Bayram


Sevdiklerinle geçen her gün bayramdır.

02 Nisan 2015 gün Çamlıdere'ye geldim. Yaklaşık olarak üç aydan fazla bir zamandır buradayım.

Bu zaman zarfında Ankara'ya zorunlu olarak 2 kere gittim bir gün kaldım.

Ankara benim için bitti..

Orta ikinci sınıfta geldiğim başkentte 57 senem geçmiş...

Doğru zamanda gelmişim, doğru zamanda ayrıldığımı düşünüyorum.

Ankara'da yaşayan yakın dostlarım ara ara telefon ederek bana burada ne yaptığımı soruyorlar.

Zor soru!

Ben de onlara aynı soruyu yönlendiriyorum.

- Siz orada ne yapıyorsunuz?

Hemen hemen aynı yaş grubunda olan arkadaşlarımın yaptığı açıklamalar kendilerini bile tatmin etmiyor. 

Uzatmaları oynayan insanlar daha realist olmanın yanı sıra daha rasyonel de düşünmeli.

Soru basit.

Nereye kadar?

Yalnızlık -eğer becerebilirseniz- müthiş bir diyalog (!) kurmanıza yardımcı oluyor. Çok sıkılırsanız masaya bir ayna koyma özgürlüğün tabii ki her zaman var..

Müthiş bir  "gözlem fırsatı" yakalıyor ve "hiçliği" anlıyorsunuz.

(...)

Bu arada bir kaç gözlemimi sizlerle paylaşmak isterim.

Dört yavrulu bir aileyi yaklaşık  olarak bir aydan biraz daha fazla bir zaman evimizin balkonunda misafir ettik.

Yumurtaları ilk defa gördüğümde heyecandan ne yapacağımı bilemedim. Aklıma geçen sene yaşadıklarım geldi. (2014)

Ürktüler, korktular,

Yumurtaları nasıl yaptılar bilemiyorum ama taşıdılar ve bir gecede gittiler. Çok üzülmüştüm.  

İnanın bana bu sefer çok ama çok  heyecanlandım!

 Kolay mı? Bana güvenmiş misafir olmuş... Geçen senenin öğretisini asla unutmam. Dolayısıyla ilk işim balkona giriş çıkışı yasaklamak oldu.

Ürkmesinler istedim.

Bir süre sonra yavrular şekillenmeye başladı. 

Anne ve baba günde en az  30 kere -veya çok daha  fazla da olabilir- yavrulara yiyecek taşıdı. 

Açık olan pencerenin karşısındaki çam ağacına konarak etrafı kolaçan etmeleri... 

Küçük sinekkapan (Ficedula parva)

Muzaffer bir eda ile o vakur duruşları, beni çok duygulandırmıştı... 

Küçük Sinekkapan Bkz:

Bu görüntüleri yakalamak zannedilenden daha zor oldu

Bir sabah... Gürültü üzerine balkonu kontrol ederken yuvadan aşağı bir yavru uçarak indi.

Kedi korkusu ile hızla etrafa bir göz attım...

O bu arada koltuğun kenarına çıktı.

21 Mayıs 2015 Saat 06: 02 / Dördüncü yavru yuvayı terk ediyor.

 

Ve uçtu...

Bir damla göz yaşı eşliğinde... 

O anda yüreğimde hissettiğim duyguları şimdi ifade etmekte zorlanıyorum. Bayram sevinci gibi dersek abartmış mı olurum?  

 

Kuş deyip geçmeyin. "Kuş beyinli" tanımı yanlış bir niteleme...

Yalnızlık, bu sene bunu da bana öğretti.... Bildiğim tek bir şey var.

Yeni bir şey öğrenilmeden yaşanan bir günün çok büyük bir kayıp olduğu...      

2014 sonu ile 2015 yılının Nisan ayı arasında 3 kedimi köpekler parçaladı.

Tariifsiz acılar yaşadım. Sabah yağan karın üzerinde cansız bedenini gördüğüm kediyi elime aldığımda vücudu hala sıcaktı ve ben bir kere daha öldüm.

Evlerinin önünde yatan köpeğe sahiplenen ama kuru ekmekten başka birşey vermeyen  insanları Allah'a havale ediyorum. Ne diyeyim ki!

(...)

Bu sene kadro çok zengin.

"Fotoğraf çekilecek" dediğim zaman herkes konunun öneminin idraki içinde derhal bir düzene giriyor.  

  Tek takılanlar çoğunlukta..

Çocuk Gelin

Elime doğan: Çörek ve Börek 

Bu kedilerimin öyküsü bir başka zamana kalsın.

Velhasılı kelam "tek başına yaşanan yalnızlık", "kalabalık içinde yaşanan yalnızlık"tan çok daha gerçekçi ve çok daha anlamlı diye düşünüyorum.

Son bir kaç yazımda saygıdeğer kardeşim Halit Yıldırım'dan aldığım yazı özetlerini sizlere sunmuştum.

Geçenlerde yeni bir kitap tanıtımı daha yapmış. Bana çok iginç geldi. Bir kısmını sizlerle paylaşacağım.

Bazıları için hayat, sadece yaşadığı sürece, bazıları içinse hayat bu sürecin bir anında vardır. Ama bu an aslında tahmin edilenden de uzundur. “Ben, yaşamın karşısında ölü olmaktansa, ölümün karşısında yaşamayı tercih ederim” diyen Giordano Bruno, ölümün bir son olmadığını biliyor ve ondan korkmuyordu. Engizisyon mahkemesi tarafından işkence edilerek ve yakılarak öldürülen büyük filozof, bu nedenle yapılan her türlü haksızlığı ve zulmü büyük bir vakarla karşılayarak, ölüm kararını okuyan hakimlere, “Sizler bu hükmü okurken, beni onu dinlerken titrediğimden çok daha fazla titriyorsunuz” demiştir.

Irvın YALOM bir önceki yapıtında ÖLÜM hakkındaki değerlendirmelerinde şöyle demekte:

Hayır, insan ölümcül hasta olduğu zaman,

Kişi yalnızdır ve yalnız ölür.

Arkadaşlar mezara kadar takip etme yapmacılığını gösterir,

Ama kişi mezara girmeden onların aklı başka yere çevrilmiştir.

Ve hayatta, yaşayan insanlara ve anladıkları şeylere dönmenin tadını çıkarırlar.

Ama dünya kötüdür. Eğer değiştirebilirsem diye yas tutmayacağım.

(...)

Olay şu: Fitness, havuz aerobiği, yoga gibi bir faaliyete doğru giderken zihnim birden diğer alternatiflere kayıyor. İçimden bir ses sürekli, 'Neden bu faaliyet? Neden başka bir faaliyet değil?' diye soruyor. Kararsızlık beni felç ediyor. Nihayetinde, bu faaliyetlerden hiçbirini yapmıyorum. Kendi düşünce akışıma bir göz attım. Hastam konuşurken aklıma Buridan’ın eşeği geldi (Buridan Uslamlaması). Bu eski felsefi paradoksta, aynı ölçüde güzel kokan iki balya samanın arasında kalan bir eşek, hangisini seçeceğine karar veremediği için açlıktan ölür! 

(...)

*Doktor Yalom, sizden bir görüşme rica ediyorum. İlhamını yitirmiş, artık yazamayan bir yazarla konuşmak isteyip istemeyeceğinizi sormak istedim. Paul Andrews

Paul'e yardımcı olmaya oldukça hevesliydim. On gün sonra Paul randevusuna geldiğinde görünüşü beni hayrete düşürdü. Nedense kıpır kıpır, biraz perişan, orta yaşlı bir yazar bekliyordum. Oysa karşımda yüzü kırış kırış olmuş ihtiyar bir adam duruyordu ve öylesine kamburdu ki yerdeki karoları yakından incelemeye çalışıyor gibiydi.

Odama yavaş adımlarla girerken nasıl olup da Russian Hill'in yokuşlarını aşıp ofisime varabildiğini merak ettim. Her adımında eklemlerinin çıtırtısını duyar gibi oluyordum. İyice eskimiş çantasını elinden aldım, koluna girdim ve koltuğa kadar ona eşlik ettim.

- "Sağ ol, sağ ol genç adam. Kaç yaşındasın sen?"

"Seksen," diye yanıtladım.

- "Ah ah, şimdi seksen olmak vardı!"

"Peki ya siz? Siz kaç yaşındasınız?"

- "Seksen dört, Evet, aynen öyle, seksen dört. Hiç inandırıcı gelmediğine eminim. Arkadaşlarım otuzlarımda gösterdiğimi söyler”

Sessizce bakıştığımız birkaç saniye boyunca aramızda bir tür ihtiyar yoldaşlığı olduğunu hissettim. Sanki sisli bir gecede, bir gemi güvertesinde sohbete dalan ve aynı mahallede büyüdüğünü· fark eden iki yolcu gibiydik.

* Bazı insanlar doğuştan dışa dönüktür, bazıları ise kendi halinde kalmaktan hoşlanır. Ben o yelpazenin kendi halinde kısmına daha yakınım demek ki. Yalnız olmayı seviyorum. İşte bu... Terapi diliyle ifade edersem, direnç sahneye çıkmıştı. Ben yine azmimi yitirmedim ama dik başlılık ettiğimin farkındaydım.

* “Nasıl ölüneceğine örnek teşkil etme” fikri, kişinin yaşamının anlamını son ana kadar yitirmemesini sağlıyor. Geçen yıllar içerisinde, bu anlayışı pek çok hastama aktarmıştım ama Hastamın güçlü dili (" ölüme öncülük etmek") etkisini iyice katlıyordu.

Nietzsche’nin de dedigi gibi, "Neden'i olan, Nasıl'a katlanır."

*Budistler, ölümü sol omzunuzda taşıyarak yaşamamızı önerirler; ben ise bazen her iki omzumda birden taşıdığımı ve hatta bedenimin içine sızdığını hissediyorum. Elbette, aslında başından beri oradaymış. Ölüm kaygısı asla tam anlamıyla yok olmaz, özellikle de benim gibi bilinçdışını dürtmeye devam edenler için geçerlidir bu. 

(...)

İşte ağırlıklı olarak ölüm kaygısı ve korkusunu son yapıtında irdeleyen Irvin D. YALOM’un ilk baskısı Mayıs 2015’de ülkemizde yayımlanan 207 sayfalık “GÜNÜBİRLİK HAYATLAR-Creatures of a Day and Other Tales of Psychotherapy” kitabını, bazı psikoterapi seanslarından öne çıkan düşüncelerinden 6 sayfa halinde derledim ve sizlerle paylaşıyorum. Halit Yıldırım. 

Saygıdeğer kardeşimin bu çok kıymetli çalışmasını Kaan Otçu Kardeşime ilettim . Çok kısa bir süre sonra -ki yazıyı sonuna kadar okumuş olmalı-  cevaben aşağıdaki serbest  vezinde kaleme aldığı kısa şiirini bana göndermiş. Kendisinin iznini almadım ama ben bu cevabı bekliyordum... 

Bazen düşünüp duruyorum

Niye dağlarda değilim

Sırt üstü uzandığımda bir taşa kayaya

Ciğerime dolan çiçek kokuları

Bir kelebeğin neşeli uçuşu

Karıncaların ayak sesleri birazdan

Kınalının ötüşü uzaktan

Toprağın ağacın rüzgarın kokusu

Berrak bir pınarın avucumdaki hissi

İstediğini yapabilmek hür olmak

Akılda kalan kokular sesler

Geriye ne kalacak bu yaşamdan

Bir kaç resim biraz nefes 

Belkide,,

İki söz , bir kaç cümle

Kaan Otçu / Bir odadan...

14 temmuz 2015

Yazıyı bu kadar hızlı özümseyen Kaan kardeşime yürekten teşekkür ederim. 

Bayram Sevinci 

Nefes almak bayramdır mesela; günün birinde soluksuz kalınca anlar insan...

Görmenin nasıl bir bayram olduğunu karanlık öğretir; sevmeninkini yalnızlık...

Sızlamayan her organ, hele de burun direği bayramdır.

Bayramdır, elden ayaktan düşmemek, zihinden önce bedeni kaybetmemek,

kurda kuşa yem olmayıp "Çok şükür bugünü de gördük" diyebilmek...

Sevdiklerinle geçen her gün bayramdır. Yoğun bakımda sancılı geceyi

ya da kangren olmuş bir ilişkiyi bitirmek de öyle...

En acıktığın anda dumanı tüten bir somunun köşesini bölmek,

korktuğunda güvendiğine sarılabilmek, dara düştüğünde dost kapısını çalabilmek bayramdır.

Bir sürpriz paketinden çıkan hediye, tatlı bir şekerlemede üstüne serilen battaniye,

saçlarını müşfik bir sevgiyle okşayan anne bayramdır.

"Ona güvenmiştim, yanılmamışım" sözü bayramdır. Hiç aldatmamış, aldanmamış olmak bayram...

Yeni eve asılan basma perdeler, alın teriyle kazanılmış ilk rızkın konduğu çerçeveler,

yüklü bir borcun son taksiti ödenirken sıkılan eller bayramdır.

Evde yalnızlığı noktalayan insan nefesi,akşam kapıda karşılayan yavuklu busesi,

sevdalı bir elin tende gezmesi, nice adağın ardından çınlayan çocuk sesi bayramdır.

Alnı açık yaşlanmak bayramdır; ulu bir çınar gibi ayakta ölebilmek bayram...

                                                                                                                                                                                                                                                                                                          Can Yücel     

Eğer biri hatalı olduğumu ispat eder, bir sözümün veya davranışımın yanlış olduğunu bana gösterirse memnuniyetle değişirim.

Ben hakikatin peşindeyim.

Hakikat kimseye zarar vermemiştir.

Asıl zararlı olan, insanın kendi yanılsamalarını ve cehaletini ısrarla sürdürmesidir"

                                                                                              Irvin D. YALOM

Sevdiklerinizle beraber nice bayramlara erişmeniz dileği ile sevgi ve saygılar sunarım

 

         19 Temmuz 2015 /Çamlıdere

 
 

 

 

 

.  

 

Bu yazı 3956 kez okundu...