Bir Tespit, Bir Anı, Bir de Kanı!


 

Binlerce kere saygı ile anıyorum,,,

Hemen hemen her sabah yeni bir güne ağlayarak başlıyorum. 

Televizyonu açarken içimi bir korku basıyor... "Bugün kaç canımız gitti" diye...

Evinde uyurken öldürülen polislerimiz...

Eşinin, çocuğunun yanında öldürülen askerimiz...

Haince tasarlanmış pusulara düşen gencecik insanlar...

(...)

.Çoluk çocuk, genç ihtiyar demeden insanları katleden çağ dışı yaratıklar...

 Onlarca cana bir anda kıyabilen, kanla beslenen caniler...

Sizler nasıl bir insansınız!

İnsan mısınız?

Bir cana kıymanın an meselesi, yaşatmanın ise ancak "canından can vererek" olabileceğini bile anlayamamışsınız...

Üstüne üstlük bunları İslam adına yapıyorsunuz! 

Defalarca yazdım. Kuran'da öldür kelimesi bir kere geçiyor  "Nefsini öldür"

-!...

Barış mitinginde ölen insanların fotoğraflarını gördüğüm zaman ölüp ölüp diriliyorum.

"Hepimizin başı sağ olsun" derken inanın ki utanıyorum.

Utanmazlar adına...  

(...)

"Yazı yazma" şevkimi kaybettim!

Ekran karşısına geçmeyeli, yazıdan uzak kalalı neredeyse iki ay olacak. 

"Fotoğrafın" da akıbeti benzer bir yolda...

Benzetmek gerekir ise; 

Kendimi susuz, ekmeksiz kalmış gibi hissediyorum ama bir kol  mesafesindeki nimetlere uzanmak içimden gelmiyor.

Neden? 

 Milim kıpardatamayacağını bile bile...Treni istediğin kadar ittir dur!

Bu fikre kapıldım.  

Bu formatı ben istemedim. Buna bana zorla yaşatıyorlar.

İşte o zaman insan kendisini sorgulamaya başlıyor.

"Ben  bu işi neden yapıyorum" diye.

Özde "yaşama sevincimi kaybettim" dersem daha doğru olacak.

"Farkındalığının" ayarı ince, "empati yeteneğin" güçlü, üstüne üstlük bir de "beklentin" yüksek ise... Bu ülkede işin zor demektir.

Fabrika ayarları!

Ben o fabrikanın ürünü değilim ki...

Charles Darwin: 

 "Hayatta kalan tür ne en güçlü, ne de en zeki olandır…

Hayatta kalan tür, değişime en iyi ayak uydurandır." diyor.

Hadi bakalım gel de bu değişime uyum sağla... 

-!..

Çaresizlik sendromu insanı yiyip bitiriyor. İşin özü bu.

(...)

Ne yapıyorum!  Nasıl yaşıyorum...

Dertleşmek istiyorum.  

7 ay içinde sadece bir gün -sağlık problemi-  için Ankara'ya gittim. Ertesi sabah da kaçarcasına geri döndüm.

Siz de bilirsiniz emekliye ayrılan insanların pek çoğu "köyüme gideceğim"" baba ocağına döneceğim" olmadı "küçük bir balıkçı kasabasına yerleşmek istiyorum" veya  benzeri pek çok hayalini gerçekleştirmek ister.

- Doğru mu? 

-El hak

Peki neden?

-!..

Hem bedenen hem de ruhsal açıdan bitkinliğinin yanı sıra  "finale yaklaştığının farkında olmak" dersem "hoş olmasa da doğru bir tespit yaptım" diye düşünüyorum.

Tölerans dip yaparken, öfke kabarmış, enerj ise tükenme noktasına yaklaşıyor... Sen de ister istemez "köyümü özledim" demek zorunda kalıyorsun.

Artık "oyuncu değil seyircisin" işin özü bu.

Ne dersiniz!

Siz tanımlayın. Yazın yayınlayayım. 

(...)

Önümüzdeki bir ayın sonunda yine minimum 500 GB fotoğrafla Ankara'ya döneceğimi ümit ediyorum.

Geçen 7 ay içinde büyük ölçüde gözlem yaptığımı söyleyebilirim. Çevremde gelişen her olaya "farklı bakış açısı ile bakma" becerimi geliştirmeye çalıştım.

Büyük ölçüde bir eksikliğimi fark ettim. Yeri gelince örnekleri ile anlatacağım.     

Bu sene 24 saati kapsayan bir fotoğraf çalışması yaptım. Yakın arkadaşlarımla Gerede / Dörtdivan'a kara akbaba fotoğraflamak için gittik.

Bu günü ayrı bir yazı konusu yapmak istiyorum. Önemli tespitlerim var.

Kedi sayısı 30'un üstünde... 2015'in ilk aylarına  5 tane  kedim öldü... Üç tanesini köpek boğdu. Sabah ölülerini evimin civarında buldum.

Diğer iki tanesi ise hastalıktan kaybettim. Çaresizliğin ne demek olduğunu bu acı örneklerle yüreğimin derinliklerinde hissettim.

Yeni doğan üç yavrunun hem annesi, hem babası, hem de oyun arkadaşı oldum. 63 senedir kedilerin dünyasına hiç bu kadar derinlemesine girmemiştim.

Tatmadığım duygularla yüzleştim.

Ne çok şeyi kaçırmışım! 

(...)

Kelebekleri de mercek altına aldım. Bu fotoğraf çekmekten farklı bir şey.

9 senedir çoğunlukla aynı alanları gezdiğim için: Neden varlar? veya Neden yoklar? sorusuna cevap aramaya başladım.

Tespitlerim var, bunları da yeri geldiğinde paylaşacağım.  

(...)

Güncele dönmek istiyorum.

Bu sabah Levent Kırca'nın ölüm haberi ile uyandım.

İnsanımızın gerçeklerle yüzleşmesini mizah yolu ile anlatmaya çalışan bu sıra dışı insanın yerinin yakın zamanda dolacağını zannetmiyorum.

Benzer nitelikte komedyen yok mu?

Elbette var. Ama pek çoğunda benzeri bir yürek yok.

Ağanın değirmenime su taşımak varken,  

Çok güzel hareketler yaparak yaşamak varken...

(...)

Rahmetli Levent Kırca ölmeden bir kaç gün evvel bir mektup bırakmış.

Vedanın bu kadar anlamlı, kelimelerin bir dizi inci misali yanyana gelişini uzun zamandır duymamıştım.  

Son sözü:  

“1974’te TRT ile girdim hayatınıza. O günden bu yana bayağı bir zamanınızı aldım. 41 yıl... Teşekkür ederim size, anılarınızda bana yer açtığınız için”
 ‘Güzellikler paylaştıkça değerlenir, kötüler çoğaldıkça kanıksanır’ diye devam eden Kırca, “İnsan olarak birbirimizi sahiplenmek, birleşebilmek için uzaylıların dünyayı istila etmesi mi gerekir?” diyerek kavganın bitmesi dileğini paylaştı. 
Kırca mektubunu, “Dik durun.. Adil olun, sabırlı olun. Daha iyi bir dünyada görüşmek ümidiyle. Atatürk’le kalın, cumhuriyetle kalın, hoşça kalın!! oldu 
 
Ruhu şad olsun. Bir yarımızı kaybettik.
 
Bir yazarın kalemini elinden almak, sanatçının sahneye çıkmasını önlemek, kemancının kolunu, piyanistin elini kesmek gibi bir şey.
 
Hepimiz biliyoruz. Sanatçılar sahnede yaşar alkışla beslenir. Onu seyircisinden dinleyicisinden ayırmak "toprağa su vermemekle eşdeğerdir".
 
Levent Kırca'ya ekranları yasaklamak sureti ile  onun yaşam hakkı elinden alındı.
 
Sadece bu mu!
 
Devlet sanatçısı ödülün de elinden aldılar. Yazın bir kenara iade edilecek! Hem de büyük bir törenle.
İnternet ortamında araştırma yaparken bir yazıya ulaştım. Ben çok önemsedim. Yavaş yavaş sindire sindire okuyalım. Belleğimizde yer etsin. Etsin ki yaşanaları daha iyi anlayabilelim.
 
 (Onur  Öztarhan) :  Bkz:
Bu yazıyı okuduktan sonra sizden -haddim olmasa da- bir de görsel izlemenizi rica edeceğim.  

Yaşayan Bellek

Yaşayan bellek Doç. DR. Ratip Kazancıgil: Bkz:

 

(Bu görsel 3 sene evvel çekilmiş. Doç. Dr.Ratip Kazancıgil şu anda 95 yaşında ve Edirne'de yaşıyor.  Yazıyı okuyup görseli de seyrettiyseniz yaşanan olumsuzlukların nedenini artık daha kolay tespit edersiniz diye düşünüyorum.)

Cumhuriyete kin duyanlar bence yerden göğe kadar haklı. Onlar Atatürkün tırnağı kadar olmadıklarını çok iyi biliyorlar.

Peki çözüm nedir?

Bana göre bu tespiti Prof. Dr.Celal Şengör 2015 yılında yayınlanan "Aptalı Tanımak" adlı kitabı 13'üncü,119'uncu ve 121'inci sayfasında nedenleri ile açıklıyor.

Birincisi "Din Temellli Eğitim Türkiye' Karşısında Bulunduğu En Büyük Tehlikledir"

İkincisi:"Elitist Eğitim Şart"

Üçüncüsü ise: Dünya'nın Belki de En Önemli Sorunu: Elitizm Düşmanlığı" başlıklı yazılarıdır.

Sorgulamalı eğitime geçmedikçe yanlış seçeneği işaretleyip doğru sonucu bekleyeceğiz.

Bunu eğitimcilerin hepsi biliyor. Siyasetçilerin işine gelmediği için hazırlanan dosyalar sümen altı ediliyor. 

Edindiğim bilgilerde bu netice çıkıyor.

Herkes soruyor... "Nereye gidiyoruz ? Bu işin sonu nereye varacak? diye.

Okuyun bu yazıları. Nereye varacağımızı  bilemezsek (!)  de "neden bu noktaya geldiğimizi anlarsınız."

2 Nisan 2015 Tarihinde Çamlıdere'ye geldim.1 Kasım'da Ankara'ya oy vermeye gideceğim.

Kuvvetle muhtemel aynı gün de Çamlıdere'ye  döneceğim. Dilerim ki şaibelerden uzak bir seçim olsun. Arzu ederim ki koalisyon zorunlu olur!

İçinde yaşadığımız günlerde "tek başına bir iktidar sarhoşluğu" hiç bir parti için hoş olmaz diye düşünüyorum.

Demokrasinin ne demek olduğunu bir kere daha sindire sindire yaşamalıyız.

Bu herkes için iyi olur. Çünkü "birlikteliğe ihtiyacımız doruk noktasında"....

 

İdealist kısa dönemi düşünmez.

Çıkarcı uzun dönemi önemsemez.

Gerçekçi ise kısa dönemde yapılan ve yapılmayanların uzun dönemi belirlediğine inanır.
 

SYDNEY J. HARRIS 

 

        18 Ekim 2015 /Çamlıdere

Not: Bu yazımda ilk defa hiç fotoğraf kullanmadım. Ölenlere Allah'tan rahmet yakınlarına da baş sağlığı diliyorum. Elimden gelen bu...
 

Bu yazı 4811 kez okundu...