İyi Kötü Çirkin (4)
Dizinin son bölümü olan bu yazımda sizlere Kızılcahamam Ziyaretçi Merkezi'ni tanıtmaya çalışacağım.
Bunun için sıkça kullanılan metotlardan biri, internet üzerinden yapılan araştırmalardır.
Özel bir bilgiye ihtiyacımız var ise doğru olan, ilgili kuruluşun internet sitesini tercih etmektir.Bkz:
Genel kanı bu yöndedir.
Gerçeğe ise ancak sorgulamak sureti ile erişilir.
Örneğin:
Ekrandan edindiğiniz bilgiler doğru mu!
-!..
Bahse konu site hangi aralıklarla güncellenmektedir?
Ve benzeri soruları siz de üretebilirsiniz...
Arz etmeye çalıştığım odur ki, sorgulamanın hiç kimseye bir zararı olmadığı gibi: bize doğrulara ulaşmamız konusunda yardımcı olur.
Gelişmiş toplumlar sorar ve sorgular.
Bu gün günlerden 25 Haziran 2015. Saat 04:05. Gün ağarmak üzere.
Çamlıdere'deki bilgisayarımın bulunduğu odaya iniyorum.
Bu yazı dizisi bitmeli... İki aya yakın bir zamandan bu yana dizinin son bölümünü toparlamaya çalışıyorum.
Yazılı belgeler, fotoğraflar, basından alınan alıntılar, benzetmeler, doğru referanslar, yazı dili.... Velhasılı kelam yoruldum dersem, beni anlayabilir misiniz!
Bu kaçıncı şafak vakti! İnanın ki bilmiyorum.
(...)
Öykümüze dönmek istiyorum.
Kızılcahamam Ziyaretçi ve Tanıtım Merkezi ile ilk ilintim yanlış hatırlamıyorsam 2003 yılında olmuştu.
O zaman Milli Parklar Genel Müdürü Hüsrev Özkara idi.
Bir gün beni telefonla arayarak: "Kızılcahamam Ziyaretçi Merkezi bitmek üzere, yapılan işleri kontrol etmek için bir heyet gönderiyorum. Siz de giderseniz memnun olurum. Çünkü siz farklı bir gözle bakıyorsunuz." dediğini anımsıyorum.
Görevlendirilen heyet 7-8 kişi kadar idi. Bir minibüse binerek beraberce Kızılcahamam'a gittik.
Şimdi bir ticarethaneye dönüştürülen eski binayı (a) dan (z) ye hep beraber alıcı gözü ile gezdik .
Arşivimde bulunan ve o zaman çektiğim pek çok fotoğraftan bir kısmını sizlerle paylaşmak istiyorum.
15 Ocak 2003
Pek çok olumsuz noktayı o zaman tespit etmişim. Son karede görüldüğü gibi , üst kattan aşağı inerken kafanızı kirişe çarpıyordunuz!
"Bu nasıl bir iş!" diye sorduğumda "Ne fark eder ki kafalarını eğerek geçerler"e benzer bir yanıt aldığımı anımsıyorum.
Bundan daha da vahimi merkez çok sayıda pencere ile donatılmıştı.
Halbuki müzelerin içine doğrudan doğruya giren güneş ışıklarının sakıncalı olduğunu biliyoruz.
Gerekçeli raporumu heyetten ayrı olarak Hüsrev Bey'e ilettim. Uzatmak istemiyorum.
Sonuç: Pencereler kapatıldı. Özensiz her noktaya da müdahale edildi.
Dönemin görevli mühendisi var olan bu durumdan nedense (!) pek mutsuz oldu.
İnanmayacaksınız ama çatı arasında bile bir şeyler sergilemek istiyordu! Zor durdurduk.
Özde, orman mühendisi bilgi alanı olmayan işlere soyunursa olacağı budur.
İşi ehline bırakmak, sorup soruşturmak daha akıllıca bir yöntemdir.
Kısaca anlatmaya çalıştığım eski merkezin öyküsü bundan ibaret. 2003 yılında bunları yaşamıştım.
O ziyaretçi merkezinin üst katı önce kafeteryaya çevrildi daha sonra alt katı da katarak tamamı kebapçı oldu.
Düşey geçiş de diyebilirsiniz.
Aradan tam tamına 12 yıl geçmiş. 2015'in ilk yarısı bitti. Geldik yenisine!
Eski bina hangi beklentileri karşılayamadı da bir yenisini yapıyoruz!
Bu sorunun cevabı benim belleğimde kendisine karşılık bulamadı. Bu gidişle de bulamayacak.
Gerekçeli bir cevabın olduğunu da zannetmiyorum.
Eleştiri ağırlıklı bu yazımın ayrıntılarına girmeden önce milli park ne anlama geliyor onu bir kere daha hatırlayalım.
Milli Park: Bilimsel ve estetik bakımından, milli ve milletlerarası ender bulunan tabii ve kültürel kaynak değerleri ile koruma, dinlenme ve turizm alanlarına sahip tabiat parçalarını ifade eder.
Yasada yazılı tanım yukarıdaki gibi.
Yaklaşık 2 yıl evvel olacak yeni bir ziyaretçi merkezi yapıldığına dair bir duyum aldım.
Aradan bir süre geçtikten sonra kaba inşaatı görmem için beni Kızılcahamam'a davet ettiler.
Yeni binayı ilgililer ile beraberce gezdik.
İlk izlenimimde geçmişte yaşanan yanlışların bir kere daha tekerrür ettiğini görmek, beni fazlası ile müteessir etti.
Yeni bina da pencerelerle donatılmıştı!
(Merak edenler olabilir! Çamlıdere'de oturuyorum. Kızılcahamam, evime seçtiğim güzergaha bağlı olarak 15 veya 25 km mesafede. Ayrıca her yolum düştüğünde milli parkı ziyaret de ediyorum.)
İlgililerle konuştuğumda önce geçmişte yaşanan sıkıntıları anlattım, daha sonra da "neden pencere yaptınız" diye sordum.
Aldığım cevap "Daha sonra kapatacağız" şeklindeydi.
Allah var kapattılar da...
-!
Artık şunu çok net anlıyorum. Geçmişte yaşanan yanlışlıklar -bir değil, bin değil, onbin kere de tekrar etse- toplumsal bellekte asla yeri yok!
O (!) sadece yaşadığı anın kısmen farkında. Ne dün ile ilintisi var, ne de yarın ile.
Okumuyor, sorgulamıyor.
Çoğunluğun yaşam felsefesi bu yönde
Diğer taraftan yaşanan o ki: makamlar devredilirken kazanılmış tecrübeler, özel bilgiler yeni gelene de aktarılmıyor.
Hoş yeni gelenin de herhangi bir talebi zaten yok!
Bu arada bilgi eksikliğinden dolayı ödenen yüklü ve mükerrer faturalar, hatayı yapana değil millete ödetiliyor. Diyebiliriz ki acemi nalbant misali, yürüyen süreci oluşturuyor.
Örneğin:
Göreve her yeni gelen kaptan (!) yeni bir rota çiziyor. Bir an için varsayalım ki rotanın mutlaka sabit kalması lazım!
(Bu tanımın "statükoyu muhafaza edelim" anlamında olmadığını söylemek isterim)
O da bu gemiye ilk defa kaptan olarak atanmış olsun..
Bizler biliyoruz ki kaptanın (!) devir aldığı geminin geçmişten intikal eden bir seyir defteri olması lazım!
Ama gel gör ki ortada defter mefter yok!
Dolayısıyla kaptan rotanın dışına çıkmaması gerektiğini bilmiyor.
Aslında kaptan denizi de bilmiyor!
Diyeceksiniz ki olur mu böyle bir şey. Bu gemi batar!
O acı gerçeğin farkında bile değil.
Kaptan mı? Kaptan.
- Batarsa batsın... Çorbada tuzu mu var!
Özde:
Cumhuriyetin o eli öpülesi kuşağının bıraktığı muhteşem mirası 92 senedir el birliği ile yok ediyoruz.
Genel olarak içinde bulunduğumuz zamanı bir düşünün...
İkinci Dünya Savaşı'nda yerle bir edilmiş Japonya ile, Almanya ile ülkemizi karşılaştırırken bizim bu savaşa girmediğimizi de unutmayın.
-!..
Eksik olan ne?
Neden?
-!..
Nedenini yazımın sonuna sakladım.
Kızılcahamam Ziyaretçi Merkezi. aşağıdaki fotoğraf karesinde arka planda görülen bina.
Binanın önündeki otopark işgal altında!
Yaklaşınca istiflenen nesnelerin mangal olduğunu anlıyorum.
Ormanın içine dağıtılacakmış! Tam isabet.
Ama Allah var tedbir de alınmış.
Alo 177!
Güler misin ağlar mısın, bilemedim doğrusu...
Sizi bilmem ama bana biraz küçük gibi geldi.
Piknik yapanlar gayet iyi bilir. İki uygun taş üzerine konulan bir tel ızgara veya küçük bir mangal, yeri gelir 10 kişiyi fazlası ile doyurur.
( Önemli bir hatırlatma: Taşları seçerken sakın ola ki dere yatağından taş almayın. İçlerinde su barındırabilir ve patlama riski taşır. )
Bu da doyurur. Mutlaka doyurur.
Bize sadece afiyet olsun demek düşer.
Hazırlıkların Kızılcahamam Ziyaretçi Merkezi'nin önünde olması ise tam bir kara mizah.
Sonuç:
Vatandaş işin doğrusunu yapıyor. Aşağıdaki kare rasyonel aklın bir sonucudur.
Ziyaretçi Merkezinin içi ise aşağıdaki fotoğrafta görüldüğü gibi.
İki basamakla sarı zemine inecek ve var olan 4-5 bilgisayarda kendi başına gezinti yapacaksınız.
Bu bilgisayarlara kısmen de olsa benim çektiğim fotoğrafları da yüklemişler. Kiminde adım var, pek çoğunda yok!
Sizce doğru bir uygulama mı?
Cevap vermek ister misiniz!
Ortada görülen üç boyutlu çalışmada Kızılcahamam Milli Parkı gösteriliyor. Önde görülen ekranlarda da milli parkın flora ve faunasına ait fotoğrafları görmeniz mümkün.
- Ya duvarlarda ne var!
- Tabii ki pencere var.
- E görünmüyor..
- Kapattılar demiştim!.
- Yerinde ne var?
Aşağıda görülen düzenlemeler...Ne demek lazım pek bilemedim. Olmadı görseller var diyelim.
Altta koyu mavi renkli görülen küçük bantta keklik yazıyor. Tatmin edici bir açıklama olmuş.
Bu hayvan (!) hayatı boyunca böyle bir poz vermez. Bu onun sonu olur. O kadar çok düşmanı var ki!
Ayrıca ziyaretçiler yaşam döngüsü hakkında nasıl bilgi alacak?
Trofe mermer zemine çok uymuş. Avcılık kulüplerinde bile bundan çok daha iyileri var.
Peki internet ne için var? Neden bir araştırma yapmadınız?
Binanın birinci katındaki dış cephe böyle süslenmiş. Lalelerin zeminindeki otları pek beğendim. Çok doğal olmuş.
Alt katın pencereleri ise önceden belirttiğim gibi sadece süs...İçeriden kapatılmış.
-
Var olan bina lalelerin yetiştiği alana taş çatlasın 5-6 km.
İnsan azıcık da olsa merak eder değil mi? Lalelerin doğal hali acaba nasıldır diye...
Öyle değil mi?
Yapay zemin aslına ancak bu kadar benzetilebilir. Bu çalışmayı ayrıca takdir etmemek elde değil.
Merkezi ziyaret eden bir resim öğretmeni "Bu ne biçim iş! Tencereden dökülen bulgur pilavı taneleri gibi serpiştirmişler" diyerek gerçek tanıyı koymuş...
Ne desin!
Bu da gerçeği.
Açıklama var mı? Yok. Biz bu tablodan şimdi ne anlayacağız!
Kelebek sergilemek zor iş.
Zor tarafı teşhis!
Hangi sınıfa mensup, kim kimin alt türüdür, Latince adı nedir, Türkçe'de bir karşılığı var mıdır v.b sorular...
Çok saygı duyduğum bilim adamı Sn.Prof. Dr. Ali Demirsoy ile zaman zaman sohbet imkanı elde ettiğimde mutlaka kelebekler hakkında bilgi edinmeye çalışırım.
Bu tabloda sadece kelebekler yok, bir çok canlı türü var.
Hepsinin de sadece Latince adları yazılmış. Türkçeyi zar zor konuşan bir toplumuz!.
Latinceyi nasıl telaffuz edeceğiz!
Var say ki okuyabildik. Olmadı geveledik.
Bu tablo izleyiciye ne anlatacak? Tabloya bakarak "Bunlar bu civarlarda uçuşurlar" mı diyeceğiz!
Hadi biz hiç bir şey anlamıyoruz suç da bizim diyelim.
Kızılcaham'da vatandaşı bilgilendirecek bir uzman var mı?
Böcek bilimi -Entomoloji- 700.000 kadar canlı ile ilgileniyor.
Var olan tabloyu merkezde (!) anlatabilecek bir görevli var mı? Bkz:
Kelebekler böceklerin, pul kanatlıların veya kelebekler (Lepidoptera) takımının kanatlı fertlerine verilen genel ad. 150.000 kadar türü bilinmektedir. Bkz:
Laf ola torba dola mantığı ile düzenlemenin kime ne faydası olur!
Niyet iyi, yöntem yanlış.
Şimdi bir ilki göreceğiz.
?..
Yukarıda görülen düzenek sizce nedir?
-!
Yormayın kendinizi.
Rekorlar kitabına girmeye hazırlanan adayımız asansör!
-!
Yerden takriben 15 - 20 cm kadar yükselerek özürlü vatandaşımızı bir basamak üste taşıyor.
İyi de, bunda ne sakınca var diyebilirisiniz.
Anlalatayım.
Bir basamak yükselmek problemi çözmüyor ki!
-!..
Bilgisayar ekranları bir alt katta.
O alana da iniş yok.
Ayrıca sormak lazım tüm alan neden aynı düzlemde değil?
-!..
Önce engel yaratacaksın, sonra da çözüm arayışına gireceksin!..
İşte bunun için özel yetenek lazım.
Yanlış mı?
-!..
Var olan yükseltiyi aşmak için küçük bir rampa yeterli olabilirdi. Uygun bir mermer kestirsen! Yaptım ettim derken taş çatlasın 500.00 TL
Sorduğumda projeye sonradan eklenmiş.
75.000 TL harcandığı söyleniyor. Ne derece doğru bunu bilemem ama derde deva mı sorusunu kolayca yanıtlayabilirim.
Ben bitti zannederek ziyaretçi merkezini terk edeceğim sırada: "Üst katı görmediniz" dediler
Beraber görelim.
İçinde çalışma yapılmayan bir toplantı salonu,
Personeli olmayan çalışma masaları
Boş bir konferans salonu!
- Eksik var mı?
-Yok
- Duvar süslerine kadar düşünülmüş mü?
- Evet.
- Güzel mi?
- Güzel.
- Bugüne kadar ne işe yaradılar?
-!..
Şimdi dikkat:
Var olan yeni yapı merkezde çalışanların bile içine sinmeyen bir bina,
Damı akıyormuş,
Ziyaretçisi yok ki diyorlar,
Etkinliklerin merkezi değil,
Ürettiği herhangi bir değer yok.
Anlatılana göre Kızılcahamam okulları ile irtibat bile sağlanamamış.
Kızılcahamam Ziyaretçi Merkezi'nin başında Kızılcahamam'da oturan bir orman mühendisi yok!.
Gerekir ise Ankara'dan gelip gidiyor.
Taşıma suyla dönen değirmen misali...
Milli Parkın içinde her türlü yapılaşma var. Devam da edecek gibi görünüyor. Benim gördüğüm odur ki, bu pilav daha çok su götürür.
Daha da kötüsü tabii ki yangın riski.
Ne anladım ben bu işten!
Rahmet okumazsınız onu biliyorum da az sayıda da olsa "demişti" diyenler çıkar.
Sonuç : Bu merkezin maksimum ömrü 10 yıl... O kadar sürmez bile.
Yapılan yanlışlar keşke bununla sınırlı kalabilseydi.
Şimdi sizden 2014 yılında yazmış olduğum bir yazımı okumanızı rica edeceğim. Bkz:
Yazımın yayınlanma tarihi 18 Eylül 2014
Yaklaşık olarak 10 ay evvel yazmışım.
Aşağıdaki fotoğrafların bir kısmı 2014 yılında çekilmiştir.
2015 de çekilen fotoğraflarla mukayese eder misiniz?
2015
2014
2015
2014
Yakından bakalım!
Saygıdeğer okuyucular,
Geçen sene bu projeyi duyar duymaz karşı çıkmıştım. Hatta biraz gergin olarak "bu projeyi kim yaptı" diye sorduğumda: ilgili mühendis bir yandan gülerken elini göğsüne defalarca vurarak işe sahiplendiğini vurgulamış ve "ben" demişti.
Hatırladığım başka bir şey daha var. "Buranın tuvaleti ve suyu yok. Acil bir durumda insanlar bu ihtiyacını basıl giderecek" diye sorguladığımda ise eli ile, kolu ile çevredeki çalılıkları göstermişti.
"Tedbirsiz ormana giren d.....a, d....a taş ararmış" diye bir söz var. 21'inci yüzyılda bu öneri ilgili bakanlığa yakışıyor mu?
-!..
Bir anımı nakledeceğim.
1.Kıbrıs Harekatı başlamış (1966- 68 olabilir) Ankara'da bulunan 28. Tümen Mersin'e intikal etmek için yola çıkmıştı. O sırada askerliğini asteğmen rütbesi ile 28. Tümen'de yapan ağabeyim de giden askerler arasındaydı.
Askeri kamyonlarla intikal yapılıyordu. İnsanlar gözyaşları arasında yakınlarını uğurladı.
Aradan bir aya yakın bir zaman geçti. İş o günkü şartlar dahilinde tatlıya bağlandı. Birlikler de geri döndü.
Tabii ki herkes gibi bizde askerlik anılarını dinlemek için ağabeyimize kulak verdik.
Anlat bakalım ne oldu diye...
İntikalin 2 veya 3. günü Çamdüzü denilen bir alanda konaklamışlar. Binlerce asker o olanı terk ettikten sonra alanın adı değişmiş.
ve
Bokdüzü olmuş.
Anlayan anladı diye düşünüyorum
Peki iş neden bu hale geldi?
Ayrıntılarını bilemem. Müteahhit kaçmış. İşi yeniden ihale etmişler. O da gitmiş.
Statik hesaplar yanlış yapılmış!
İşin kaba maliyeti şimdilik 150.000..00 TL imiş.
V.s.v.s
Şimdi sorulması gereken soru şu.
Var sayın ki bu işin sorumlusunun emeklilik zamanı gelmiş olsun. O kişiyi muhatap alarak:
"Gel kardeşim senin emeklilik ikramiyeni hesapladık 90.000 TL tutuyor. (varsayım) Sen bu alacağından vazgeç...
Buna karşılık sana senin yarım bıraktığım 150.000 TL'lik "seyir terasını" verelim ve helalleşelim" deme şansımız olsaydı...
Sizce ne cevap verirdi?
-!..
Ben söyleyeyim
- Ben onu (!) istemem.
- Oraya kim gelir ki?
- Hem suyu yok hem de elektriği!
- Tuvaleti bile yok.
- Yolu desen bir alem. Ben orada ne yapacağım!
veya,
Benzeri çok daha fazla gerekçe gösterileceğini adım gibi biliyorum
O zaman da doğal olarak sorarlar: O halde bunu buraya niye yaptınız!!
2015
Şimdi sıkı durun. "Alt katta ne yapacaksınız?" diye sorduğumda ise:
"Toprakla dolduracağız" yanıtını aldım.
Yaklaşıma bakar mısınız!
Hazır muhafazalı bir alan! Rutubete karşı önlemini al duvarlarını güzelce ör ve:
Tuvalet yap,
Çay ocağı yap,
Dinlenme salonu yap,
Fotoğrafçılara konaklamak için kiraya ver.
Doğa turizmi adı ile günübirlik gezi düzenleyen firmalarla temasa geç. Onalara kirala...
Olan olmuş!
Yap da yap... Ama doldurma... İyiden öldürme...
Bilmem anlatabildim mi!
Geçmiş dönemde Kuş Gözlem Evi diye bir bina diktiler. Mühendisin inadı yüzünden harabeye döndü veya dönmek üzere. Yanlış mı söylüyorum?
Her neyse ... Ben devam edeyim.
Aşağıda görülen özel cam levhalar, şimdi ortada görülmeyen seyir terasının korkulukları olacaktı.
Demirler uçtu, camlar kaldı. Güvenlik tedbirleri ileri boyutta.
Allaha emanet.
Neresinden bakarsanız bakın yaklaşık olarak 125 parça temperlenmiş cam var.
Ağaca bağlamışlar!
İster 5.000 TL isterse 1.000 TL olsun... Sorulması gereken soru şu.
Bu camlar sizin eviniz için gelmiş olsa, dağın başında bu şekilde ortada bırakır mısınız?
-!..
Yazımın başında:
"Çorbada tuzu mu var" derken bunu kast etmiştim
Kızılcahamam Ziyaretçi Merkezi şu anda sınırlı gücünü (!) bilgisayarlarla yapılan gösteriden alıyor.
Elektronik aletlerle donatılan oyun salonları gibi...
Dahası da var...
İnternete sahip her insan burada gördüğünden çok daha fazlasını evinde görebilir.
Merkez daha ileri bir teknoloji geldiğinde iz bırakmadan kaybolmaya mahkum.
Sonuç: Kızılcaham Ziyaretçi Merkezi Kötü... Hem de çok kötü.
Şimdi sizlere yakın zamanda gazetelerde ve televizyonlarda yayınlanmış iki haber sunacağım
Yorumu sizler yapın. İlintiyi zaten kuracaksınız.
Başbakan yardımcısı Sn. Bülent Arınç veda konuşmasını yaparken mikrofonlara "Israf konusunda karnemiz kırıktır. Bu ülke vergi alınmadan da idare edilebilirmiş" dedi
Geç kalmış bir özeleştiri dersek yanlış mı söylemiş oluruz.
1 araca 4 yılda 904 bin TL kiralama bedeli ödenmiş. / Hacer Boyacıoğlu.
İlgili bakanlık bir açıklama yapmış.
"Kiralama işlemi yasalara uygun olarak yapılmıştır" dedikten sonra yasanın ilgili maddelerini seslendirmişler.
Hiç kimse yasaya aykırı demiyor ki!
Yasa, ma'şeri vicdana aykırı! (vicdan-ı amme) (kamu vicdanı)
Bu evrensel hukukun da kabul ettiği bir yaklaşım.
Dilerim ki konu açıklığa kavuşmuştur.
Saygıdeğer okuyucular,
100 yıl sonra yaşayacak avcı kardeşlerim,
Görüyorsunuz ki yaşanan yanlışlıkları belgeleri ile sunuyorum. Ama insanların bir kulağından giriyor, ötekinden çıkıyor.
Bu küçük örnek, benim sınırlı imkanlar dahilinde görebildiklerim.
Başbakan yardımcısı da şikayet ettiğine göre...
Kim bilir ısrafın gerçek boyutu ne?
(...)
Kızılcahamam için diyebilirim ki:
Boşa giden bu paralarla, keşke genç orman mühendisleri yurt dışına gönderilseydi..
Hiç bir iş yapmasın 2 sene orada kalsın... İnanın ki bundan çok daha faydalı olur diye düşünüyorum.
İşte size karanlığa doğru adım adım giden ülkemizden bir örnek.
GELECEK TEHLİKESİ:
Dünya Ekonomik Forumu yaş grupları arasında da bir sıralama yapıyor.
Türkiye 15 yaş altı grup karşılaştırmasında 61’inci,
15-24 yaş grubu karşılaştırmasında 50’inci,
25-54 yaş grubu karşılaştırmasında 77’nci,
55-64 yaş grubu karşılaştırmasında 78’inci
ve 60 ve üzeri yaş grubu karşılaştırmasında ise 70’inci sırada yer alıyor.
Yaş grupları arasında en iyisi 15-24 yaş arası, bunun nedeni ise bu yaş grubundaki eğitime katılımın yüksek olması.
Ancak 15 altı yaş grubunun da eğitime katılım oranı oldukça yüksek iken eğitim kalitesi nedeniyle sıralamada geriye düşmesi gelecekteki işgücünde sıkıntı yaratabilecek gibi duruyor. / Basından
(...)
Bilindiği üzere ara ara sizlere kitap tanıtırım.
Değerli Bilim adamı A.M. Celal Şengör'ün yeni yayınlanan "Aptalı Tanımak" adlı eserinin ancak 5. baskını elde edebildim.Bkz:
Çünkü Çamlıdere'de kitapçı yok. Gazete satışı hemen hemen yok denilecek kadar az.
Alanlar kim!
Yazlıkçılar.
(...)
Kitabın küçük bir paragrafını sizlerle paylaşmak isterim.
(...)
"Problem görmenin iki bileşeni vardır:
Eleştirel bir tavır sahibi olmak. Yani her duyduğundan, her gördüğünden kuşkulanmak.
Etrafımızda olup bitenler veya ilgilendiğimiz konular hakkında bilgi sahibi olmak.
İşte biz bu her iki konuda çuvalladığımız için, problem teşhisi yapamıyoruz. Tabii problemi göremeyince ortada yaratıcı çözüm bulmak için de neden kalmıyor.
Her şeyden önce "inanmaya" programlı bir toplumuz. Annemize babamıza inanırız, öğretmenimize inanırız, devlet büyüklerimize inanırız, din kitaplarına inanırız… inanırız da inanırız. Bu inançlarımızın bazıları çok derin ve köklüdür.
Mesela anneye inanmak, doğal seçmenin ortaya çıkardığı kalıtımsal bir özelliktir: Yavrunun hayatta kalmasını sağlar.
Babaya inanç, ta avcı olduğumuz kaba taş devrinden bize miras kalan bir özelliğimizdir. Onun da hayatta kalmamıza katkısı vardır.
Dine inanç, ilkel toplumların sosyal çimentolarından biridir. Çevresinde toplanılan bir düzen yaratır.
İnanmak rahatlık verir.
Ama aynı zamanda da rehavet verir.
Problemi olmadığına veya problemlerini kendi çözemeyeceğine inanan bir adamın rahatlığını bir düşününüz.
Hâlbuki her şeyin kuşkulu olduğunu düşünen bir insan rahat yüzü görmez. Gelgelelim araştırıcılar bu "rahatsız" insanlar arasından çıkar."
Not Kitabı bir solukta okuyacağınızdan hiç şüphem yok
Celal Şengör'ün yazmış olduğu kitaplar.
YAŞAMAYA DAİR
Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak.
Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel, en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak, yani ağır bastığından..
(1947)
II
Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,
yani, beyaz masadan,
bir daha kalkmamak ihtimali de var.
Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini,
biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına,
hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,
Yahut da yine sabırsızlıkla bekleyeceğiz
en son ajans haberlerini.
Diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için,
diyelim ki, cephedeyiz.
Orda daha ilk hücumda, daha o gün
yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.
Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,
fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz
belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.
Diyelim ki hapisteyiz,
yaşımız da elliye yakın,
daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.
Yine de dışarıyla beraber yaşayacağız,
insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla
yani, duvarın arkasındaki dışarıyla.
Yani, nasıl ve nerde olursak olalım
hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak..
Nazım Hikmet Ran - 1948
İlim bir hazinedir; anahtarı sormaktır.
Allah size rahmet etsin, sorun; çünkü sormakla dört kimse mükâfat alır:
Soran, cevap veren, dinleyen ve onları seven.
Hz. Muhammed
05 Temmuz 2015 /Çamlıdere