halâ hocalar "orman ağaç ve ağaçcıklardan oluşur" diye ders mi anlatıyorlar!..
-!..
İşin acı yönü orman mühendisleri atıl durumdaki bu muhteşem kaynağın farkında bile değiller.
İşsizlk almış başını gidiyor, orman köylüsü perişan durumda...
Elinin altında müthiş bir zenginlik var... Örneğin Yenice Ormanları gibi...
Sen ne yapıyorsun?
Ver kızı al papazı!..
-!..
Bakmakla görmek ne kadar farklı iki kavram!
Siz ne düşünüyorsunuz?
Hayatı boyunca bir tek kitap okumayan, kitap şöyle dursun, ilgi alanı avcılık olmasına rağmen o dönem içinde yayınlanan av dergilerinden bile bihaber büyük bir topluluk geçmişte vardı…
Şimdi var. Görünen o ki daha uzunca bir süre de var olacak.
Somut örnek sunmak isterim.
Bu kitabı kim okudu?
Kitabın 1. baskısı 2008 yılında yapılmış.
250 sayfalık eser YKB yayınları içinde. Birinci sınıf bir baskı.
Özgün anılar ve bilgiler ihtiva eden kitabın satış fiyatı 16.00 TL
Sn. Derin Türkömer'in av dünyasına bir armağanı.
Baskı sayısını bilemedim. Olmaz ama, var sayalım ki 10.000 adet olsun.
Sene olmuş 2017. Yayınlandığı tarihten bu yana üzerinden 9 sene geçmiş.
Halâ raflarda satılmayı beklediğine göre -stokta kalanı bilemediğim için- var sayın ki senede 1000 adet de satılmış olsun.
Bu ülkede kaç avcı var?
Yeri geldiğinde gerine gerine 2.000.000 demek kolay!
2.000.000 kişi senede sadece bir kitap okusa!
!..
Saygıdeğer okuyucular,
İçinizden de olsa “ülkemizde işler neden iyiye gitmez” diye düşündüğünüzü en azından hissedebiliyorum.
Aşağıda aktaracağım bazı bilgiler, dilerim ki sizin için ”ipucu” niteliğinde olur.
Şimdi size bir kitaptan bahsedeceğim.
Kitabın yazarı Corci Zeydan. Kitabının adı da
“İstanbul’a Seyahat”
(ASİTANE 1909)
1909
Corci Zeydan Bkz:
"âsitâne" kelimesi, eşik-kapı veya saray- başkent anlamında kullanılıyor.
Not: Büyük A harfinin inceltme işareti olmadığı için yukarıda o şekli ile kullandım.
Corci Zeydan veya Girgi Zaidan Lübnan'lı (1861-1914) roman yazarı ve tarihçi.
Yazar, Arap edebiyatının roman kulvarında önemli bir yere sahip. Geride bıraktığı eserler genç kuşaklara yol gösterici olmuş. .
Gazetecilik de yapan Zeydan, el-Hilâl gazetesinin kurucusu. Corci Zeydan, Bu kitabında 1909’un İstanbul’unu anlatıyor.
Kitap fuarında gözüme çarpan kitapta ağırlıklı olarak sosyolojik veriler dikkatimi çekti.
Bir kaç örnek vereceğim.
Kitabın 110. Sayfasında : İstanbul' da Türkler başlığı altında şöyle demektedir.
" Her Türkün küçüklükten beri gelecekteki emeli hükümet görevinde çalışmaktır.
Türklerden sanat ve ticaretle meşgul olanı pek azdır.
(...)
Türk çocuğu bir ticari iş yerinde, iyi bir maaşla çalışmaktansa maaşsız (!) olarak divanda katiplik (!) yapacak görevliler arasında yer almayı tercih eder.
(Hamili kart yakinimdir! Bu tanımlamayı duymayan biri var mı?)
Neden acaba!
Sayfa 117: Abbasiler dönemini kast ederek Türkler için : Savaş meydanındaki kararlıkları çok yüksektir, ama ilim meselelerine ise özelikle felsefe ve doğa (!) ilimlerine az ilgi göstermeleridir.
Türklerden pek az kişi ilimle ilgilenmiş onlar bu özelikleri ile meşhur olmuşlardır.
Kitap demografik yapıyla ilgili bir çalışma yapmış. Dönemin parlementosunu oluşturan milletvekillerini ırklarını ve inançların belirten bir tablo aşağıdaki gibi gösterilmiş.
Üyeler |
Adedi |
Açıklamalar |
Türk |
119 |
Hepsi Müslümandır |
Arap |
72 |
Bir Hıristiyan diğerleri Müslüman |
Yunan |
23 |
Hepsi Katolik Hıristiyan |
Arnavut |
15 |
Hepsi Müslümandır |
Ermeni |
10 |
Hepsi Gregoryen Hıristiyan |
Kürt |
8 |
Hepsi Müslümandır |
İspanyol |
4 |
Hepsi Yahudi |
Bulgar |
4 |
Hepsi Ortodoks Hıristiyan |
Sırp |
3 |
Hepsi Ortodoks Hıristiyan |
Eflak |
2 |
Hepsi Ortodoks Hıristiyan |
Toplam |
260 |
Kitabın kaleme alındığı tarih 1909
O tarihte biz anayasa yapmak için biribirimizle savaşıyoruz.
Sene 2017 biz yine anayasa yapmak için biribirimizle itişip duruyoruz.
Neden?
Tek bir nedeni yok.
Bu sosyal olguyu tam anlamı ile kavrayabilmek için -yazımın başınnda sizlere sunduğum örnekteki gibi ölçülebilir değerlere bakmak lazım.
Bakalım mı?
Gelişmiş ülkelerin değerlendirilmesinde kullanılan parametreler esas alındığında ülke sıralamalarında kendisine ancak alt sıralarda yer bulan bir demografik yapımız var.
Not: BM İnsani Gelişme Raporunda ifade edilen gelişme seviyesinin yüksekliği, yaşanabilirliği gösteriyor. Bu listeye göre Norveç’e de dünyanın en yaşanabilir ülkesi demek yanlış olmaz.
2015 yılı raporu 2014 yılı sıralamasını yansıtır ve 2015 sıralamasını veren 2016 yılı raporu Birleşmiş Milletler tarafından henüz yayınlanmamıştır.
Türkiye 0,761 puanla dünyada 188 ülke içinde 72. sırada.
Bu tablo içinizi yeterince acıtıyor mu?
-!..
Biraz daha sabır rica ediyorum.
Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) "Yetişkin Becerileri" raporunda 35 ülkede yaşları 16 ila 65 arasında değişen 215 .000 yetişkinin okuma, matematik, ve teknoloji kullanarak problem çözme becerileri incelendi
Türkiye üç alanda da OECD ortalamasının altında kalarak Şili, Endonezya, ile en başarısız performansa sahip ülkeler arasında yer aldı.
BURAYA ÖZELLİKLE DİKKAT!
Türkiye'de anket çalışması 1 Nisan 2014 ve 31 Mart 2015 tarihleri arasında 16-65 yaş arası 5.277 yetişkinle gerçekleşti.
Yapılan anketlerde okuma becerilerini ölçmek için adayların okudukları metni ne oranda anladıkları ve buradan çıkartılan sorulara nasıl cevap verdiklerine bakıldı.
Türkiye 500 üzerinden aldığı 227 puanla 35 ülke arasında en kötü üçüncü dereceyi elde etti.
Netice:
Okuduğumuzu da anlamıyoruz.
Sözün bittiği yer burası olmalı.
(Hürriyet Gazetesi 16 Şubat 2017 Perşembe / Özel ek 1. Sayfa)
Bu durum size göre de yeterince hüzün verici değil
Sonuç ve Çözüm yolları:
Yabanhayatının idaresi için Türkiye, kendi modelini yaratmak zorundadır.
Mutlak başarı için olmazsa olmazın bu olduğunu düşünüyorum.
Evrensel doğrular esas kabul edilecek
Doğrular asla esnetilmeyecek ve yeni düzenin temel taşları evrensel doğrular olacak.
Ceza hukukunun ilgili bölümleri yeniden tanzim edilecek.
Konuşacağız, tartışacağız, yeri gelince münakaşa da edeceğiz. Ama asla kavga etmeyeceğiz..
Süreç sonunda yeni bir yasa ile "Milli Parklar ve Av Yabanhayatı İdaresi Genel Müdürlüğü yeni baştan kurulacak.
Bana kalsa bu kurumu doğrudan Başbakan'a bağlarım. Kuruma başkan olarak da bir müsteşar atarım.
İddia ediyorum bu genel müdürlük ülkede kendisinden en çok bahsedilen kurum olur. Çok büyük bir ekonomik zenginlik yaratabilir.
Yeni dünyaya açılan aydınlık bir pencere olması ise kaçınılmaz sonuçtur.
Neden buna ihtiyacımız var?
-!..
Ülkemizde çok büyük sayıda eli silahlı bir insan topluluğu var.
Silah alma işini zora sokarsanız o topluluk derhal yan yollara kaçıyor: Çünkü var olan yasalar buna çok müsait.
Kolaylaştırırsanız silahlı saldırından tutun da cinayete kadar tüm yolları kan gölüne dönüşüyor.
Silaha sınır getirmenin yolunun "yasak"tan geçmediği zannedersem anlaşılmıştır diye düşünüyorum
Tek çare taşıma kapasitesi ve zorunlu eğitimdir.
Avcılıkla ilgili örneklerin sadece işine gelen kısmını alan, işi yabanhayatı olmasına rağmen masa başında oturmayı alışkanlık haline getirmiş orman mühendisleri,
Sözde aydınlar,
Ömrünü o ülke bu ülke diye dolaşarak çok büyük paralar karşılığı avcılık yaparak bu ülkeye tahnitten başka hiç bir şey getirmeyen, şan ve şöhret düşkünü avcılar,( Çok sınırlı bir kaç avcıdan şimdiden özür dilerim. Kastım sizler değilsiniz)
Yabanhayatına olan aşkını, tutkusunu inancını bu ülkenin geleceğini düşünmek yerine, her fırsatta kesesinin önceliklerini düşünen avcı müsveddeleri,
Ve
Yabanhayatına yön veren idare ne denli suçlu ise, başta avcılar olmak üzere, silah sanayicileri de en az onlar kadar suçludur.
Bu düzenlemeler yapılmaz ise er veya geç o işletmeler kapanmaya mahkumdur.
Bir an için tüm furbol sahalarının kapandığını düşünün, top üretenler kime ne satacak?
Tanrısal akla ihtiyacımız var.
Başarı için üç aşamalı meydan muharebesi yapmak gerekir.
Birinci etap : Kişinin kendisi ile yaptığı iç savaştır.
İkinci Aşamada: Diğer başarılı insanlarla yarışılır.
Üçüncü etapta ise rakip doğadır. ( Başarı Bilgesi / Mümin Sekman - Alfa yayınevi)
“Hayat ancak geriye doğru bakarak anlaşılabilir ama ileriye doğru yaşanmak zorundadır.
Kierkegaard
Mehmet Emin BORA
03.03.2017 /Ankara