Fotoğraf Üzerine!
Kara Akbaba
2008/Temmuz
Önce bir konuya açıklık getirmek isterim.
Ben bir fotoğraf sanatçısı değilim.
Yeri geldikçe bu gerçeği seslendirmeye çalıştım.
Ben, pek çoğunuz gibi "fotoğrafın anlatım gücü"ne hayran biriyim.
1958 yılından bu yana da fotoğraf çekerim.
Fotoğrafın var olan gücünü yazılarımla harmanlayıp okuyucuya "daha iyiyi sunma gayreti" içindeyim.
Gelecek kuşaklara aktarmaya çalıştığım tespitlerimi, seçilmiş karelerle belgeliyorum, güçlendiriyorum.
Ben fotoğrafa böyle bakıyorum.
Benim açımdan işin özü bu.
Bu yazımda fotoğrafın anlatım gücünü ait bir kaç örnek vermek istiyorum.
Zaman zaman gazetelerde yayınlanan yabanhayatı ile ilgili fotoğrafları hepimiz görüyoruz.
İşte bir örnek.
Önce haber ile ilgili yazıyı okuyalım.
12 Mayıs 2008
Geyik ve sülünler doğaya salındı
Polonezköy'de doğaya geyik ve sülün bırakılmasına ilişkin düzenlenen törende konuşan Çevre ve Orman Bakanlığı Müsteşarı Hasan Zuhuri Sarıkaya, Polonezköy Tabiat Parkı'nın ikinci bir örneğinin Türkiye'de bulunmadığını belirterek, parkın bu bilinçle korunması gerektiğini söyledi. 81 vilayette tabiat parkı kurulması için planlama çalışmalarını yürüttüklerini ve 2008 yılı itibarıyla 10 ilde bu çalışmanın tamamlanmaya çalışıldığını ifade eden Sarıkaya, ''İstiyoruz ki tüm illerimizde gençler ve çocuklar böyle şanslı ortamlara sahip olsun'' dedi. Türkiye'nin orman kaynakları bakımından pek şanslı olmadığını, sadece yüzde 14 civarında verimli ormanlara sahip bulunduğunu belirten Sarıkaya, şunları söyledi:
''O bakımdan ormanları, tabiat alanlarını çok iyi koruyup kollamamız gerekiyor. Ormanlar, hayvanların yaşam alanları bakımından da çok önemli. Planlarımızı bunun için fonksiyonel çeşitlilikte yapıyoruz. Bize düşen, korunarak gelen bu zenginlikleri bizden sonrakilere aktarmaktır. Bizler, bu mevcut zenginliği korumak için çok yoğun çalışmalar yapıyoruz. Bugün doğaya bırakılan geyikler ve sülünler, besicilik anlamında doğal ortamda yetiştikten sonra kendi hallerine bu şekilde bırakılıyor.''
İstanbul İl Çevre ve Orman Müdürü Mehmet Emin Birpınar da Belgrad Ormanı'nda sayıları 200'ü bulan geyiklerden, yaşam alanlarının daralması nedeniyle 100 tanesini, Anadolu'daki ormanlara bırakılmak üzere gönderdiklerini ifade ederek, ''Bugün de bu ormana bıraktığımız 4 geyikle buradaki geyik sayısı 39'a çıktı. Ayrıca, yine bugün bıraktığımız 25 sülünle bu ormandaki sülün sayısı 500'ü buldu'' diye konuştu.
Birpınar, Polonezköy Tabiat Parkında geyik sayısının yakında 100'e ulaşacağını da bildirdi.
Merasime, Beykoz Kaymakamı Aydın Ergün, Beykoz Belediye Başkanı Muharrem Ergül ile öğrenci ve vatandaşlar katıldı.
Belgrad Ormanı’nda çoğalmaları nedeniyle yaşam alanları daralan 4 dişi kızıl geyikle çam ağacındaki zararlı böceklerden beslenen 20 sülün, dün törenle Polonezköy’deki Tabiat Parkı’na salındı. Tören öncesi “Geyik Üreme Merkezi”nin açılışı yapıldı. Daha sonra kapıları açılan kafeslerdeki geyikler dışarı çıkarak ormanın derinliklerine koştular.
Çevre ve Orman Bakanlığı Müsteşarı Prof. Dr. Zuhuri Sarıkaya, Doğa Koruma ile Milli Parklar Genel Müdürü Prof. Dr. M. Kemal Yalçınkılıç, Çevre ve Orman İl Müdürü Mehmet Emin Birpınar ile Beykoz Belediye Başkanı Muharrem Ergül sülünleri kafeslerinden alarak havaya fırlattı.
Kaynak: Milliyet.com.tr
Nasıl?
Haberi beğendiniz mi?
Bir de bu olayın üzerinden 10 gün geçtikten sonra yaşananlara bakalım.
-!..
Geyik üretim çiftliğinde köpek dehşeti!
Köpeklerin saldırısına uğrayan geyik yaklaşık 2 hafta önce düzenlenen törenle çiftliğe salınmıştı. Törene İstanbul İl Çevre ve Orman Müdürü Mehmet Emin Birpınar, Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürü Prof. Dr. Kemal Yalınkılıç, Beykoz Belediye Başkanı Muharrem Ergün'ün de katılmıştı (DHA)
İstanbul Beykoz'da bulunan Polonezköy'de etrafı tellerle çevrili 1500 hektarlık özel alanda oluşturulan Geyik ve Karaca Üretim Çiftliği'ne kamyonla bırakılan köpekler aç kalınca gebe bir geyiğe saldırdı. Aç köpeklerin saldırısı ile geyik ölürken, köpekler çevre sakinleri tarafından Polonezköy'deki köpek çiftliğine bırakıldı. Özenle baktıkları geyik çiftliğine yapılan bu saldırıya tepki gösteren semt sakinleri insanları duyarlı olmaya çağırdı.
İl Çevre Müdürü Mehmet Emin Birpınar da olayı yakından incelemek üzere çiftliğe geldi. Gördüklerinden çok etkilendiğini söyleyen Birpınar, yüreğinin parçaladığını, insanları ve kurumları yaşanan olaya karşı duyarlı olmaları gerektiğini söyledi. Birpınar, ortada çok ciddi bir sorun olduğunu belirterek, şöyle dedi:
"Maalesef bir takım kendini bilmezler ya da belediyeler özel olarak oluşturulmuş bu alana dışarıdan köpek atıyor, bunların bir kısmı da kırma kurt. Kurtlar yiyecek bir şey bulamayınca sürü halinde geyiklere saldırıyor. Burada 39 geyik vardı ama saldırı ile maalesef 1 geyik öldü. Bu geyik 1 ay sonra doğuracaktı. Yavrusu ile beraber öldü. Buna çok üzüldük, yüreğimiz parçalandı. Bu doğada olması gereken bir hayvan. Belediyemizden ve insanlarımızdan rica ediyoruz; ne olur buraya köpekleri getirmeyin. Bu geyik ve karacalar ormanların temizlenmesinde ve doğal hayatını devam ettirmede çok önemli."
Çiftlikte hedeflerinin 200 geyiğin yetiştirilmesi olduğunu bildiren İl Çevre Müdürü Mehmet Emin Birpınar, "Bunları koruyup kollamak sadece Çevre ve Orman Bakanlığı'nın değil hepimizin görevi. İstanbullular ve çocuklar için burası çok önemli. Çocukların geyikleri sadece ders kitapları ya da televizyondan değil canlı görmesini sağlamak için burayı oluşturduk. Halkımızı duyarlı olamaya çağırıyorum. Benzer olayı görenler bizleri, polis ya da jandarmayı arayarak ikaz etsinler" dedi.
Çiftliğin gönüllü bakıcılığını yapan Antoni Vilkoşevski ise duydukları köpek sesi üzerine geldikleri çiftlikte köpeklerin geyiği öldürdüğünü gördüklerini ve kendilerinin de köpekleri toplayıp köpek barınağına götürdüklerini söyledi.
Çiftliğin bulunduğu ormanda yürüyüş yaptıklarını ve geyikleri görmek için insanların semtlerine geldiklerini söyleyen semt sakinleri, insanların üzerlerine düşen görevi yapmalarını ve duyarlı davranıp geyik çiftliğine köpek bırakmamalarını istedi.
Nasıl?
Yaşanan olayın vahametini, hatta dehşetini yüreğinizde hissettiniz değil mi?
Yapılan yanlışlığın tam anlamı ile kavranabilmesi için yabanhayatı konusunda yeterince bilgi sahibi olmayanların mutlaka bilmesi gereken bazı bilgiler var.
Öncelikle "Tabiat Parkı", "Milli Park" ne demek? Bunu bilmemiz lazım.
Tabiat Parkı;
“Bitki örtüsü ve yabanhayatı özelliğine sahip, manzara bütünlüğü içinde 'halkın dinlenme ve eğlenmesine' uygun tabiat parçaları” şeklinde tarif edilirken, Milli Park;
“Bilimsel ve estetik bakımından, milli ve milletlerarası ender bulunan tabii ve kültürel kaynak değerleri ile koruma, dinlenme ve turizm alanlarına sahip tabiat parçaları” olarak tanımlanmıştır
Tanımlardan da anlaşılacağı üzere her iki alanın da tesis edilebilmesi için "olmazsa olmaz" kriterler mevcuttur.
Dolayısıyla "ben bir tabiat parkı kurmak istiyorum" cümlesi tek başına yeterli olmayabilir.
"Halkın dinlenme ve eğlenmesi" tanımı farklı yorumlamalara ve tartışmalara açık bir kavramdır.
Örneğin:
Aşağıdaki fotoğraf Kızılcahamam Soğuksu Milli Parkı'nda çekilmiştir.
Soğuksu Milli Park'ı
Yaz aylarında bu alanda yüzlerce mangal aynı anda yakılır. Izgara dumanından göz gözü göremez.
Bir o kadar ses cihazı kullanılır.
Ve...
Bunun adı sadece bizim ülkemizde Milli Parktır.
Var olan bu durum "Bilimsel ve estetik bakımından, milli ve milletlerarası ender bulunan" bir hal midir?
Çöple iç içe oturmak da bize özgüdür.
Belgrad Ormanları / Hafta sonu
Yiğit olan, bu davranışını Avrupa'da veya Amerika'daki milli parklarda sergiler...
-!..
Mangal yakmasın da yüksek sesle müzik dinlesin!
Anlatmak istediğim odur ki bir yanımız "Avrupalı olmak" isterken,
Diğer yanımız "Şark'a"ait bir özenti içinde "ortaya karışık " ve "az acılıdır."
Bu gel-gitler arasında sarkaç misali salınıp dururuz.
Yaşanan yanlışlıkların temelinde büyük bir çoğunlukla bilgi eksikliği ve popülizm sevdası yatar.
Görüldüğü üzere doğaya 4 geyik salmak için 400 kişiyi bir araya getirip objektifin karşısına geçenler, yapılan yanlışlığın farkında olmadıkları için bir hafta sonra olanlar karşısında savunma sadece il müdürüne düşmektedir.
Halbuki 2003 yılından bu yana benzer birçok yanlış yapılmış ama ne acıdır ki yeterince ders alınmadığı gözlemlenmektedir.
Örnek verelim.
Çamkoru Geyik üretme sahası 2007 yılında Çevre ve Orman Bakanı Sn. Prof. Dr. Veysel Eroğlu tarafından merasimle (!) kapatılmıştır.
Çünkü, kuruluşu bir hayli eski tarihli olan uygulama başarısız olmuştur.
Kapatıyoruz...
Saldık çayıra...
Tarih 2007.
Fotoğraflar da yukarıda.
Doğru mu?
Doğru.
Peki, Çevre ve Orman Bakanlığı Müsteşarı Prof. Dr. Zuhuri Sarıkaya, "Bugün doğaya bırakılan geyikler ve sülünler, besicilik anlamında doğal ortamda yetiştikten sonra kendi hallerine bu şekilde bırakılıyor." derken ne demek istedi?
Doğrusu ben pek anlayamadım!
"Besicilik anlamında doğal ortamda!"
-!..
Sn. Müsteşar'ın bu sözünden "besi yöntemi ile besliyoruz, doğal ortama salıyoruz" anlamı çıkar.
Halbuki yabanhayvanı, yabanıl ortamda doğar büyür ve ölür.
Başka bir şekli yoktur.
Vardır. (İspanyollar bu işi iyi becerir!)
Kasaplık olarak üretirsiniz ama inek gibi besleyip geyik gibi salamazsınız.
İnsana alışırlar. Yeme alışırlar. Yabanıl reflekslerini kaybederler.
Daha nasıl anlatabilirim ki?
İnsan bir soruşturur. Geçen yılı hatırlar!
Medyada görüneceğiz ya...
15 senedir bunu anlatıyoruz...
Pes doğrusu.
Devam edelim.
"İstanbul İl Çevre ve Orman Müdürü Mehmet Emin Birpınar "Ayrıca, yine bugün bıraktığımız 25 sülünle bu ormandaki sülün sayısı 500'ü buldu'' diye konuştu.
İnsanın sorası geliyor. "Bu sülünler her akşam sayılıyor mu? diye...
Bir yırtıcı 3-5 günde pek çoğunun işini bitirir.
"Laf ola torba dola" dedikleri işte bu.
Hatırlayın yazı şöyle bitiyordu...
"Çam ağacındaki zararlı böceklerden beslenen 20 sülün, dün törenle Polonezköy’deki Tabiat Parkı’na salındı. Tören öncesi “Geyik Üreme Merkezi”nin açılışı yapıldı. Daha sonra kapıları açılan kafeslerdeki geyikler dışarı çıkarak ormanın derinliklerine koştular."
Basına nasıl bir haber bildirilmişse buranın adı "Geyik Üreme Merkezi" olmuş!
Sülünlerin sadece zararlı böcekleri yediğini kim söylemiş, bunu bilmiyorum. Demek ki sülünler beslenirken "bu zararlı ham" "bu zararsız geç" diye besleniyor.
E bu iyi bir şey galiba... Aferin onlara.
-!..
Geyikler kafesten çıktıktan sonra ormanın derinliklerine koşmuşlar!..
-!..
Nereye koşmalarını bekliyordunuz?
Kanlıca'ya inip boğaz keyfi yaparken yoğurt mu yiyeceklerdi!
-!..
Çamkoru Geyik Üretme Sahası'nı kapa.
Polenez Köy'de aç, sonra da geyik üreteceğim diye çabala...
Amaç ne? Neden?
-!..
Yaşanan yanlışlıklar bununla bitmiyor ki!
Bakanlık yetkilileri kendi yayınlarını okusalar geyiklerin gece sabaha doğru alaca karanlıkta sessizce orman bırakılması gerektiğini öğreneceklerdi. (Bkz. Sürdürebilir Av ve Yabanhayatına Doğru. Cilt 1 - Sayfa 158)
Karaca veya geyik ormana nasıl salınır?
(05-16) Haziran 2000 /Fransa
Haber devam ediyor...
"Çevre ve Orman Bakanlığı Müsteşarı Prof. Dr. Zuhuri Sarıkaya, Doğa Koruma ile Milli Parklar Genel Müdürü Prof. Dr. M. Kemal Yalçınkılıç, Çevre ve Orman İl Müdürü Mehmet Emin Birpınar ile Beykoz Belediye Başkanı Muharrem Ergül sülünleri kafeslerinden alarak havaya fırlattı."
Yabanhayvanları doğaya salınırken havaya fırlatılmaz...
Merasim hiç yapılmaz...
Sessizce... Ürkütmeden... Sabahın erken saatinde, önceden tespit edilen sahalara salınırlar...
Havaya fırlatılmaz... Kafesi açıp bekleyeceksiniz... Zamanı gelince o çıkar.
Uygulama ile gerçekler biri birine ne kadar ters değil mi?
Kafesler açıldığı zaman dışarı çıkan yavru keklik veya sülünler, kısa sürede arkalarına takılarak gidecekleri lideri seçerler.
Baskın karakter, o kısa süre içinde ön plana çıkar.
Tutar da havaya atarsanız!
-!..
Lider de çıkmaz, karizma da çizilir...
Çevre ve Orman İl Müdürü Mehmet Emin Birpınar sözlerine şöyle devam ediyor.
"Bunların bir kısmı da kırma kurt. Kurtlar yiyecek bir şey bulamayınca sürü halinde geyiklere saldırıyor."
Önce bilelim " kırma kurt" diye bir tür yok. Doğru tanım "kurt kırması" olacak.
Kurtlar,(Kurt - Canis lupus) tüm köpeklerin atası sayılır. Üzerinde tam anlamı ile fikir birliği olmasa da genel yaklaşım bu yöndedir.
Aslında bu neyi değiştirir?
Varsayın ki o alanda sadece aç köpekler olsaydı ve de bir an için hepsinin saf kan pointer olduğunu kabul etseydik...
"Saf kan köpekler geyik yemez" diye bir kaide mi var?
"Aç it fırın duvarını deler" sözünü hiç mi duymadınız?
Yeri geldi, hayatta kalabilme uğruna insan insanı yedi mi? Yedi.
Köpek mi yemeyecek?
Söylem baştan aşağı yanlışlarla dolu.
Geyikler tarafından dış kabukları yenmiş bir ağaç ve yeni ekilen fidanları geyik ve karacalardan koruyan düzenek.
(Bkz. Sürdürebilir Av ve Yabanhayatına Doğru. Cilt 1 - Sayfa 151)
Geyik ve karaca ormanı temizlermiş!
Pes doğrusu...
Her ikisi de sayıca çoğalırlarsa ormanı tüketirler, tüketirler...
"Arkadaşlar bugün müdür bey gelecek, idare binasının yanından yemeye başlıyoruz. Sadece dikenleri yiyeceğiz. Fidan yiyeni yakarım. " demezler ki!
Geyik ve karaca sayısı, ormanlık alanın taşıma kapasitesinin üzerine çıktığı an, orman için tehlike başlamış demektir.
O zaman ne yapacaksınız?
-!..
Bilmem anlatabildim mi?
Ülkemizde bir yandan bu işler olurken acaba yeni dünyada bu bağlamda neler oluyor?
Kızım bir kaç ay öncesi bir iş için Amerika'ya gitmişti.
İşte söze çok yer bırakmadan fotoğrafın dili ile anlatmaya çalışalım.
Pınar Özdemirci
O da benim gibi fotoğrafa düşkün, seyahat boyunca çekmiş olduğu fotoğrafları bana getirdi.
Tabii ki doğal hayatla doğrudan doğruya ilgili olan kareler çoğunluktaydı.
Rocky Dağları Milli Park'ı
Gördünüz değil mi?
Bu fotoğraflardan sonra "söze" gerek var mı?
Az da olsa bilgi verelim.
Bizim ülkemizde sayıları bir kaç bin ile ifade edilen geyik popülasyonunun, Amerika'da ulaştığı sayı 50 milyona varıyor.
Bir yılda avlanan geyik sayısı 4.500.000 civarında!
Taşıma kapasitesi esas alındığında ülkemizde 100.000 geyik olması lazım. Her sene de 10.000 tanesi avlanmaya açılabilir.
Ama gelin görün ki var olan az sayıdaki geyik korunacağı yerde avlanmaya açılmıştır.
Koruma kontrol çalışmaları neredeyse durma noktasındadır.
Geyikler, kaçak avcılar tarafından vurulmasa sayıları bu seviyeye iner miydi?
Gerçek bu.
İşte San Fransisco'da bulunan limandan bir görüntü
San Fransisco / Pier 39
İnsanın içi ısınıyor...
Neden çocuklar deniz aslanlarına taş atmıyor?
Sanfransisco / Çin Mahallesi
İz adlı televizyon kanalını seyrediyorum. Onlara buradan gönül dolusu teşekkür etmek isterim.
Her halleri ile son derece başarılılar.
Zaman zaman yabanhayatı ile ilgili program da yapıyorlar.
İşte bir örnek .
Gazetelerden okumuşsunuzdur.
Sn. Cemal Gülas ile ayı yavrusu Datvi'nin öyküsünü.
Öykü uzun ve acıklı.
İz TV de yayınlanan program sırasında ekrandan çektiğim şu 3 kare fotoğrafa bakın.
Bir de Milliyet Gazetesi'nde yayınlanan söyleşiden almış olduğum bir kaç paragraf var...
Okur musunuz?
Datvi ile aranızda nasıl bir bağ oluştu?
Bir seyahatten dönüp şehre ulaşır ulaşmaz ilk önce sevdiğiniz insanı, çocuğunuzu vs. görmek istersiniz. Datvi başka hiç kimse için aynı şeyi yapmazdı ama ben dünyanın neresinden evime geri dönersem döneyim... Bazen genellikle sabaha karşı ya da gece yarısı... Kapıdan girdikten yarım saat sonra Datvi gelip kapıyı çalmaya başlıyordu. Aramızda böyle bir bağ vardı. Gelince sarılıyor, kafasını boynumun arasına sokuyordu; hatta bazen böyle uykuya daldığımız oluyordu.
Şimdi bu hayvanın sorumluluğu Karacabey`dekilere geçti -ki geçmesi gerekiyor. Bu onların işi, ben fotoğrafçıyım, benim işim bir ayıya annelik etmek değildi. Şimdi ısrarla beklediğim şey bu hayvanın rehabilite edilip doğaya kazındırılması.
"Egom için Datvi`yi bahçemde görmek beni mutlu etmez"
Datvi elinizden nasıl alındı?
İnsanlar geldiği andan itibaren Datvi ağlamaya başladı, ayaklarıma sarıldı. Bir kere o kalabalığın ne olduğuna anlam veremedi. Bundan önce de onu götürmeye kalkmışlardı. Götürmek isteyenlere müthiş sorun çıkarmıştı; biz de müdahale ederek geri dönmesini sağlamıştık. Ama şimdi çok büyüdüğünü ve başka insanlara zarar vereceğini iddia ediyorlar. O önceki sahneyi bir daha yaşamak istemediğimden onu gelenlerle baş başa bırakıp içeri çekildim.
O akşam ne yaptınız?
Dolunay vardı, uyku tulumumu alıp onunla daha önce yattığımız yerde uyudum. Yapacak başka bir şey yoktu. TV`de onun gittiği yerden görüntüleri izleyince gönderdiğime pişman oldum. Rehabilitasyon merkezi diye onu hapishane gibi bir yere tıkmış olmalarını hazmedemiyorum. O olsaydı beni bırakmazdı ama ben onun gitmesine izin verdiğim için kendimi suçlu hissediyorum.
Ne çok şey anlatıyor değil mi?
İz televizyonunda bu konuda yapılmış olan belgeseli izlerken ağladım.
Şimdi de ağlıyorum...
Datvi şimdi ayı barınağında...
Müebbet hapse mahkum.
Tıpkı diğerleri gibi...
Bu fotoğrafları 7 sene önce çekmiştim. Şimdi çekebileceğimi hiç zannetmiyorum!
Yoğun bir empati duygusu, yüreğimi yangın yerine çevirdi.
Artık sadece "yaşamı" fotoğraflamak istiyorum!
Samancık
Akbaba yavrusu 3 aydan fazla bir zaman yuvada annesini böyle bekliyor.
Anne varsa, o da var!
Anne, bir şekilde ölürse yavru da yuvada çaresizlik içinde ölüme mahkum olacaktır.
Akbabalar çok hassas dengeler içinde varlıklarını sürdürme çabası içindeler...
Bu durumu fotoğraftan daha iyi ne anlatabilir ki?
Yabanhayatı hassas bir konu.
Bu konu ile uğraşan insanların çok sıra dışı özelliklere sahip olmaları gerekiyor.
Dikkatli, bilgili, merhametli olmanın yanı sıra bu uğura "adanmış bir hayata" ihtiyaç vardır.
Soylu bir dünya görüşüne sahip olmanız gerekir.
Örneğin muktedir olsam; (iktidar sahibi değil!)
İz TV'yi olanca gücümle desteklerdim.
Sn. Cemal Gülas gibi soylu bir yüreğe sahip olan insanları baş tacı ederdim.
Sn. Prof Dr. Ali Demirsoy'dan yabanhayatı idaresinin başına geçmesini rica ederdim.
Sn. Hayrettin Karaca'dan sürekli, fikir alırdım.
Bu sayfalarda varlığından gurur duyduğumu ve çeşitli vesilelerle belirttiğim insanları mutlaka ön plana çıkartacak bir sistem kurmak için büyük çaba sarfederdim.
Ülkenin buna -acil olarak- şiddetle ihtiyacı var.
Yabanhayatı yaz-boz tahtasına döndü.
Yabanhayatı üzerinden yapılan "siyaset" acı sonun başangıcıdır.
Yanlışın "daniskası" yapılmıştır.
İşaret olsa yol şaşırılmaz
Bilgi olsa söz saptırılmaz
Kaşgarlı Mahmut
Not: Sn. Prof. Dr. Uçkun Geray'ın rahatsızlığını üzüntü ile duydum. Tarifsiz bir acı içindeyim. Bu çok değerli bilim adamına Allah'tan sağlık diliyorum. Değerli ailesine de engin sabırlar...
Mehmet Emin Bora
30 Ağustos 2008 /Çamlıdere