Geyik Muhabbeti!
Baron Münchausen, Alman asıllı bir hikaye yazarı. Yaşadığı zaman dilimi içerisinde halk arasında ''palavracı'' olarak tanınıyor.
Bir öyküsünde , "Bir gün ormanda avlanmaya gittim ve karşıma bir geyik çıktı. Cephanem bittiğinden dolayı geyiği avlayamadım. Geyik de bana alay edermiş gibi baktı ve ben de kiraz yiyordum. Kirazın çekirdeklerini tüfeğe koydum ve alnının ortasından vurdum. Geyik ilk başta biraz tökezledi ama kaçmayı başardı. Bir yıl sonra ormanda avlanırken bir geyik gördüm.
Baktım geyiği tanıdım.
Çünkü alnının ortasında kocaman bir kiraz ağacı vardı. Geyiği avladım ve kirazlarından yedim.
Hayatımda yediğim en tatlı kirazlardı onlar" diyordu.
Halk arasında "geyik muhabbeti" sözünün köken olarak farklı çıkış noktaları olduğu seslendirilse de özünde "boş konuşmalar" olduğu yönünde bir fikir birliği var.
Kahve köşelerinde mahalle aralarında bir sonuca varılamayan, ciddiyetten uzak olduğu kadar, mizahi öge taşıyan pek çok konu hakkında yapılan içeriksiz konuşmalara sorulduğunda kısaca "geyik yaptık" bile denilebiliyor.
Bizim geyik muhabbetinin özünü Çamkoru''daki Geyik Üretme Sahası''nda bulunan geyikler teşkil ediyor.
2001 yılında Dç.Dr. Memduh Iğırcık''la yapmış olduğum bir seyahette "Aktüel Durum Tespiti" anlamında bir çalışma yapmıştık.
Üretme sahalarında, melez keçilerin beslendiğini tespit ettik.
Milli Parkların nasıl çöplük haline gelişini de...
Kabahati bir türlü "gelin" edememiştik!
50 dönüm bir alanda onlarca hayvanın neredeyse üst üste yaşadığını tespit ettik.
Ormana verdiği zararı da...
Trakyadan başlayan ve Antalya''ya kadar inen geniş bir çalışma alanımız vardı. Tüm sahaları tek tek gezerek yerinde tespitler yaptık.
Seyahat dönüşünde de zamanın Milli Parklar Genel Müdürü Hüsrev Özkara''ya iki ayrı rapor verdik.
Birisi resmi, diğeri gayri resmi...
Benim o zamanki tespitlerim yazılarımın içinde hala duruyor.
Resmi raporun akıbetini ise ben bilemem!
İki rapordan çıkan bir tek netice vardı. Bu sahalar sürratle kapatılmalıdır.
Üzerinden tam 5 sene geçti.
Şimdi çok önemli bir iş yapılıyormuş gibi törenler düzenlenerek sahalar kapatılıyor.
Yani kısacası devlet "yanlış" yaptığını kabul edip anlayınca...
Anlayınca "tören" düzenliyor!
-!..
Kimsenin aklına bu yanlışı yapanlardan hesap sormak gelmiyor da...
Tören yapmak hemen geliyor...
Bu davranışın bir örneğini katılmak istediğimiz batı toplumlarında bulabilir misiniz?
-!..
Baraj su kaçırıyor... Toplanıp törenle (!) yıkıyoruz!...
Bunun gibi bir şey...
Yaşanan sorunlara "Şark usulü yaklaşım" işte budur....
Anlaşılması kolay bir örnek daha vereyim.
III. Napolyon Paris’te 1867de açılan uluslararası sergiye Sultan Abdülazizi davet etmiştir. Padişah da gitmek arzusundadır. Ancak: koyu taassup ve batıl inanç taraftarları;
Sultan Zillu’llah Fi’l-arz''ın yani, Allah''ın yeryüzünde gölgesi olan padişahımız efendimizin ayakları küffar toprağına basmamalı - demek sureti ile buna karşı çıkmaktadırlar.
Padişah ise gitmekte kesin kararlıdır.
Kısa sürede bir çözüm yolu bulunmuştur!
Tabanı iki kat olan bir ayakkabı yapılmış ve birinci taban ile ikinci taban arasına Marmara Denizi’nin kumları doldurulmuştur.
Bu sureti ile padişah efendimiz artık küffar toprağına ayak basmamış olacaktır.
Koyu taassubun bu buluşuna “Hile-i Şer’iye” denilmektedir.
Hile: yalan, aldatmaca ve düzen demektir.
Şeri; kelimesinin anlamı; kaynağa götüren yoldur.
Şeriye; Şeriata uygun davranışlar anlamına gelir.
Peki, nasıl oluyor da düzen, hile, aldatmaca, şeriata uygun oluyor?
Çünkü hile kelimesinin Arapça karşılığı “Çare” anlamına gelir.
Hal böyle olunca kasd edilen anlam “şeraita uygun çare” demek oluyor.
O dönemin anlayışı budur.
Aşağıda Sabah Gazetesinin Ankara ekinden bir alıntı var. Kırmızı ile çizilen yeri dikkatlice okuyalım.
Çevre ve Orman Bakanı Sn. Veysel Eroğlu''nun bu sözünü açalım.
Genel Müdürlük büyük bir faaliyet içinde!
Üretme istasyonu kurmuş.
Çünkü yok olma tehlikesi varmış.
Özde bu ifade ediliyor.
Şimdi sorgulayalım.
45 geyik salınınca yok olma tehlikesi bitmiş mi oldu?
Üretme istasyonları üretime devam mı edecek?
Her iki sorunun da cevabı sadece ve sadece "hayır" dır.
Yok olma tehlikesi her zamankinden daha da çoktur.
Üretme istasyonları kapatılacaktır. Çünkü bu örnek tutmamıştır.
Geçmişte düzenlelen raporlara bakmak sanırım ki yeterli olur.
Ayrıca hepsinden önemlisi bu açılış (!) değil kapanıştır.
Yanılmıyorsam Sn. Bakan burası için "Çiftlik" tabirini kullanmış!
Olur ya, hata insanlar için.
Varsayılım ki burası çiftlik olsun.
20 tane de damızlık koyununuz olduğunu varsayalım.
Onları da bir çobana emanet edin gidin...
15 sene sonra geldiğinizde yer gök koyun olur.
Olasılık hesabı ile bir hesap yapın da görün bakalım...
Daha 10''uncu seneye girmeden yüzlerce koyununuz olur.
Burada ne olmuş!
-!..
Başarı bunun neresinde?
-!..
Başarılı ise niye kapatılıyor?
Yabanhayvanlarını elle beslemeye kalktığınız zaman ileride telafisi mümkün olmayan sorunlarla karşılaşırsınız. Yabanhayvanları yabanıl reflekslerini kaybettiği zaman, bununla beraber yabanıl özelliklerini de kaybederler.
İnsana bağımlı yaşam şeklini alışkanlık haline getiren bir yabanhayvanı sahalara bırakıldığı zaman kendini koruyamaz.
Onun içindir ki yabanhayvanı üretme sahası kapatılıyor.
Yabanhayvanı rezerv alanları gündeme geliyor.
Bu basit bilgiler Sn.Veysel Eroğluna önceden usulünce verilmeyince (!) böylesine garip bir durum kendiliğinden ortaya çıkıyor.
National Geography televizyon kanalında zaman zaman yabanhayvanları ile ilgli belgeseller yayınlanır.
Orada seyrettiğimi zannediyorum. Geyiğin biri adamın birini ayaklarının altına alarak öldürmüştü.
O sırada her nasılsa çekim yapılmış.
Evlerden uzak.
-!..
Olamaz mı?
-!..
Başbakan attan düşmedi mi!
İlle de kötü bir şey mi olmalı...
Geyik zaten vejeteryan!
Israrın ne gibi faydası var?
Doğada serbest halde yaşayan bir geyiğe, bu şekilde yaklaşabilir misiniz?
Bu hayvan yarın kendisine otla yaklaşan kötü niyetli bir kişiye bu şekilde yaklaşırsa sonu ne olur acaba?
Birşey olmaz mı diyorsunuz?
Bu fotoğraf sizlere bir şeyler hatırlatıyor mu?
-!..
Nallıhan 2005 / Kaçak geyik avı
Sn. Bakanın özgeçmişini internetteki sitesinden okudum.
Çok parlak bir kariyeri var.
İnşaallah başarılı da olur.
Ama en azından kendisine şimdilik anlatılanlar gerçeklerle pek de bağdaşmıyor...
Ben kendisine "dikkat" demeyi bir vatandaşlık borcu olarak algılıyorum.
Şu ana kadar yazdıklarımı doğrulayan iki somut örnek daha vereceğim.
Şimdi sizlerden enpati yapmanızı istiyorum.
Ev sahibi Çevre ve Orman Bakanlığı.
Varsayın ki büyük bir salonda, çevreye duyarlı pek çok katılımcı ile beraber bir toplantı halindesiniz...
Üniversiteleri adına katılan bilim adamları, gazeteciler, sivil toplum kuruluşları medya v.b topluluklar bir arada.
Oturum başkanı da Sn. Çevre ve Orman Bakanı Prof. Dr. Veysel Eroğlu.
Oturum sırasında bir kişi parmak kaldırarak Sn. Bakandan söz istiyor.
Sn. Bakan da bu kişiye söz veriyor.
Söz alan, başlıyor konuşmaya:
Sn. Bakanım ben yabanhayatına aşırı derece sevdalıyım! Kuşları her gün görsem bıkmam, çok da keyif alırım. Acaba diyorum, bizim gibi meraklı kuş dostlarını mutlu etmek için de bir çalışma yapamaz mısınız?
Yani demek istiyorum ki göl kenarlarına kuş gözetleme kuleleri falan gibi...
Biz de tatil günleri oralara gitsek çocuklarımızı götürsek onlara hayvan sevgisini aşılasak diyorum...
(Uzatıyor da uzatıyor, bir an için böyle düşünün)
Bu gibi durumlarda fırsattan istifade Sn. Bakanın her iki yanında oturan üst düzey bürokratlar, önlerindeki küçük beyaz kağıtlara alel acele notlar yazıyor... "Şu kadar gözetleme kulemiz var şu şu illerde "gibi.
Notu alan Sn.Bakan başka türlü bu bilgileri nereden bilecek ki!
O da doğal olarak önüne konan kağıtlarda ne yazıyorsa, çok daha usturuplu şekilde başlıyor konuşmaya...
"Nuri Bey''e bu yaklaşımından dolayı teşekkür ediyorum. Keşke herkes sizin gibi düşünse.
Sadece öldürerek bir yere varamayız. Avcılarımız daha dikkatli olmalıdır.
Bakın işte, vatandaşın kuşları görme hakkı da var!
Genel Müdürlüğümüz çok büyük bir faaliyet içindedir. Bu durumu uzun zamandır görmüş ve gereken tedbirleri alarak 28 gölde ve yabanhayatı koruma sahalarında, ihtiyaca dönük 29 adet kuş gözlem evi yamıştır. Bunların adedi kısa zamanda da arttırılacaktır." şeklinde bir konuşma yapar.
Yeni bakanın başka türlü cevap verme şansı yoktur.
Detaylara inen, ayrıntılar içinde kaybolur. Bunu beklemiyoruz. O işleri ilgili kadro götürecek.
Götürebiliyorlar mı!
Bir örnek verelim.
Yer Yeniçağa.
Eski Ankara - İstanbul yolu üzerinde giderken Yeniçağa girince aşağıdaki levhayı görürsünüz.
Kuş cennetine gider!
Girebilsek cenneti göreceğiz...
Çok da yeni ama, erken bıkmışlar...
30 Eylül 2007/ Pazar / Saat: 13:15
Çok yakışmış!
Allah esirgesin.... Düşse de başına bir şey gelse!
Ailesi "Kuşlara bakmaya gitti kapı kilitliymiş... Çocuk işte ne yapsın" dese, ne yapacaktınız?
!..
İkinci örnek kızılcahamam''dan..
Ayıların düştüğü duruma bakar mısınız?
Bu sahneler milli parkın girişinde hemen hemen her gece yaşanıyor.
100 metre ötede de Milli Parkın yönetildiği idare binası var.
Vatandaşlar akşam saatinde yukarıdaki fotoğraf karelerine benzer bir çok anı yaşıyor.
www.kizilcahamamhaber.com adresine girin. Farklı örnekler göreceksiniz.
Çok değil bundan bir kaç gün önce televizyonda gösteriliyordu...
En büyük ayı sever araştırmacıyı ayılar yemiş...
Müthiş bir belgesel...
Fragmanlarını seyrettim dilim tutuldu...
Hadi diyelim ki vatandaş bilmiyor...
Ya yetklililer!
Onlara ne demeli!
Bir yandan 30 km ötede geyikleri yanlış yaptık diye salıyoruz.
Bir yandan şehrin içinde ayılarla oynaşıyoruz.
Bakanlık personeli de seyrediyor!
"Kuzudan post ayıdan dost olmaz"
Hiç bir şey bilmiyorsanız ata sözlerini hatırlayın.
Yarın çok geç olabilir!
O zaman neyi savunacaksınız?
Ayıların bu duruma düşmesinin sebebi bizleriz.
Ormanda ne kadar meyve ağacı varsa kestik.
Aç kalanlar köylere, kentlere inince "popülasyon arttı vuralım "dediler.
Gerçekleri görme yerine, akıllarına cepleri geldi.
Birilerinin (!) iştahı kabardı.
Sn. Bakanım,
"İnşaallah başarlı olursunuz" derken bunu yürekten söylediğimi bilin.
Size, yaşanan yanlışlıklardan -bir daha olmaması dileği ile- örnekler vermeye çalıştım.
Aksi halde bu savaşın kaybeden tarafı siz veya biz değil hepimiz oluruz.
Geyik muhabbeti hoştur da, aynı zamanda boştur.
Bir zifir karanlıkta düştüm yola
Vurdum yolumu dağlara
Can görirem, cin görirem, korkmirem
Kükremiş aslan görirem, korkmirem
Bir yobaz insan görirem, korkirem
Onun bana can alıcı fikirlerinden
Can alıcı zikirlerinden,
Korkirem balam, korkirem.
Mirza Alekber Sabir
Mehmet Emin Bora
03 Ekim 2007 / Ankara