Untitled Document
Ana Sayfa İstatistik
   
  İstatistiki Bilgiler
İstatistiki Bilgiler


Avcılıkla İlgili İstatistiki Bilgiler
 

   

AVCI EĞİTİMİNE 53 İLDE KATILAN 10.369 AVCIYA AİT
İSTATİSTİKİ BİLGİLER - GRAFİKLER ve SONUÇLARI



AVCI EĞİTİMİNE 53 İLDE (144 FARKLI MERKEZDE) KATILAN 10.369 AVCININ
KULLANDIĞI SİLAH TÜRÜNÜ GÖSTERİR İSTATİSTİKİ TABLO


 
 
 
 
 
 
 
 
 
Not: %1'in altındaki sayısal değerler küçüklüğünden ötürü tabloya
matematiksel olarak yansımamaktadır.
Bu tablonun bize ulaştırdığı mesajdan Türk avcısının % 38'inin yarı-otomatik tüfek kullandığını, buna karşı çifte ve süperpoze kullanan avcıların toplamının ise % 48 olduğunu anlıyoruz.
Ankete katılan avcıların % 13'ü, avcılığa yeni başladıklarını, bu kursun sonunda silah almayı düşündüklerini, dolayısıyla henüz silah sahibi olmadıklarını belirtmişlerdir. Bu ifadeden yola çıkarak, verilecek eğitimin avcılığa yeni başlayan avcı adaylarının üzerinde ne derece önem taşıdığını kolaylıkla görebiliriz. Sürdürülebilir avcılığın çağın gereksinmeleri içinde yeniden yapılanmasında avcı adaylarının süperpoze veya çifteye yönlendirilmesi önemli sorunlardan bir tanesidir.
Bu anketin çok çarpıcı sonuçlarından bir diğeri de, pompalı silah kullanan avcı sayısının 10.369 kişi içinde sadece 51 kişi olmasıdır. Sürekli olarak basında çıkan abartılı haberlerin tam aksine, avcıların bu silahı özelikle avda kullanmadığını görüyoruz. Konuya yakinen vakıf olanların bildiği gibi bu silahın -sahip olduğu mekanizmadan ötürü ikinci atış için yeniden doldurulması- diğer silahlara göre daha fazla zaman alması, avcılar tarafından kabul görmemesine sebep olmaktadır.
Tabanca taşıma ruhsatının elde edilmesinin yüksek maliyeti ve işlemlerinin zorluğu bu arzuyu duyan kişileri doğrudan pompalı silah satın almaya teşvik etmektedir.
Bu silahın avcılıkta kullanılması diğerlerine göre çok daha zordur. Anket sonucunda % 1'in altında görülen pompalı silah tercihi, bu gerçeğin kanıtıdır. Hatta diyebiliriz ki ; ülkemizde tüm avcılar pompalı silah kullansa "ele geçirilen av hayvanları sayısında azalma değil artma olur" (Mehmet Emin Bora)

 

 

AVCI EĞİTİMİNE 53 İLDE (144 FARKLI MERKEZDE) KATILAN 10.369 AVCININ
MESLEK DAĞILIMINI GÖSTERİR İSTATİSTİKİ TABLO

 

 

 

Bu tablo, pek çok kişi tarafından çeşitli şekillerde ifade edilmekle beraber bugüne kadar hiçbir sayısal veri ile desteklenmeyen bir gerçeği gözler önüne sermektedir. Bu da, avcılığın toplumumuzun hemen hemen her kesiminde ilgi gördüğü şeklindeki gerçektir.
Bir diğer ilginç sonuç ise; kendisine hobi olarak avcılığı seçmiş olan emekli sayısının % 15 gibi yüksek bir seviyeye ulaşmasıdır. Yaklaşık olarak 50 yaş ve üstünü kapsayan bu sayısal veri "sağlıklı yaşam" veya "yaşam boyu sağlık" gibi başlıklar altında toplanabilecek araştırmalara konu olabilecek niteliktedir.
Mevcut tablo "Yaş Dağılımını Gösterir istatistiki Tablo" ile beraber incelendiği takdirde, sonuçlar daha da anlam kazanacaktır. Bu verilerin, toplum sağlığı üzerine araştırma yapanların ilgisini çekeceğini düşünüyorum. (M.E.B)

 

 

AVCI EĞİTİMİNE 53 İLDE (144 FARKLI MERKEZDE) KATILAN 10.369 AVCININ
KULLANDIĞI SİLAH ÇAPINI GÖSTERİR İSTATİSTİKİ TABLO

 

 

 
 
Verdiği mesaj açısından son derece basit, ama o derece de anlamlı tablolardan bir tanesi de silah çapları ile ilgili istatistiki verilerdir.
Türk avcısının % 69'u 12 çaplı silahı tercih etmektedir. Bu anket yurt çapında sayısal olarak daha büyük ölçülerde değerlendirilebilseydi mevcut oranın daha da yükseleceği yönünde kişisel bir kanaat taşıyorum. Örneğin % 69 oranının, % 90'a ulaşacağını gibi...
Avcılığı, salt olarak sadece "ele geçirme" duygusunun dışında bir eylem olarak gören, benimsediği felsefe itibarı ile kendisini "Avcılığın Basamakları" başlığı altında yer alan bölümde ve en azından "Metod Basamağı " içinde görebilen avcıların sayısı ise ne yazık ki sadece % 1 den ibaret. Bu kanımı, avcılıkla ilgili kurslara eğitmen sıfatıyla gitmem dolayısıyla yüz yüze konuştuğum 3000 avcıdan, yani bana ulaşan "sesli mesajlardan" edindiğimi yeri geldiği için belirtmekte fayda görüyorum.
Sürdürülebilir avcılık kavramının “ne olup” “ne olmadığının” anlatılmasının yanı sıra, sistem içinde "preditör avcı" yerine "regülatör avcın" ne anlama geldiği verilen eğitim sırasında yeterli ölçülerde anlatılabilse, süreç sonunda ava başlanılan silah çapı değil ama, zaman içinde kullanılan silah çaplarının mutlaka değişeceğini en azından umut ediyorum. (M.E.B)

 

 

AVCI EĞİTİMİNE 53 İLDE (144 FARKLI MERKEZDE) KATILAN 10.369 AVCININ
EĞİTİM DURUMLARINI GÖSTERİR İSTATİSTİKİ TABLO

 

 

 
 
Üzerinde önemle durulması gereken tablolardan bir diğeri ile karşı karşıyayız. Ne yazık ki bu ankete katılan avcıların yarısından fazlası ilkokul mezunu. Bu anket sayısal açıdan daha büyük kitlelere erişebilse, mevcut oranın daha da yükseleceği yönünde kişisel bir kanaat taşıyorum.
Her konuda olduğu gibi avcılık konusunda da eğitim son derece önem taşıyor. Pekişmiş önyargıları olan bir toplumda en azından "Zararlı" kavramını aşarak "Ekosistem"i anlatmanız zor ve zahmetlidir. Ama bilinen tek gerçek, bu yoldan asla dönüş yapılmaması yönündeki kararlılıktır. (M.E.B)

 

AVCI EĞİTİMİNE 53 İLDE (144 FARKLI MERKEZDE) KATILAN 10.369 AVCININ
YAŞ DAĞILIMINI GÖSTERİR İSTATİSTİKİ TABLO

 

 

 

 

 
 
 
 
 
Düzenlenmesi zor ama sonuçları itibarı ile bir o kadar da aydınlatıcı istatistiki verilerden biri de avcıların yaş gruplarını gösterir istatistiki tablodur. Bu tablodan anlaşılacağı üzere bugün için 50 yaş ve 50 yaşın üzerindeki avcı sayısı ankete katılan avcıların % 24'ünü teşkil ediyor. Türk avcısı kendisine iyi niyetle uzatılan eli tutmuş ve ona itibar etmiştir. Hiçbir zorlama olmadan yapılan bu katılımcı yaklaşım, her türlü övgüye layıktır.
Bu anketin ilginç sonuçlarından bir diğeri de 1980-1985 yılları arasında doğan gençlerimizin içinden bu ankete katılan 10.369 avcı içinde sayılarının sadece 226 olması. Bir başka deyiş ile ilk defa avcılık belgesi alacak 226 adayın sayısal verisini genelleme yaparsak ortaya çıkan tablo, şu an için aşağıdaki gibi görünüyor.
65.000.000 nüfusumuzun her yıl yaklaşık olarak % 2 arttığını varsayarak matematiksel olarak 1.300.000 sayısına ulaşırız. Yine var sayalım ki doğan çocuklarda kız-erkek orantısı aynı olsun. Yani bir yıl içinde % 2 artış sonucu 650.000 erkek çocuk dünyaya gelmiş olsun. Ölüm oranını sıfır olarak kabul ederek yukarıdaki tablodan çıkan sonuçlara göre ava ilk defa başlamak isteyen adaylara ait % 2 orantısını bu uygulama içine de doğru olduğunu kabul etsek ;
650.000 x %2 = 13.000 sayısını buluruz. Yani, her yıl doğan erkek çocukların % 2 si avcılığa merak salsa mevcut sisteme her yıl en az 13.000 yeni avcı girecektir.
İleri yaş gruplarından (40 ila 50 arası ) avcı olmaya karar verenlerle ortaya çıkacak toplam avcı sayısı idareye "Ne yapılması" hususunda bilgi vermesinin yanı sıra çalışmaları yönlendirme işlevi de görecektir.
Orta ve uzun vadede yapılacak planlama çalışmalarına ışık tutacak veriler, ancak sağlıklı istatistiki sonuçlardan elde edilebilir. Bu bağlamda av ve yabanhayatının idaresinden sorumlu olan uzmanların bu tabloları farklı bakış açıları ile incelemeleri gelecek için yapılacak projelere önemli ölçüde ışık tutacaktır. (M.E.B)

 

 

AVCI EĞİTİMİNE 53 İLDE (144 FARKLI MERKEZDE) KATILAN 10.369 AVCININ
KAÇ YILLIK AVCI OLDUĞUNU GÖSTERİR İSTATİSTİKİ TABLO

 

 

 
 
 
 
Bu tablodaki profilden, yıllar itibari ile avcıların sayısal çokluğunun hemen hemen eşite yakın bir oranda dağılım gösterdiğini görmekteyiz. Bir diğer anlamda bu tablodan sanki her yıl eşit sayıda bireyin avcılığa başladığından söz edebiliriz. Bu oluşumdan çıkan sonuç, avcı olmak için doğan talebin bireylerin arzusuna paralel olarak oluştuğu yönündedir. Halbuki yabanhayatını idareden sorumlu uzmanlar – idare- av sahalarının taşıma kapasitesini özellikle göz önüne almak mecburiyetindedir. Tüm dünyada sürdürülen ve benimsenen yaklaşım bu fikri destekler ölçüde bir görüntü vermektedir. Bilgi yüklü bir avcı toplumu, sistemin gelişmesine ve sonuçta daha çok avcının sistemden istifade etmesine sebep olabilecekken bunun tam aksine gelişi güzel bir oluşum ile avcı sayısının artması, sonuçta önce yabanhayatının tükenmesine dolayısı ile de avcılığın istenmeyen bir şekilde bitmesine sebebiyet verebilecektir. Avcı olmak isteyenlerin iyi bir eğitimden geçirilmesinin yanısıra av sahalarının taşıma kapasitesi göz önünden asla ırak tutulmamalıdır.
Bunun kadar önemli bir diğer sorun da avlanılacak hayvan sayısının avcıların isteği sonucu değil, sadece envanter sonuçlarına göre tespit edilmesidir. Bu tespitlerden sonra her yıl sisteme girecek avcı sayısının ne kadar önem arz ettiğini kolaylıkla görebiliriz. (M.E.B)

 

AVCI EĞİTİMİNE 53 İLDE (144 FARKLI MERKEZDE) KATILAN 10.369 AVCININ
BİR AV SEZONUNDA ORTALAMA OLARAK AVA GİTTİĞİ GÜN SAYISINI GÖSTERİR
İSTATİSTİKİ TABLO

 

 

 


Yapılan araştırmaların içinde belki de en çarpıcı olanı avcıların yıl içine kaç kere ava gittiğini gösterir tablo olmuştur. Yıl içinde "kaç kere" ava gidildiği uzun bir süreden beri üzerinde pek çok tartışma yapılan ana konulardan biridir. Konu ile en ufak bir ilintisi bile olmayanların saatlerce fikir beyan ettiği bu konu özellikle speküle edilmeye de çok müsaittir. Ama yaşanan gerçek, istisnaların dışında tablodaki gibidir.

Merkez Av Komisyonu her yıl aldığı kararlar ile avlanma gün sayısının yıl içinde kaç gün olacağını belirler. Bu gün sayısı yaklaşık olarak 70 gün civarındadır. Bu süre yaklaşık olarak haftalık

olarak hesap edildiğinde (ağustos-şubat ayları arasında ) haftada 3 güne eş gelir. (Bu hesaplamada resmi tatiller göz ardı edilmiştir)
Bir avcı haftada üç gün ava gidebilir mi ?
Çok aykırı örnekler hariç bu sorunun cevabı kesinlikle "Hayır"dır.
Çünkü avcı;
1- İşinden ötürü bu işe ayıracak zaman bulamaz,
2- Mali imkan bulamaz,
3- Fiziki kudret bulamaz,
4- Bu tempoda “mutluluk” bulamaz,
5- Beraberlik isteyen bu eylem, bu kadar sıra dışı özellik taşıyan insanları bir araya getiremez,

Sayılan bu faktörlerin dışında hava şartlarının ağırlaştığı zamanlarda, fiziki koşullardan kaynaklanan diğer sebepler de, ava gitmeyi daha da zorlaştırır.

Sadece "ava gitme gün sayısı" tek başına tartışılması gereken bir konu da değildir. Yıl içinde 40 kere ava gidip, sisteme zarar vermeyen avcı olacağı gibi, yine yıl içinde sadece 10 kere ava gidip çok büyük tahribata yol açan avcılar da olabilir. Dolayısı ile yeni baştan kurgulanacak sistem bu mahzurları ortadan kaldırabilecek yeni yaptırımların ve fırsatların oluşmasına olanak tanımalıdır. Yani envanteri yapılmayan hiçbir hayvan türü avlanmaya açılmamlıdır. (M.E.B)

SONSÖZ

Milli Parklar ve Av-Yaban Hayatı Genel Müdürlüğü'nce son 3 sene içerisinde farklı konularda yapılmış, içeriği zengin pek çok çalışmayı örnekleri ve belgeleri ile eldeki imkânlar çerçevesinde sizlere sunmaya çalıştım. Doğaldır ki bu çalışma gayreti içinde olurken istemeden bazı hatalar yapmış olabilirim. Bunun için okuyuculardan peşinen özür dilemek isterim. Ama bilinmelidir ki sadece istatistiki bilgilerin bile ortaya çıkması başlı başına bir çalışmadır. Ankete katılan 10.369 avcıdan anket için soruların cevaplanması istenirken onların ikametgah adreslerinin yanı sıra onlara kolayca erişebileceğimiz bir de telofon numarası istemiştik. Avcılar bu isteğimizi hoşgörü ile karşılamış ve bu ricamızın gereğini yerine getirmiştir. Bu, yaklaşık olarak 60.000 kişi için de geçerlidir. Bu belgeleler Bakanlığın arşivinde saklıdır. Anket sonuçları her zaman buradan kontrol edilebilir.

Çok dar bir kadro ile bilgi ve belge bağlamında köklü bir miras almadan Genel Müdürlük tarafından gerçekleştirilen bu çalışmalar bazılarımıza "yetmeye" bilir. Ayrıca başarıyı yakalama arzusu içinde olan toplumlar aksi yöndeki tutumlara itiraz etmeli, azla yetinmek yerine "yetinmemelidir" de diyebilmeliyiz. Sadece göz ardı etmememiz gereken bir önemli nokta var… Onu burada uzun uzadıya anlatmak yerine Eski Bir Hint Masalı adlı küçük felsefe öyküsünün "bu küçük noktayı" yeterince anlamlı olarak ifade edeceğini düşündüm ve bu öyküyü kitabımızın son sayfasına aldım.
Yapılan çalışmaları eleştirmeden evvel yapılan çalışmaları öyküdeki bakış açısı ile yorumlar mısınız?

Eski Bir Hint Masalı

Bir zamanlar çok büyük bir ressam varmış. Eserleri herkes tarafından çok beğenilirmiş. Ülkenin kralı bile onu onur madalyası ile ödüllendirmiş. Ona Hintçe'de renklerin ustası anlamına gelen "Ranga Charya" adı verilmiş. Ama hayranları ona kısaca "Ranga Guruji" derlermiş. Ranga, yıllar içinde, alanındaki ustalığını kanıtlarcasına kendine özgü bir renk stili geliştirmiş. Çok çalışması, yorumu ve konuya kendini vermesi, kendinden sonra gelenlerin onu takip etmesi için örnek olmuş.
Bir sanat okulu açmış ve orada müritlerine sanatın inceliklerini öğretmeye başlamış. Belli bir müfredatı ve süresi yokmuş bu okulun. Öğrencinin yeteneğinden ve bilgisinden kendisi tatmin olduktan sonra onu sanat dünyasına takdim etmesi bu okulun özelliğiymiş.
Kendince bir "Öğrenci Değerlendirme" yöntemi geliştirmiş. Bu onun çalışma yöntemi gibi, dünyada eşi olmayan bir yöntemmiş.
Okulunda bir öğrenci olan Rajeev ise çok aceleciymiş. Allah vergisi bir yeteneğe sahipmiş ve Ranga'nın aradığı özellikler doğrultusunda, diğer öğrencilerden çok daha hızlı bir başarı gösteriyormuş.
Ranga ondaki bu gelişmeden çok memnunmuş. Çok övgü ve teşvik almaktan dolayı Rajeev merakla Ranga Guruji'nin onu artık bir ressam olarak ilan edeceği ve hayatının bu şekilde devam etmeye başlayacağı günü bekliyormuş. Bir gün, çok kibar bir şekilde Ranga Guruji'ye final uzmanlık sınavını ne zaman alacağını sormuş. Ranga gülümseyerek;
- "Rajeev, sen benim gelecek vaat eden öğrencilerimden birisin. Çok kısa sürede sanatın inceliklerini öğrendin. Sanırım şimdi final sınavının zamanı geldi."
- "Sınav konumun ne olduğunu söyler misiniz, Guruji?" diyen Rajeev mutluluğunu ve heyecanını saklamakta zorlanıyordu.
Ranga;
- "Rajeev, bir resim yapmanı istiyorum, bu senin en iyi resmin olmalı ve herkes hayran kalmalı. Simdi acele etme ve hayatının şaheserini yap."dedi.
Rajeev gece gündüz çalıştı; en güzel resmini yaptı ve Ranga Guruji'ye getirdi.
Ranga:
- "Şimdi bunu şehrin meydanında halkın beğenisine sun."dedi. ve "‹nsanların senin eserini görmelerine izin ver. Resmin altına büyük ve koyu harflerle, bu resmin halkın değerlendirmesi için oraya konulduğunu ve resimdeki hataların izleyenler tarafından resmin üzerine bir X çizerek belirtilmesini yaz."
Rajeev, Ranga'nın dediklerini yaptı ve resmi şehrin en merkezi yerine koydu.
Birkaç gün sonra Ranga gidip onu getirmesini söyledi. Rajeev meydana giderken çok heyecanlıydı. Ancak oraya vardığında çok büyük bir hayal kırıklığına uğradı. Tüm resim baştan aşağı X işaretleriyle doluydu. Başarısızlığı böylece anlaşılmıştı. Büyük bir kalp kırıklığıyla resmi Ranga Guruji'ye gösterdi. Ranga O'na asla umutsuzluğa kapılmamasını ve yeniden bir resim yapmasını tavsiye etti.
Rajeev yeni bir sanat şaheseri daha yaptı. Ranga daha önce söylediği şeyleri tekrarladı. Ancak en son satırda değişiklik yaparak bu kez Rajeev'e resmin yanına boya ve fırça da koymasını söyledi. Resmin altına yazdığı mesajda izleyicilerin hataları bulması ve resmin yanında bulunan malzemeleri kullanarak düzeltmeleri istenmişti. Birkaç gün sonra Rajeev resmi almaya gittiğinde şaşırdı. Çünkü resmin üzerinde hiçbir işaret olmadığı gibi yanına konulmuş olan malzemelere de hiç dokunulmamıştı. Rajeev resmi Guruji'ye sunarken çok mutlu olmuş ve kendine güvenle dolmuştu.
Ranga yine gülümsedi,ve;
- "Rajeev bugün öğrenmiş olduğun bu dersle birlikte artık senin eğitimin tamamlandı." Dedi ve ilave etti;
- "Sevgili oğlum, eğer bu dalda mükemmellik ve yücelik istiyorsan sadece sanatta ustalaşmış olman yetmez. Ama insanların eline fırsat verildiğinde, hiçbir şey bilmedikleri bir konuda bile eleştirip, değerlendirme eğiliminde olduklarını da öğrenmen gerekir."
"Eğer dünyayı seni yargılayacak kişi olarak kabul edersen hep hayal kırıklığına uğrarsın. ‹nsanlar hiçbir bilgisi ve ciddiyeti olmadan yargılamalarda bulunur ve birbirlerine fikirlerini söylerler. Senin ilk resmini X'lerle doldurdular. Çünkü onları engelleyecek hiçbir risk yoktu. Ve çoğunun bu konuda hiçbir yeteneği ve bilgisi de yoktu. Ama onlara sunulan bu fırsatı memnuniyetle değerlendirdiler. Ama ayni insanlar, hataları bulup düzeltmeleri istendiğinde hiç biri bunu yapamadı. Çünkü bu kez onların bilgisi ve yeteneği risk altındaydı; bu konudaki eksikliklerini göstermekten çekindiler. Uzak durmayı tercih ettiler."
Ranga devam etti:
"Böylece sevgili oğlum, senin çalışman, senin yeteneklerin, senin bilgin, senin sanat alanındaki çabaların, senin çok çalışmanın ve içten uğraşılarının değerli bir ürünüdür. Bunu, dünyaya bedava sunma. O zaman, çalışman ilk resminin uğradığı sonuca uğrar. Kendinin yargıcı ol ve değerini kendin belirle ama bunu adalet ve eşitlik ilkeleriyle yap. Ve böyle davrandığında seni temin ederim ki asla ne kendin ne de eserinle hayal kırıklığına uğrarsın."
"Tanrı seni korusun oğlum."
Rajeev'in gözlerinde saygı ve neşe dolu yaşlar vardı. Kalbinin derinliklerinde, eğer bu son dersi almasaydı eğitiminin eksik kalacağını artık o da hissediyordu.

Bağışlanmak dileği ile saygılar sunarım…

Mehmet Emin Bora
17 Eylül 2002

NOT:

Bu kitabın ön çalışmalarını, değişik zaman dilimleri içinde - görevim gereği - Milli Parklar Genel Müdürlüğü'ne defalarca sundum. Amacım, süreç içinde kurumu, yapılan çalışmalardan dolayı bilgi sahibi etmenin yanı sıra, veri eksikliğinden kaynaklanabilecek olumsuzlukları en aza indirilmesini temin etmekti.

Kitabın bitimine çok az kala bir süre “özellikle dil konusunda” kaygı duyduğum bazı noktaları Milli Parklar Genel Müdürlüğü'ne örnekleri ile beraber arz ettim. Örneğin; “Yaban Domuzu” ayrı ayrı mı yoksa “Yabandomuzu” gibi bitişik mi yazılmalıydı? “Kınalı Keklik”, “Yaban Hayatı”, “Ala Balık” mı doğru yazım şekliydi. Yoksa doğru olan; “Kınalıkeklik”, “Yabanhayatı”, “Alabalık” mıdır? Görüşmelerin sonunda vardığımız ortak nokta “Hangi sözlükler, hangi yazım şeklini destekliyor?” şeklinde özetlendi. Ben de çalışmalarımı bu yönde yoğunlaştırdım.

Yaptığım araştırmalar sırasında bazı imla klavuzlarının bir baskısında “uluslar arası” ayrı ayrı yazılırken bir başka yılda - yine aynı klavuzda - “uluslararası” kelimesinin bitişik yazıldığını gördüm. Benzeri pek çok örneğe, sizlerde tanık olmuş olabilirsiniz. Sonuç olarak, ön plana çıkan veya genel kabul gören tek bir yazım şekli bulamadım.

Bunun dışında, tabir caizse zorunlu olarak uymamız gereken yazım şekilleri de vardı... Örneğin; kitap içinde, kurumumuzun adını yazarken “Milli Parklar ve Av - Yaban Hayatı Genel Müdürlüğü” olarak yazmak mecburiyetinde olmamız gibi... Bu yazım şekli, kurum için bir anlamda “logo” niteliğini taşıyordu. Buna karşılık, “Yabanhayatı” kelimesini, yaptığımız tercih doğrultusunda diğer metinlerde bitişik olarak kullandık. Sonuç olarak, bu şartlar altında yapılabilecek doğru yazım tercihinin “bir sözlüğe” dayandırılmasının, “doğru davranış” olacağı yönünde fikir birliğine vardık. Keşke, dil konusu gibi son derece önemli olan bir konuda, gerekçesi inandırıcı olan sadece tek bir doğru olabilseydi... Okuyucu, bu kitaptan öncelikle “nelerin, nasıl yazıldığı değil”, “nelerin, nasıl yapıldığı” yönünde bilgi edinecekse, “sadece kaynak gösterelim” yaklaşımı daha da güçlendi.

Bu bağlamda Sn. Ali PÜSKÜLLÜOĞLU' nun (Doğan Kitapçılık A.Ş / Yapı Kredi Yayınları / 1995) gözden geçirilmiş 2. baskısı olan “Türkçe sözlük” adlı kitabını “kaynak kitap” olarak kabul ettik.
Seçilen kelimelere bu gözle baktığımızın bilinmesini önemle rica ederim.


 
Moderatör: Ömer Kıraç
2004 © ARPACIK | Avcilik hakkinda gerçekleri ögrenmek istiyor musunuz?